Halil Berktay, "Kanlı 1 Mayıs" tartışmalarına bugün Taraf gazetesinde bir alıntıyla devam etti. Dilâra Kâhyaoğlu'nun bir internet sitesinde yayınlanan tanıklığını notlandırarak aktaran Berktay, konuyla ilgili Taraf'taki köşe yazılarına da devam ediyor.
İşte Dilâra Kâhyaoğlu'nun tanıklığı:
***
Aşağıda okuyacağınız anlatım, 1 Mayıs 2012 bu tartışmanın başlamasının ardından, 5 Mayıs 2012’de bir internet sitesinde yayınlanmış, oradan da Küyerel’e ve başka internet sitelerine yollanmıştır. Yazardan, kendi ismiyle yayınlamak için izin almış bulunuyorum. Yalnız köşeli parantez içindeki ara başlıkları, bu tanıklığın özellikle hangi noktalara açıklık getirdiğini işaretlemek bakımından, tarafımdan konmuştur. – HALİL BERKTAY
1 Mayıs 1977: Tarlabaşı’ndan, Halkın Yolu İçinden Bir Tanıklık
1 Mayıs’a (77) Halkın Yolu denilen grubun içinden katılmıştım. Üçlü Grup’tan, Maocular denilen gruplardan biri... Diğerleri Halkın Kurtuluşu ve Halkın Birliği idi. Sabah Saraçhane’de toplandık. Akşama kadar yürüdük. Taksim’e yaklaştıkça gerginlik had safhaya ulaşmıştı. Çünkü orada yürüyen çoğu insan “ne olursa olsun Taksim’e gireceğiz” diye kendini programlamıştı, programlanmıştı. Önlerde değil, en önlerdeydim. O sırada oldukça dar olan Tarlabaşı’ndan yürüyorduk. Kortejin sağ kenarındaydım. Uzaktan barikat görüldüğünde artık hava kararmak üzereydi. Renkli görevli giysileri içinde yığınla insan yolu kapatmıştı.
[Tarlabaşı tarafında, DİSK barikatını yarmak için ne kadar silâh atıldı]
Belli bir mesafeye kadar çılgınca slogan atılarak gelindi. Sonra bir iki el ateş etti biri. Belki de birden fazla kişi, çünkü artık insanların bellerinden silâhlarını çıkartmaya başladıklarını ve havaya kaldırdıklarını görebiliyordum. Sadece saniyeler içinde öndeki grubun, militanların; çok çok sayıda silâhla havaya ateş ederek ve delicesine barikata koştuklarını gördüm. Havaya ateş ederek çılgınca bir koşuya başlamışlardı. Demek barikatı bu şekilde yarmayı planlamışlardı. Öndeki herkes ne yaptığını gayet iyi biliyordu. Hepsi ateş ediyor ve koşturuyordu. O ilk ateş bir işaretti. Ve o öndeki grubun beklediği bir şeydi. Tek bir bocalama görmedim. Meydandaki tanıkların anlattığı “önce bir iki el silah sesi geldi arkasından aralıksız silâh sesleri geldi” dedikleri olay buydu işte.
O zamana kadar miting sesleri yankılanarak geliyordu. O ana kadar başka yerden gelen tek bir silâh sesi yoktu. Her şey anlattığım şekilde oldu. Barikattaki dalgalanmayı gördüm, zaten kimse orada kalamazdı. Sağdaki ilk sokağa girmeye çalıştım. Herkes öyle yapıyordu. O silâhlı kişiler sonra ne yaptı bilemem, ondan ötesini görmedim. Tarlabaşı’ndan gelen bütün grup, bütün o kalabalık, sağlı sollu Tarlabaşı’nın o eski ve dar sokaklarına daldı. Yanımda bir kız arkadaş vardı, birileri soldaki bir eve giriyordu. Biz de girdik. Evin aşağı doğru inen oldukça uzun merdivenleri vardı. Birileri benden önce aşağı düşmüştü, ben de düştüm, başkaları da benim üzerime düştü. Sol dizim ve bacağımdan yaralandım. Sürekli ateş ediliyordu. Orada, dışarıda, hattâ meydanda belki de...
