Batılı yaşam tarzı ve kapitalist kültür kendini özellikle kadın üzerinden yaygınlaştırmaktadır. Mağaza vitrinleri, televizyon reklamları ve yazılı basın kapitalist yaşam tarzını yaymaya çalışırken öncelikli hedef olarak kadını seçmiştir. Kadını asimile edilmiş bir toplumun gelecek nesilleri de asimile edilmiş olacaktı. Çünkü kadın, yetişecek çocukların yaşam tarzını bir anne olarak birinci elden yönlendiren, aile içindeki tüketim alışkanlığını birinci elden belirleyen bir durumdaydı.
Tüketim kültürünün esir olarak kendine seçtiği kadının okumaktan (okumaktan kastımız okullar değildir), sorumluluk sahibi olmaktan uzak bireyci tipler olmalı, bedenini birinci planda tutmalı ve zamanının çoğunu ötekilere kendini beğendirmek için harcamalıydı. Ve bu kadın mutlaka televizyon ekranlarının başına çekilebilmeli, kadın programlarına takılan, dizi müptelası, magazin takip eden ve moda’dan yemek programlarına değin, kuşatılmış bir kişilik haline getirilmeliydi. Yetiştirilecek kız-erkek çocuklar televizyonlarda seyrettiği o şaşalı programlardaki unsurlar gibi olabilmesi için telkin edilecek ve/veya zengin bir hayat için yönlendirilecek ya da bunun umudu hep taze tutulacak. Bir gecede şöhret olan, bir gecede milyarlarca lira para kazandırılacak yarışmalarla bu kişilerin umudunun taze tutulması için uğraşılacaktı. Eğer söz konusu kadın imkanlı ise, kocasını başka kadınlara kaptırmamak için estetik ameliyat, makyaj ürünleri, moda ve marka peşinden koşan bir kadın haline dönüştürmek için özel programlar yapılacaktı.
Plan basitti. Lakin bu planda başta belirttiğimiz gibi asıl hedef cahilleştirilen, sorumluluk sahibi olmayan ve bireysel hazlar peşinde koşan tipler üretmekti. Peki bu tabloda müslüman kadının yeri var mıydı? Asıl konuya geçmeden önce kısaca arkada bıraktıklarımıza bakmamızda fayda olduğuna inanıyoruz.
90’lı yıllarla birlikte müslümanlar ekonomik alanda hızlı bir büyüme içine giriyor, holdingler, şirketler birbiri ardı sıra açılmaya başlıyordu. Müslümanlar şehre taşınıyordu. Üniversitelerde çoğalmaya başlıyordu. Bu gürleşme elbette kimliksiz, altı doldurulmamış, sonradan görme tabirine uyan ucubelikleri de içinde barındırıyordu. Sahih bir İslami kimlikten yoksun ekonomik bir gelişmenin müslümanı ne hale getireceğini düşünmeden ekonomiyi bir tür İslami hareket yöntemi(!) olarak belirleyen kişilerin sesleri daha gür çıkmaya başladı. Refah Partisi’nin belediyeleri kazanması ile birlikte iyice katmerlenen bu süreç, müdavimlerini de artırıyordu.
Üniversitelere müslüman kızlar alınmıyordu. Aile baskısı, gelecek ve İslami kimlik arasında tercihe zorlanan kadınların yardımına fıkıh allamelerinin peruk fetvaları, hocaefendilerin ilim için başörtüsü çıkarılabilir fetvaları yetişiyordu. Ne yazık ki yavaş yavaş bir taviz verme modası başlıyordu.
Bu durum da istismarları beraberinde getiriyordu. Şanslı(!) olan başörtülüler ise holdingler, hipermarketler, okul ve dershaneler için ucuz iş gücüne koşuluyordu. 1-2-3-4 evlilik tartışmaları başlıyordu. Ve duruma isyan eden ve bu isyanı da usuli/tarihi yeterlilikleri feminist kelimelerin ötesine geçemeyen kadın düşünürlerimiz ortaya çıkıyordu. Sorunu, sorunun kökenlerine tam anlamıyla inemeden irdelemeye çalışan kadınlarımız…
Allah için hayırlı bir amele bir imza da biz atalım dercesine, “suya atılan imza” kampanyalı mayo üreticisi firmalarımız, “farklı dünyalar”ı ürettiğini düşünen tesettür firmalarımız, “cenneti ayağımıza getiren” lüks otellerimiz açılıyordu. Bu firmaların ürünleri, kapitalist kültürün ideal kadın tipi olarak seçtiği bedenlerin üstünde sergilenerek podyumlarda temaşa ediliyordu. Erkeklerimiz müslüman, saliha ve idealleri peşinde mücadele eden kadınlar yerine, bu ideal kadın imajıyla evlenmenin hayalini kuruyordu.
Müslümanlığımıza halel getirmemenin serencamı olarak bu ideal kadın(!) “tesettür”ün içinde hayal ediliyordu.
Fütursuz liberalleşmenin uzantısı olsa gerek, dünün başörtüsü ve tesettür tartışmalarına şimdilerde iç çamaşırı tartışmaları da eklenmiş bulunuyor. Yeni tür “tesettürlülerimiz” kartel medyasına ağza alınamayacak sözleri ve itirafları röportaj adı altında verebiliyor.
Yeni tür ideal kadın imajıyla evlenmek veya flört edebilmek için müslüman erkeklerimiz de kılıktan kılığa giriyor, uzun saç, top sakal, küpe yeni dönemin yeni imajları arasına katılabiliyordu. Oysa günümüzde kadınları marka giymeleri, tüketim kültürüne özenmeleri ve tesettürün içini boşaltma noktasında eleştirenlerin, erkekler söz konusu olduğunda seslerinin pekte gür çıkmadığını görüyoruz. Kapitalizmin –metro seksüel- erkek tipini Müslüman erkek kimliği altında yaşatmaya çalışan bu kişiliklerin, en az tesettürü tesettür olmaktan çıkaran kadınlar kadar yanlış yolda oldukları da vurgulanabilmeli, daha fazla işlenebilmeliydi.
Dünün Müslümanları, çoğunlukla bilgi tarafından desteklenmeyen amelleri sonucunda birçok bedel ödediler. Hatanın asli nedeni, gerçekleştirilen amellerin altının sahih bilgilerle doldurulmamış olmasıydı. Bugün ise çoğunlukla bunun tersi söz konusu. Elde edilen bilginin amelle desteklenememesi gibi.
Söz konusu ettiğimiz ve birçok olumsuzluklar müslümanlar arasında yaygınlaşıyor. Bunun önüne geçebilmek için Müslümanların daha fazla duyarlılık sahibi olması gerekiyor. Adam sen de tavrı yerine bu konuların emri bi’l maruf gereği gündemleşmesi gerekiyor. Yeni Şafak örneğinde olduğu gibi, sevgililer günü ve yılbaşı eklerini “bunlar zaten böyle, konuşmaya bile gerek yok” mantığıyla geçiştirmenin, bizi birçok konuyu es geçmeye zorladığı, duyarsızlaştırdığı unutulmamalı, yozlaşma kültürünü beslemenin bedelleri olacağı bu çevrelere hatırlatılmalıdır.