Şu kamyonet, onyıllardır anlatılageldi, 1 Mayıs 1977’deki “devlet tertibi”nin bir parçası diye. Buna göre (1) panik tesadüfî (meydana gelmiş veya girmeye çalışan sol grupların ateş açmasının hesaplanmamış sonucu) değilmiş. Bizatihî devlet panik çıkarmayı planlamışmış. (2) Aynı şekilde devlet, kaçışan kitlenin gidip Kazancı Yokuşu’na yığılacağını da öngörmüş. (3) Bu tıkanıklık büsbütün artsın ve insanlar birbirini daha fazla ezsin diye, o kamyoneti de oraya kasten bırakmış.
Mustafa Yalçıner de Taraf’taki demecinde (19 Mayıs) kamyonete ve Amerikalılara büyük yer vermiş. Hattâ, sözcük saydım, iddialarının dörtte birini (354’te 87) kamyonet kaplıyor; biraz kısaltarak aktarıyorum :
“Bunların hepsi kontrgerilladır. Herhalde o kamyonu da Halkın Kurtuluşu koymamıştır. (...) Önceden örgütlenmiştir, o kamyonu da oraya getirip koymuşlardır. En büyük zayiat da orada olmuştur. Kamyon yolu tıkadığı için Kazancı Yokuşu’nun girişinde çok sayıda insan kaçayım derken birbirlerini çiğneyerek (...) altında kalmışlardır birbirlerinin.”
Burada küçük bir problem var : Yalçıner’in demecinin çıktığı 19 Mayıs tarihinde, bu iddia salt olgusal düzeyde çökmüş, bir fiskede çökmüş, iki haftadır çökmüş bulunuyordu. 4 Mayıs’taki CNN Türk panelinde, işin gerçeğini zaten bilen (miting için İzmir’den gelmiş, eski İGD’li) Cemil Koçak’ın sorusuna cevaben eski tertip komitesi başkanı Mehmet Karaca, onun bir DİSK afiş kamyoneti olduğunu açıkladı ve sonradan bu, ilgili (Ankara merkezli) Teknik-İş sendikası tarafından da doğrulandı. Hattâ internette bazı gençler kendilerini aldatılmış hissettiklerini de yazdılar.
Öyleyse Mustafa Yalçıner, niçin gerçekle ilgisi olmayan, ilgisi olmadığı ortaya çıkmış bir noktada israr eder ? Bir ihtimal, hoşlanmayıp bile bile görmezden gelmesidir. İkinci ihtimal, bu tartışma patlak verdiğinden beri hiçbir şey okumamış ve izlememiş olmasıdır; yani bir düzlemde, sırf bilgisizlikten böyle konuşuyor denebilir. Ama bu da, gerçeklere kendini tümüyle kapamış bir iman haline işaret eder. Paradigmatik körlük böyle bir şeydir; insan ya doğrudan kulaklarını tıkar, gözlerini kapatır ve inancına aykırı her şeyle temasa gelmeyi reddeder. Ya da okuyor ve izliyor gibi yapsa bile birleştirmez, anlamaz, algılamaz; sadece, eski paradigmasını ayakta tutmak için malûm fıkradaki “uysa da uymasa da...” misali cevap yetiştirmeye bakar. Mustafa Yalçıner’in bu açıdan hayli tipik olduğu; birçok eski solcunun 1 Mayıs tartışmasındaki ruh halini karakterize ettiği kanısındayım.
Fakat tabii kamyonete ilişkin salt ampirik düzeltmenin ötesinde, daha ciddi bir mantık, daha doğrusu mantıksızlık sorunu var : Böyle bir makro-vizyon olmuş olabilir mi ? Diyelim ki devlet, solu kötülemek ve küçük düşürmek için, meydanda panik yaratmayı düşündü ve amaçladı (bana göre, bunu yaptıysa da gene sol örgütler aracılığıyla yaptı). İyi de, bu başka, insanlara birbirini ezdirterek öldürtmek diye bir plan olması gene başka. Taksim’in bir yığın çıkışı var. Bir kısım insanın gide gide Kazancı Yokuşu’na yığılacağını nasıl kestirip ona göre pusu kurabilir ? Devletin veya başka kimsenin böyle tanrısal bir öngörüsü olabilir mi ? Sharon Stone, Temel İçgüdü’de süper-psikolog bir kadını oynuyordu. O kadar zekiydi ki, kendine hedef seçtiği ve/ya şüphelenip peşine düşen polisler dâhil herkesin bütün reaksiyonlarını hesaplıyor ve hepsini parmağında oynatıyordu. Realite böyle değil. İnsan davranışlarını yüzde yüz öngörüp manipüle edebilmek, işte böyle, bir masallar ve komplo teorileri âlemine ait.
Hemen ekleyeyim; solun geçmişte üretip inanageldiği komplo teorilerinin bir boyutu da çağdaş dünya bilgilerinden yoksunluk; kısaca dünyadan habersizliktir. Şimdi bu açıdan bir de, Mustafa Yalçıner’in tâyin edici önem izafe ettiği şu Amerikalılar faslına bakalım. Nedir, kastedilen ? Gene 1 Mayıs 1977’nin biraz sonrasından itibaren tekrarlanan şu tevatür : 1 Mayıs sabahı İntercontinental oteline on kişilik bir Amerikalı grubu gelip yerleşmiş. O akşam olaylardan sonra da hemen otelden ayrılmışlar. İşte bu, olayları CIA’nin planladığını gösteriyormuş.
Akıl var, iz’an var. İstanbul 1977’de bile 4.5 milyonluk küresel bir şehir; dünyanın her yanından turist geliyor, işadamı geliyor, turist geliyor, ne gelirse geliyor. İntercontinental şimdi The Marmara oteli; internetten baktım, 370 küsur odası var. On Amerikalı nedir, ne ifade eder ? Saymışlar mı, 30 Nisan ve 1-2 Mayıs günlerinde otelde başka kaç Amerikalı kalıyormuş ? 50-60 da çıksa, 100 de çıksa ne olur ? Her Amerikalı, CIA mi demek ? Diğer yabancıları da unutmayalım. Aynı günlerde kaç İngiliz ve Fransız kalıyordu İntercontinental’de, kimse saymış mı ? Neden saymamış; “asıl komplo” ortaya çıkmasın diye mi ? Ne yani, onları baştan masum kabul edebilir miyiz ? Ne malûm, CIA’nin çok öne çıkmamak için MI6 veya Deuxième Bureau’yu âlet etmediği ?
Geçin efendim. Üzülerek söylüyorum, CNN Türk panelinde (4 Mayıs) Mehmet Karaca da biraz bu piste girdi (öyle ki, Bülent Uluer isyan etti, derin devlet adam öldürmeyi illâ CIA’den mi öğrenecek diye). Normalite ve anormalite diye bir şey var. Bazı solcular dışarıdan nasıl görüldüklerinin farkında değil. Üç gün sonra üniversitede bir arkadaşım, “on Amerikalının gelip gitmesinden tertip çıkarıyorlar; dehşet içinde kaçmış olabilecekleri akıllarına dahi gelmiyor” dedi ve ekledi :
“Yahu Halil, ne uğraşıyorsun bunlarla, bu kafadan ne köy olur ne kasaba.”
TARAF