Kamusal alanda başörtüsü

Etyen Mahçupyan

Başörtüsü genelde bir 'kadın sorunu' veya 'din ve vicdan özgürlüğü sorunu' olarak tanımlanıyor. Ancak meseleye çözümsüzlüğün nedenleri üzerinden yaklaşırsak, aslında bir 'kamusal alanda kimlik çatışması sorunu' olduğu anlaşılıyor.

Diğer bir deyişle meseleyi sadece başörtülüler, hatta dindarlar üzerinden anlamak mümkün değil. Bu konuyu 'sorun' haline getiren şey devletin laiklik anlayışı ve laik kimliğin bu anlayış etrafında cemaatleşmiş olması. Yargının da devletçi laikliğin parçası olması, söz konusu sosyal reddiyenin gayri meşru yollardan 'hukuksal' gibi gösterilmesine vesile oldu. Açıkça söylemek gerekirse muhafazakâr kesimin erkek egemen yapısı da bu durumu pekiştirdi. Erkek yaşantısını veri alan, istihdam başta olmak üzere kamusal hayatı erkekler üzerinden kurgulayan muhafazakârlar, kişisel ve cemaatsel çıkarlarının başı açık kadın gerektirdiği kanısını da yadırgatıcı bulmadılar. Buna AKP iktidarının resmi ideoloji karşısındaki tedirginliğini ve siyasi yalnızlığını da eklediğimizde, başörtülü kadınların nasıl 'terk edilmiş' olduklarını hayal etmek zor değil...

Bugün önümüzde hâlâ iki temel tartışma alanı var. Bunlardan biri ilköğrenimde başörtüsünün serbest olup olmayacağı, ki bu konu 'çocuğun' aileye mi, yoksa devlete mi ait olduğu tartışmasıyla bağlantılı. Bir görüşe göre çocuk hem ailenin hem de devletin uhdesi altında bir varlık ve ailenin 'yanlış' yaptığı her noktada devletin müdahale etme, hatta çocuğa 'el koyma' yetkisi olmalı. Ne var ki bu bakış, ailenin ilköğretim dönemine kadar olan sürede çocuğun tüm dünyası olduğu gerçeğini yok sayıyor. Bu açıdan bakıldığında aile çocuk için bir tür 'anadil', çocuğun normlarının, ahlak anlayışının geliştiği ortam demek. Devlet müdahalesinin mantığı ancak çocuğun aile tarafından suistimal edilmesiyle ortaya çıkabilir, ama herhangi bir ailenin çocuğunu 'kendisi gibi' veya 'istediği gibi' giydirmesini suistimal olarak adlandırmak gülünç olur. Öte yandan başörtüsünün dinle ilişkisini vurgulayacaksak, yine her ailenin kendi çocuğunu inandığı dinin gereklerine göre yetiştirme hakkı olmalıdır. Eğer devlet bundan rahatsızsa, bu, o devletin 'laik' olmadığını ve ayrımcı bir felsefeye sahip olduğunu gösterir. Nihayet çocuğun devlete ait olduğunu ileri sürenlerin 'devlet kime ait?' sorusunu yanıtlamaları gerekiyor. Çünkü eğer devlet o ailelere ait değilse, çocuğu ailenin elinden almasının meşruiyeti de olamaz. Dolayısıyla Türkiye gibi toplumsal tercihleri dışlayan 'devlet' sistemlerinde çocuğu devlet adına teslim almanın meşru zemini de yoktur.

Kamusal alana ilişkin ikinci mesele ise 'hizmet veren/hizmet alan' ayrımı... Denildiğine göre başörtüsü, hizmet alanlar için serbest olabilecekken, hizmet verenlerde yasaklanması gerekiyor, çünkü hizmet alanın nesnel, dolayısıyla adil bir hizmet aldığına ilişkin kanaatini olumsuz etkileyebiliyor. Bu savı iddia sahipleri adına en 'uygun' örnek olan yargıda sınayalım... Denen şey, avukatların başörtüsü taşıyabilecekleri ama savcı ve yargıçların başının açık olması gerektiği. Gerekçe ise başörtülü savcı ve yargıçların laik kesim tarafından 'önyargılı' olarak görülecekleri. Peki, acaba başı açık kadın yargıç ve savcılar muhafazakâr kesim tarafından nasıl algılanıyor? Kritik nokta şu ki başörtüsü yasağı öncesinde başı açık kadın savcı ve yargıçlar belki gerçekten de 'önyargılı' olabilecek kişiler olarak görülmüyordu. Ama başörtüsü yasağı sonrasında 'başı açık olanın nesnelliği' de buharlaştı.

Başı açık bir kadın yargıç tarafından yargılanacak olan bir başörtülü kadın düşünelim... Kendisinin o yargıç koltuğunda oturamayacağını, çünkü başı açık kadınların kendisine güvenmeyeceğini bildiğine göre, şimdi kendi karşısında duran başı açık yargıca nasıl güvenecektir? Sırf kıyafetinden ve inancından ötürü 'güvenilmez' olan bu kişi, karşısındaki başı açık yargıcın dindara karşı önyargılı olup olmadığını nereden bilebilir? Bu durumda başörtülü yargılananın zihninde başörtüsüz yargıca ilişkin 'haklı bir şüphe' doğacaktır ve bu durum başı açık yargıcın 'doğal hakim' olmadığını ima eder. Mantıksal çıkarsama isterseniz sonuç şudur: Eğer başörtülü yargıç olmayacaksa, başı açık kadın yargıç da olmamalıdır!

Aksi halde başı açıklığın 'bizatihi' nesnellik, başörtülü olmanın ise 'bizatihi' önyargılılık olduğunu öne sürmek gerekir ki, buna da ancak 'yumuşatılmış ırkçılık' (yoksa 'çağdaşlık' mı?) tabiri uygun düşer. e.mahcupyan@zaman.com.tr

ZAMAN