Kamusal alan: Haklı çıkmaktan bıktım!

Hilmi Yavuz

Falih Rıfkı Atay, ince bir ironiyle, 'haklı çıkmaktan bıktım', demeyi severmiş. Türkiye'de bu işler böyledir. Birileri çıkar ve doğru olanı söyler, ama kimse umursamaz o birilerini: Sonradan, ama çok sonradan, aradan yıllar geçmişken, doğru olanı söyleyen haklı bulunur.

Falih bey'in 'haklı çıkmaktan bıktım', deyişinin anlamı, bu olmalı!

Kimse kusura bakmasın, ben de Falih bey gibi, 'haklı çıkmaktan bıktığımı' söyleyeceğim. Hangi konuda mı? Hangisini söyleyeyim, demiyorum, ama sadece yıllardır, üzerine basa basa durduğum bir meseleyi dile getireceğim: 'Kamusal alan' meselesini...

Başbakanımız sayın Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz salı günü verdiği bir demeçte, açıkça söylemese bile, 'başörtüsü' konusunun 'kamusal alan' kavramıyla ilgili olduğunu ve bunun için de her şeyden önce 'kamusal alan'ın bir tanımının yapılması gerektiğini ifade etti. 'Kamusal alan neresidir? Bilelim!' demeye getirdi.

Ben sayın başbakanımıza, burada, 'sabah şerifler hayr olsun!' diyeceğim. Çünkü bendeniz 'başörtüsü' krizinin çözülebilmesinin, 'kamusal alan'ı tanımlamadan mümkün olamayacağını, bundan tastamam 7 yıl önce,(16 Kasım 2003 tarihinde) bu gazetedeki sütunumda öne sürmüş ve şöyle demiştim:

'Başı örtülü bir avukat hanımın, Yargıtay'daki bir mürafaa sırasında, mahkeme başkanınca salondan çıkartılması, 'kamusal alan' konseptini, Türk kamuoyu ile bir kere daha karşı karşıya getirdi. 'Çankaya Köşkü'nün, 'kamusal alan' olduğu sayın Cumhurbaşkanımızca açıklanmıştı; Merve Kavakçı olayından bu yana Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 'kamusal alan' olduğunu biliyorduk zaten. Üniversiteler ise, yıllardır, başı örtülü kız öğrencileri dışladığı için, 'kamusal alan' kabul edilmekteydiler. Bakalım, bundan sonra daha nerelerinin 'kamusal alan' olduğu anlaşılacak? Evet, bakalım, göreceğiz!

[...] Şaka bir yana, bu bölük pörçük, somut ve tikel her olayla birlikte nerenin 'kamusal alan' olduğunun sorunsallaşması, vahim biranakronizmin ifadesidir;-başka bir şey değil! [...]

Geleneksel hukuk ile modern hukuk arasındaki en temelli fark, buradadır. Modern hukuk, eğer gerekiyorsa, önce, soyut ve genel kavramlarla 'kamusal alan'ı tanımlar ve gündelik hayatta karşılaşılan her somut olayı da, bu tanım bağlamında elealır. Ortada bir tanım olmadığında (-ki, Anayasa'da 'kamusal alan' tanımlanmamıştır!), meselelerin, soyut ve lojik (mantıksal) değil, somut ve dolayısıyla, analojik (benzeşim) ilişkilerine dayanılarak çözümlendiğini, yaban toplumların tarihinden biliyoruz. Tıpkı, balinaların suda yaşadıklarına bakılarak, 'balık' diye tasnif edilmeleri gibi!

Neresi 'kamusal alan'dır, neresi değil! Bu konuda karar vermek, Cumhurbaşkanı ya da Yargıtay başkanı da olsa, kişilerin içtihadına bırakılamaz. Daha şimdiden, mahkeme salonu kamusal alan ise, duruşmaları izleyenlere ayrılmış olan bölmelerin 'kamusal alan' sayılıp sayılamayacağı tartışmaları yapılıyor. Mizahçılar da haklı olarak kolları sıvadılar. Geçenlerde 'Hürriyet'te eski öğrencim Latif Demirci'nin enfes bir karikatürünün yayımlandığı söylendi bana. Karikatürü görmediğim için yanlış aktarabilirim: Başörtülü bir hanım, taksi şoförüne şöyle diyormuş o karikatürde: 'Aman oğlum, kamusal alana gelmeden indir beni!'

'Kamusal alan' tanımlanmadan başörtüsü meselesinin çözümlenemeyeceğini, bir defa daha, 2007'de (11 Şubat 2007), yine bu sütunda dile getirmiştim. İzninizle bu yazıdan da bir alıntı yapmak istiyorum:

'[...] Artık, Laiklik ve Sekülarizm, birey ya da yurttaş, Liberalizm ya da Cumhuriyetçilik referans alınarak tanımlanmıyor. Laiklikle Sekülerleşme, temelkoyucu bir kavram olarak 'Kamusal Alan'a atıfta bulunularak tanımlanıyor. [...]

Çok uzun bir süreden beri, Büyük Fransız Devrimi ve Aydınlanma'nın temelkoyucu kavramları, Modernliğin dönüşümü bağlamında geçerliliğini yitirmiş bulunuyor. Bunların başında da, 'Kamusal Alan'ın 'Devletin Alanı' olduğu konusundaki yaklaşım geliyor. Fransız 'Laikçiliği'nin ayırt edici özelliği budur. Oysa Demokrasi kavramı, Temsili Demokrasiden Katılımcı Demokrasiye doğru dönüşüp 'Sivil Toplum' kavramı teorik anlamda öne çıkmaya, daha belirleyici olmaya başlayınca, 'Kamusal Alan'ın 'Devlet'e değil, Sivil Toplum'a ait bir alan olduğu görüşü yerleşmiştir. Dolayısıyla Sekülerlik ile Laiklik arasındaki ayırt edici sınır, 'birey' ve 'yurttaş' kavramlarından değil, 'Kamusal Alan'ın Devlet'e mi, yoksa Sivil toplum'a mı ait olduğu sorununun belirlenmesinden geçmektedir. Sekülerlik, 'Kamusal Alan'ın Sivil Toplum'a, Laiklik ise Devlet'e ait olduğunu kesinler: Sorunun özü, budur!

Gerard Delanty [...], 'Modernity and Postmodernity: Knowledge, Power and Self' adlı çalışmasın[da], Jurgen Habermas'ın kullandığı anlamda 'Kamusal Sfer'in ('public sphere') toplumda bir 'uzam' ('space') olduğunu ve bunun 'Özel Alan'la 'Devletin Alanı' arasında bir 'Sivil Alan' olarak konumlandığını bildiriyor ki, bu da sorunun nerede temellendiğini gösterir.

Evet, çünkü Türkiye'de özellikle başörtüsü yasağı konusunda yaşanan krizler, bütünüyle ve temelde, 'Kamusal Alan'ın kime ait olduğu konusundaki anlaşmazlıktan ve dayatmalardan çıkıyor.'

Evet, 2003 ve 2007! Biz uyarımızı yapmışız: Lakin 'varak-ı mihr-i vefa'yı kim okur, kim dinler!

Sevgili okurlarım, haklı çıkmaktan bıkmakta haklı değil miyim? h.yavuz@zaman.com.tr

ZAMAN