Meydanlar her şeye rağmen Tayyip Erdoğan’ın yıpratılamadığını gösteriyor. Coşku o eski coşku. Hatta, toplumun hafızasındaki kumpaslarla kurulan ilişki sebebiyle daha da bilenmiş bir coşku.
Kamuoyu yoklamaları, kendi kendini aldatmaya yönelik üretilmiş sonuçlara itibar edilmediği takdirde,Tayyip Erdoğan’ın aynı güçle yola devam ettiğini gösteriyor.
Yani demokrasi olacaksa bu memlekette ve sandık son sözü söyleyecekse milletin kumpasa prim vermediği ayan beyan ortada.
İşin ilginç olanı şu ki, millet çok makul siyasi hesaplar yaparak tavrını belirliyor:
- Varsayalım ki Tayyip Erdoğan’ı devirdik? N’olacak?
- Ak Parti’yi de devirmeyi, yok etmeyi başaracak mıyız?
- Ak Parti kalacaksa, orada Tayyip Erdoğan’ın cesedi üzerinde liderlik yapacak bir isim bulunabilir mi?
- Ak Parti’yi yok edeceksek, geride nasıl bir siyasi tablo ortaya çıkmış olacak?
- MHP-CHP ortaklığı mı? Ya ona yeterli oy bulunamazsa?
- Sonra bu ortaklıkta artık siyasi bir mücadele verdiği ve devlet içindeki uzantılarını siyasi amaç için kullandığı net biçimde ortada bulunan Camia nereye konacak? Onunla da siyasi bir pazarlığa oturulacak mı?
- Ve bütün bunlar, hangi milletin gözleri önünde ve hangi millet dışlanarak gerçekleştirilecek?
Millet bu sorular üzerinde düşünüyor ve “Erdoğan’dan ötesi kaos” kararına varıyor.
Yani şu anda Erdoğan’ı tasfiyeyi amaçlayan tüm kalkışmalar siyasetin anormal biçimde zorlanmasıdır ve varacağı yer kaostan başka bir şey değildir.
Bunu da derin millet bilinci çok net olarak okuyor.
Birileri hep saf köylü olarak bakmıştır millete.
Oysa o, tek parti döneminde “devletine küserken” de o derin bilincini devreye sokmuştur, çok partili hayat içinde kitle partileriyle ilişkilerini düzenlerken de...
Türkiye, 2002’den sonraki döneme o “derin millet bilinci” ile gelmiştir.
Menderes, o derin millet bilincini okuyabildiği için ilk iş olarak ezanı asli ifadelerine döndürmüştür.
Demirel’in “Bu millet göğsünü gere gere Müslümanım diyebilmelidir” sözünü, inansa da inanmasa da, derin millet bilinci ile bağlantılı bir siyaset yapma zorunluluğunu hissettiği için söylemiştir.
Özal’da o bilinç daha diri görüntüler sergilemiştir.
Erbakan’da o bilinç keskin ölçülerde vardır.
Ve Tayyip Erdoğan - Abdullah Gül - Bülent Arınç - Ahmet Davutoğlu....vd... derin millet bilincinin içinden süzülüp gelmiş diri kadrolar olarak siyaset sahnesine çıkmışlardır. Millet bu kadroları 60 yıldır hazırlıyordu, günü geldi ete kemiğe büründüler.
Tek parti dönemi milleti boğmuştu.
Çok partili hayata geçiş, milletin boğazındaki ilmeğin çözülmesidir ve o günden beri millet daha rahat nefes aldıkça daha özgür sesler çıkarmıştır siyaset alanında.
5 askeri müdahale, yeniden ilmek geçirme girişimidir ama, millet her gün daha bir diri hamleyle bunları püskürtmüştür.
Bakıyorsunuz, hala birileri, millet iradesini tehdit etmekle meşgul.
“Ülkeyi yönetemezsiniz” diyenleri mi ararsınız?
Başbakan’ı “yok hükmünde görenleri” mi?
Yani “millet iradesini yok hükmünde görenler”i mi?
Bu sürecin en absürd yanı, Asker’in “millet iradesi” gerçeğini içselleştirmesine karşılık, halk içinde oluşan ve “Dini aidiyet” sebebiyle derin millet bilincine merbut olması beklenen “Camia”nın“misyon bulanıklığı” içine girmesi başka dünyaların kaos planına malzeme taşır hale gelmesidir.
Geçen gün bir dostum “Yıldırım Bayazıt Ankara Savaşı’nda Timur karşısında neden kaybetti, hatırlayın, dedi. Yanındakiler karşı tarafa geçmişti de o yüzden, değil mi?”
Millet artık Ankara savaşlarını da, Timur’u da doğru okumaya başladı.
Kayseri’den yazan Fatih Caner bey, bakınız ne diyor:
“Herkes şunu bilmeli: Şifre Arabın ağladığı tepe.
Biz böyle bir tepede ağlamak istemiyoruz ve ağlamayacağız inşaallah.”
Arab’ın Endülüs’te ağladığı tepe. İslam dünyasının yüreğindeki acı.
Tarih notu: Ebu Abdullah Muhammed, Endülüs’ün son hükümdarı, bir kayanın üzerine çıkar ve Elhamra’ya son kez bakar. Gözyaşları içinde dudaklarından şu sözler dökülür: Elveda Elhamra elveda Endülüs....
Ebu Abdullah’ın halini gören annesi Ayşe Hatun ise şu ibretli sözleri söyler: Ağla hain ağla. Uğrunda savaşmayıp, erler gibi koruyamadığın memleket için şimdi kadınlar gibi ağla..
İspanyollar Ebu Abdullah’ın hıçkırıklara bürünüp ağladığı bu tepeye “Puerto del Suspiro del Moro” (Mağripli’nin İç Çekişi” yani ağladığı liman) adını verdiler.
Tayyip Erdoğan “Türkiye’nin Türkiye olarak kalması için” ağlamak yerine mücadele ediyor, dense yanlış mı olur?
STAR