Kandil istifa!

Yıldıray Oğur

"PJAK ile İran İslam Cumhuriyeti arasında çözülmesi gereken sorunların olduğu açıktır. Ancak bu sorunların, şiddetle ve askerî yöntemlerle değil, karşılıklı diyalog ve siyasi yöntemlerle çözülmesi tarafların çıkarları açısından en doğru bir yaklaşımdır.”

Durun. Hemen “Türkiye’deki Kürtler bitti sıra İranlı Kürtlere akıl vermeye mi geldi” diye karşı taarruza geçmeyin, “Peki sen biliyor musun İran’ın Kandil’i nasıl bombaladığını, kaç PJAK’lı genci doğru düzgün bile yargılamadan astığını” diye parmak sallamaya başlamayın.

Kötümserlikten doğan bir asabiyeti solculuk zanneden, genç kızlar, hamile kadınların öldürülmesini eleştirmeyi terbiyesizlik ilan edenlere bunu nasıl anlatırız bilmiyorum ama bu itidal ve barış tavsiyesi Kürtlerin neler çektiğini bilmeden rahat koltuğundan konuşan tuzu kuru bir İranlı liberalin kaleminden çıkmadı.

Bu akıl dolu barış ve itidal tavsiyesi geçen haftalarda Kandil’den geldi.

İran, Kandil’e tarihinin en ciddi askerî kara operasyonunu yaparken KCK’nın bu resmî açıklaması dışında Karayılan da konuşma gereği duydu ve muhtemelen oturduğu yerden top seslerini duyduğu İran’a şunu teklif etti: İdamlar durursa PJAK siyasal alana çekilebilir.

Altı yıl masada oturduğu, 30 milletvekilliği, 101 belediye başkanı olan, Cumhurbaşkanı’nın Meclis’i “Kürt sorununa demokrasi içinde çözüm lazım” diye açtığı, en milliyetçi parti liderinin bile BDP’lilerin Meclis’e dönmesinin hayrına inandığı, Başbakan’ın “Silahlar susarsa operasyonlar durur, PKK ile MİT yeniden görüşür” diye açık çek verdiği ülkenin hem de örgütün yarı tanrısal lideriyle anlaştığı sınır dışına çekilme talebine, önüne gelene ateş açarak cevap veren bir örgüt, ordusuyla üzerine gelen bir ülkeye sadece adamlarını asmaması karşılığında silah bırakmayı teklif etti.

İdamlara karşı ne güvence alındı bilinmez ama İran’ın resmî açıklamasına göre 180 PJAK’lının öldürüldüğü kara operasyonu sonunda bütün kamplarına girilmiş PJAK, İran’la o ateşkesi imzaladı. Türkiye’de pek gündeme gelmeyen ateşkesin maddeleri de epey ağır: PJAK, artık İran sınırları içinde askerî faaliyette bulunmayacak, güçlerini İran sınırından en az bir kilometre uzağa çekecek ve örgüte artık İranlı militan alınmayacak.

Özellikle son madde 1975’te Kürdistan’ın dört parçasını kurtarmak için yola çıkan PKK’nın bir parça da silahlı mücadeleden vazgeçtiği anlamına geliyor. Yani İran, tümüyle askerî yöntemleri kullanarak PJAK’ı silahsızlandırmayı, sivilleştirmeyi, düz ovaya indirmeyi başarmış gözüküyor. Başka türlüsünü denemeye çalışan Türkiye’ye çok kötü bir örnek bu.

Onlara göre Güney Kürdistan Türkiye’ye göre Kuzey Irak’ta Barzani ve Talabani ile ilişkiler tarihinin en kötü günlerini yaşıyor. Başbakan’ın “yaka silkiyorlar” sözünü doğrulayan açıklamalar geliyor iki liderden. Suriye’de tamamen antiemperyalizm üzerinden Esad’a oynanan kartlar da arkasından İran’ın bile çekildiği Suriye’deki eski dostun sallanmaya başlamasıyla boşa çıkmakta. Esad sonrası Suriye’de Kürtlerin durumu ve gücü riske giriyor.

Ve savaşın sınırları içindeki bir köyde başladığı esas cephe, ‘Kürdistan’ın kuzeyi’. PKK, tarihinde ilk kez bu kadar sert biçimde sorgulanıyor Kürtler tarafından. Siyaseten bu kadar güçlü olduğu bir kavşakta şiddette ısrarın sebep-i hikmeti anlaşılamıyor.

Hâlâ cevabı anlaşılamayan en önemli soru şu: 6 Temmuz 2011 günü avukatlarına “Barış Konseyi’nde anlaştık. 1-1,5 ay içinde yürürlüğe girer” diyen Öcalan’ın yine o görüşmede söylediği “Zaten şu an devrimci halk savaşını durdurmuş bulunmaktayız” sözlerine rağmen sadece sekiz gün sonra Silvan’la ateşlenen Devrimci Halk Savaşı neden başladı?

Bu soruya verilen “protokoller imzalanmadı” cevabını bu protokolü yaptıkları söylenen iki taraf, yani hem Başbakan hem de Öcalan “İmzalanacak protokol yok, görüşme var” diyerek yalanladı.

O sorunun verilemeyen cevabı şu: Kandil Devrimci Halk Savaşı’nı denemek istedi. Öcalan’a “çok güçlüyüz, buna hazırız, masaya daha güçlü otururuz” diye haber gönderdi. Arap Baharı gibi bir Kürt Baharı yaşanacağını düşündü. Öcalan bu karara direndi. Sonra ona rağmen bu strateji uygulanmaya sokuldu. Öcalan aradan çekildi. BDP’liler Meclis’e gönderilmedi. Savaş tırmandırıldı. Ama günün sonunda bu Devrimci Halk Savaşı stratejisi iflas etti. BDP ortada boykotun gerekçelerini kaldıran hiçbir değişiklik yokken Meclis’e döndü. Şehre taşınan savaş Kürt sivilleri vurdu. Ölen onlarca asker, polis, sivil, intihar saldırılarına gönderilen gerilladan sonra tekrar 14 temmuzdan bir gün öncesine döndük. Eğer Kandil’de seçilmiş bir hükümet olsaydı, tüm bu başarısızlıklar yüzünden istifa etmek zorunda kalırdı herhalde.

Meşhur Çehov kuralıdır. İlk sahnede bir silah göründüyse oyun sırasında o silah mutlaka patlamalıdır. PKK’nın 1975’te yola çıkarken hem de devlete karşı meşru müdafaa için değil, siyasi bir tercihle, devrim yapmak için eline aldığı, 1984’e kadar da “işbirlikçi, gerici, feodal Kürtlere” karşı kullandığı yani ilk sahnede görünen o silah patlıyor. Hâlâ. Çehov duysa ne derdi bilmiyorum:

İlk sahnede silahlar dışında insanlar da göründüyse onların da oyun bitmeden konuşmaya başlamaları gerekmez mi artık? Tıpkı İran’la konuştukları gibi.

yildirayogur@gmail.com

TARAF