[Nasıl bir silâhlılık ve silâh kullanma alışkanlığı vardı]
Bilen bilir, sadece ses duyarak özellikle belli mekânlarda, yankılanmadan dolayı silâh seslerinin nereden geldiğini öyle kolay kolay anlayamazsınız, benim gibi gözünüzle görmediğiniz sürece o kadar kolay emin olmazsınız. Her zaman olduğu gibi, her olayda olduğu gibi; belinde silâhı olan herkesin silâhını havaya kaldırıp ateş ettiğine eminim bu kargaşalıkta. Bu, artık alışılmış bir ritüeldi. Belinde silâhı olan çoğu çocuk yaşta kişiler, böyle anlarda kaldırıp onu sıkacak işte, önlenemez bir arzu ve iştahla sıkacak... Buydu, o zamanlar hep böyleydi.
[Olayın hemen ertesinde, moral bozukluğu ve suçluluk hissi ne düzeydeydi]
Sonra her şey bitti. Silâh sesleri kesilmişti bu sefer de başka sesler geliyordu. Evde çok da uzun süre kalmamıştık. Dışarı çıktığımızda hiç kimse yoktu. İnanılmaz bir şeydi. O kadar kısa sürede o koca kalabalık yitip gitmişti. O silâhlı militanlar arkalarına dönüp baktıklarında takip eden hiç kimseyi göremediklerinde çok şaşırdılar mı acaba?
Muhtemelen Taksim Meydanı daha geç boşalmıştır. Hiç bilmiyorum. Hava kararmıştı, arka sokaklardan dolaşarak Site Öğrenci Yurdu’na haber almaya gittik. Cep telefonu yoktu ve gidip neler olduğunu birilerinden öğrenmek gerekiyordu. Tanıdığım birini bulduk. O sırada biz yoldan gelene kadar haberler televizyon ve radyolardan yayılmaya başlamış meğerse, O arkadaş “... [? hatırlamıyorum] insan ölmüş diyorlar” dedi. Çok kötü durumdaydı. Herkes çok kötüydü. Orada bir sürü insan vardı ve herkes haber almaya gelmişti. Kimse konuşmuyordu. Bilenler ne yaptıklarını gayet iyi biliyorlardı bence, neye yol açtıklarını. Ama bu kadar dehşet bir sonuç beklemediklerine eminim. Asla tahmin edilemeyen (nasıl tahmin edilemez) bir şey olmuştu onlara göre.
[Sular İdaresi üzerinden polis ateşi efsanesi ne zaman ve nasıl icat edildi]
Sonra bu işi nasıl tamir edeceğiz diye birileri düşünmüş olmalı ki Sular İdaresi üzerindeki o polislerin fotoğrafını kullanarak bir efsane icat ettiler. Benim hatırladığım bunu ilk kez Halkın Yolu yaptı. Bu fotoğraf ilk kez Halkın Yolu’nun olaydan sonraki ilk sayısında kapaktan verildi. Herkes bu masala dört elle sarıldı. Orada polisler vardı ve işte onlar halkın üzerine ateş etmişti, falan filan. Orada bulunup da yakından şahit olanların içten içe inanmadığı bir şey olmalı bu, ama dışarıdan bakınca herkes buna sarılmıştı. Ben önlere doğru gelmeseydim ve olanları bu kadar yakından görmeseydim, yine “acaba” derdim ama muhtemelen bu masala inanmayı seçerdim. O sayı bulunabilirse neler yazıldığı ortaya çıkar. Bu masalı Halkın Yolu’nun o zamanki şefleri icat etti diye düşünüyorum. Diğer gruplar da (Üçlü Grup) bu masalı aynen kullandı, Halkın Sesi sonradan kullanmış olabilir. Araştırmak lazım, o zamanki dergiler nerede, kimlerde vardır ama benim hatırladığım yukarıda yazdıklarımdır. Efsane yayılarak bugüne kadar geldi. O zamanlar tanıdığım insanların bunu sorguladıklarına bir kere bile şahit olmadım.
