Grekçe bir kelime olan kaosun sözlük anlamı, açık duran uzay boşluğu, uçurumlar, açıklıklar, boşluklar demektir. Kelime aynı zamanda eşyanın veya nesneler bütününün ilk halini ifade eder.
Varlığın kökeni ve başlangıcı konularında Yunan mitolojisi ile Hıristiyan metafiziği arasında bir çelişki vardır. Yunan mitolojisine göre başlangıçta "kaos", Hıristiyan metafiziğine göre ise önce "söz", yani logos vardı. Kaos ile logos birbirinden ayrı şeylerdir. Fakat Hıristiyanlığın Batı'ya geçişinden sonra, eki bakış açısı veya telakki farkı kaynaştırılacak ve "Zanaatkâr Tanrı" düşüncesi, Hıristiyanlığın da kabul edebileceği bir form haline dönüştürülecektir. Uzak mesafeden Yunani karakter taşıdığı düşünülse de Hıristiyanlık Yuhanna İncili'yle logos kavramını getirmiş, "önce söz vardı" demişti. Yunan hikmeti veya Hıristiyan formülü olsun, başlangıç noktasında "söz"ün konulmuş olması tesadüfi değildir; hikmetin menşeindeki birlik göz önüne alındığında bunun İslam'daki "Kün" emrine tekabül ettiği söylenebilir. Eğer söz var idiyse, bu bir "Emr-i İlahi"dir ve o da İslam'daki "Kün (Ol)!" emridir.
Hıristiyanlığın ve Müslümanlığın yaratılışı "Emr-i İlahi"ye bağlaması ile Yunanlıların kaosu varsayımı arasında bir karşıtlık söz konusudur. Hıristiyanlıkta da Halık, yaratan Tanrı, İslam'daki gibi "Kün" emriyle tekvini meydana getirmiştir. Allah "Kün!" dedi ve kâinat tekevvün etti. Kâinat, tekvin, kün, imkân, mekân.. aynı kökten gelir. Sonuç itibarıyla başlangıçta bir sözle bu ortaya çıkmıştır ve söz de "nefestir". Bizde -özellikle sufiler- kâinatı, "Nefesürrahman" yani "Rahman'ın Nefesi" olarak tarif ederler. Demek ki burada "Zanaatkâr Tanrı" tasavvuruna mahal görünmemektedir. Bizde de kelamcılar zaman zaman eser ve müessir kavramlarını kullanırlar; fakat İslam kelamcılarının müessir olan Tanrı tasavvuru zenaatçıyı çağrıştırmaz.
Diğer yandan kaos fikrinin, zorunlu kıldığı sonuçlar vardır: Kelime, düzenin zıttıdır. Demek oluyor ki başlangıçta bir karışıklık, bir karmaşa söz konusu olmuştur. Bu bize bir düzenleyicinin olmadığı fikrini telkin eder. Kâinatı yaratan bir yaratıcı yoktur; verili olanaklar vardır. Meşşailerin ve Eş'arilerin arasında temel tartışma noktalarından biri âlemin kıdemi konusuydu. Gazali, sırf bundan dolayı, yani Meşşaileri, âlemin kıdemine inandıkları için tekfir ediyordu.
Kaos fikrini kabul etmemiz durumunda bunun başka sonuçlarını da kabul etmek gerekecek. Buna göre varlığın kendisinde bir gayesi yoktur, ona dışarıdan birileri herhangi bir hedef veya amaç atfetmiş değildir. Kaosu savunanlar, ya Yaratıcı kabul etmez veya Yaratıcı'nın başlangıçta amaçsız (boş ve abes) bir iş yaptığını varsayar. Ne tekvin olmuştur, ne yasalar vazedilmiştir ne varlığın bir süresi/eceli vardır. Anlamdan ve amaçtan yoksun bir varlık söz konusuysa uluhiyet ve rububiyet fikri de aranmaz. Yani varlık üzerinde bir otorite aranmaz.
Kaosun bitiminden sonra her nasıl olduysa kozmos olmuştur, yasalar kendiliklerinden teşekkül etmiştir, bize düşen, işleyişin ve yasaların ne olduğunu öğrenmektir. Determinizm fikri de buna bir çözüm olmak üzere icat edildi. Çünkü kaosa dayalı varlık görüşünden hareketle bilgi üretmek mümkün değildir. Determinizm, yasaların mutlaklığına atıfta bulunur: Aynı sebepler aynı sonuçları doğurur; sebep-sonuç ilişkisi vardır ve bu ilişkiler arasında bir bağıntı söz konusudur.
Nasıl ki, kaos fikrinin önemli sonuçları olduysa, determinist düşüncenin de sonuçları vardır. En önemlisine göre, fizik dünya yeniden tasarlanabilir düşüncesidir. Kâinatı, Newton'un tasarladığı gibi koskoca bir makine şeklinde düşünürsek, aksamları ve parçaları olan bu makinenin, bu aksamları ve parçaları arasında bir ilişki ve bu ilişkileri belirleyen yasalar söz konusuysa; biz bunları bildiğimiz takdirde sırrını çözmüş oluruz; aynı yasayı farklı şekilde tasarlayabiliriz; öyleyse bu, farklı bir evren tasarlayabiliriz, yani yeniden yaratabiliriz anlamına da geliyordu. Yani Tanrı'nın yaptığı işi yapabiliriz.