[İnsanlar neden bu efsaneye mutlaka inanmak ihtiyacında]
1 Mayıs 77 benim için bir dönüm noktasıdır. Orada, o gün neler olduğunu, insanlara neler yapılabileceğini gördüm. Bundan önce de görmüştüm neredeyse her mitingde, neredeyse her cenaze töreninde, ama 1 Mayıs başkaydı. Ben gördüklerimi yakın çevreme yeri geldikçe, konu açıldıkça her seferinde anlattım. Yıllardır da anlatıyorum. “Hayır, öyle olmadı, böyle oldu, ben oradaydım hem de tam orada” diye... Gördüm ki kimse bana inanmıyor. İnanmaz gözlerle bakanlar, suratına bir gülümseme yerleştirip sırıtarak seni dinleyenler, Halkın Yolu’nun icadı Sular İdaresi üzerindeki polisler masalını sanki kendileri oradaymış da bizzat görmüşler gibi, inanılmaz katılıkta, seninle kavga ede ede savunanlar... Neden? “Solcular bunu birbirlerine yaptılar” demek istemiyor kimse, bu asla kabul edilemez bir şey. Nasıl olur? Elbette “derin devlet” yaptı, elbette “kontrgerilla” yaptı yanıtı, en kolay çözüm. Bu olay göstere göstere geldi. Kırmızı Pazartesi ’ndeki gibi. Ha devlet de bunun farkındaydı. Aksi düşünülemez. Aylar önceden başlayan bildiriler, dergiler, afişler, “giremezsiniz- gireceğiz” iddialaşması... Her şey açıkça, herkesin gözü önünde cereyan etti.
[İdeolojik düşmanlık ne boyutlardaydı]
Önlemek için hiç bir şey yapmadılar. Niye yapsınlar, istedikleri şey ayaklarına kadar gelmişti herhalde. Aslında isteseler önleyebilirler miydi? Muhtemelen önleyebilirlerdi diye düşünüyorum. Ama o gün onlarca silâhlı militan koşarak ve havaya ateş ederek barikatı yarmaya çalışmasaydı bunların hiç biri olmayacaktı; zaten mitingin bitmesine de az zaman kalmıştı, hatta uzamıştı. Ha, bir de DİSK yanı var işin. Onlar da “hayır sizi buraya sokmayacağız” demeseydi yine bunlar olmayacaktı; ama bu durumda bile, alanda başka çatışmalar olabilirdi, mutlaka bir şeyler çıkardı, çünkü her iki taraf da birbirilerinden faşistlerden nefret ettikleri kadar nefret ediyorlardı.
Bir de Aydınlıkçılar tarafı var işin. Üçlü Grubun teorisyeni kesinlikle Aydınlık’tı... Yaptığı yayınlarla diğer gruplara hem argüman sağlıyor hem de kışkırtıcılık yapıyordu. Birisi oturup o zamanki yayınları incelese ne iyi olur, bunların analizini yapıp, o dönemin tarihini yazmak lazım artık. Bu arada, Aydınlıkçılar Üçlü Grupla yürümedi; hattâ duyduğumuza göre buna kesinlikle karşı çıkmış ve hattâ ayrı koldan yürünmesini engellemeye çalışmışlar ama ikna edememişler. Nitekim kendileri alana tek tek girmişler.
[Gerçek bir kere telâffuz edilince]
[2 Mayıs] Çarşamba günü Taraf ’ta Halil Hoca’nın açıklamasını okuduğumda ağzımdan hemen ilk anda şu kelime döküldü: “Nihayet...”
Tarihe kayıt düşmek adına hiç olmazsa gördüklerimi yazmak istedim ama bir zamanlar Üçlü Gruba şeflik yapmış, bu kararın (“Taksim’e gireceğiz”) alınmasına katılmış, uygulamasını yapmış, dergiye o haberi yazmış (vb) insanların çıkıp konuşması çok daha önemli.