Kamikaze Darbesi
Fırat Erez / Serbestiyet
Fethullahçı Terör Örgütü soruşturmaları TSK içine doğru ilerlerken, 15 Temmuz akşamı bir karşı hareket geldi.
Kendini olduğundan daha güçlü göstermek isteyen bir grup asker, emirleri altındaki düşük rütbeli ve rütbesiz personeli “tatbikat” gerekçesiyle sahaya sürerek bir darbe girişiminde bulundu.
Darbeciler de dahil 200’den fazla insanın ölümü ve bin kadarının da yaralanmasıyla sonuçlanan girişim, halkın kitlesel karşı çıkışının polisin cansiperane çabasıyla birleşmesi sonucu engellendi ve darbeciler teslim oldu.
15 Temmuz darbesinin, ülkenin aşina olduğu darbeler silsilesindeki diğer duraklarla benzerlik ve farkları, bazen ilişkilendirme çabasındakilerin bilgisizliğine de kurban giden bir tarzda sıralanıyor. Öyle ki, bazen bir “mizansen,” AK Parti’nin ve/ya Erdoğan’ın kendisini güçlendirmek üzere tezgâhladığı bir “oyun” olduğu dahi iddia edilebiliyor.
Böyle bir olayın kurgu veya provokasyon olarak algılanabilmesindeki psikopatolojik faktörleri bir yana bırakıp, darbe operasyonunun kurucu aklı ve olanak(sızlıkları)ları üzerinden giderek olay örgüsünü inceleyelim...
Türkiye tarihindeki en yakın ve dolayısıyla en iyi hatırlanan 12 Eylül darbesiyle benzerlikleri ve farklarıyla anıldığında, 15 Temmuz bir Genelkurmay darbesi değildi. Yani emir-komuta zinciri, kesintisiz ve dolayısıyla yüzde yüz kararlı bir tarzda çalışmıyordu.
Darbeye kalkışan grubun küçük bir kısmı Hava Kuvvetleri içindeydi. Mobilize edebildiği askeri gücün en büyük bölümü Jandarma ile Kara Kuvvetleri’nin bir zırhlı birliğindeydi. Bir kısmı, ama belki en önemli kısmı da Deniz Piyadeleri’ndendi. Sonuç olarak hem darbeci grubun kendisi hem bu kuvvetlerin hepsi ve her biri, Genelkurmay’dan bağımsızdı.
Emir-komuta zincirindeki bu zafiyetin girişime etkisi, rütbe yükseldikçe emirden çok gönüllük esasının önem kazanması, düşük rütbeler ve erat seviyesinde ise “tatbikat” kandırmacalı bir “emir” biçiminde çalışması oldu.
Darbeci grubun sayıca azlığı, girişimin önceki darbelerle olan bir kısım farklarına açıklama getiriyor.
Ancak Genelkurmay kaynaklı ve yaygın kuvvet kullanımına dayalı örneklerde görülebilecek, tüm stratejik hedeflerde (emniyet müdürlükleri, etkin siyasiler, iletişim kontrol merkezleri vb.) hakimiyet tesisi, bu girişimde görülmüyor veya sadece “genel darbe algısı”na oynayan bir simülasyon olarak var. Çünkü darbecilerin elindeki güç, bu tür bir operasyon için yeterli değil.
Bunun yerine, yapabildikleri, bir klasik olarak sadece TRT’yi ele geçirip bir “darbe metni” yayımlanmasını sağlamak; ayrıca TSK web sitesini kontrol altına almak ve metni oradan da yayınlayıp tüm akredite gazetecilere mail olarak yollamak.
Siyasilerin kontrol altına alınması çerçevesinde ise, hedeflerinde sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan var ve bu da operasyonlarının en can alıcı noktası.
Ellerindeki kısıtlı gücü, sair siyasilerin enterne edilmesi yerine çok daha efektif bir biçimde kullanıyor; Genelkurmay üst kademesini hedefleyip kuvvet komutanlarını tutukluyorlar.
Bu sayede, kendileri dışındaki TSK güçlerini en azından bir süreliğine bloke ediyor ve onları kendilerine karşı hareketlendirecek bir hükümet emrinin uygulanmasını olabildiğince geciktiriyorlar.
Amaç, darbenin TSK içinde hızlı bir zincirleme reaksiyona dönüşmesi ve ülkenin her tarafındaki “potansiyel darbeciler”in (Kemalist tandanslı, akut AK Parti muhalifi komutanların) darbelerine katılmasına yol açmasıydı.
Bu haliyle 15 Temmuz hareketinin, bir yangını başlatmak ve bunu yaparken de düşmanı en yukarıdan vurup ön almak gayesi güden, tam bir “kamikaze darbe” olduğu söylenebilir.
Darbenin alışılageldiği üzere şafak vakti, aynı anda birçok bölgede birden gerçekleştirilen bir operasyonlar dalgasıyla başlamamasının; böyle bir operasyonda hiçbir stratejik önemi bulunmayan Boğaz Köprüsü üzerindeki sadece bir şeridin, tam da mesai bitimindeki en yoğun saatte kapatılmasının ardındaki mantık ise, “Biz buradayız!” demek; bayrak sallayıp daha büyük ve kapsamlı bir darbenin işaret fişeğini ateşlemek.
Darbecilerin umudu, ülke sathına yayılmış (muhtemelen bazıları girişimden haberdar, ama çoğu habersiz) garnizonların, büyüyen dalgalar halinde darbeye katılmasıydı.
Bu arada farklı yerlerdeki operasyonlarla kuvvet komutanları tutuklanarak Genelkurmay iradesi bloke edilmiş; darbecilerin çıkış yaptığı Ankara ve İstanbul dışında, çok uzaktaki Marmaris’te operasyonun en can alıcı evresi başlatılmıştı:
Cumhurbaşkanının ele geçirilmesi veya öldürülmesi.
Bu noktada işaret edelim ki darbeciler uzun süre Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın nerede olduğunu bilmiyordu. Onun için, Beştepe’deki Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ni ve diğer bazı noktaları rastgele bombaladılar. Erdoğan’ın nerede olduğunu, ancak facetime üzerinden verdiği ilk demeçle öğrenebildiler.
İzmir’deki Çiğli 2. Ana Jet Üs Komutanlığı’ndan kalkan üç Sikorsky helikopter, Marmaris’te Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konakladığı oteli önce bombaladı. Ardından, helikopterlerden inen komandolar mevzi alarak ateş de açtı. Ama Erdoğan bir saat kadar önce otelden ayrılmış ve geride bir grup özel harekatçı koruma polisinden başka kimse kalmamıştı.
Çıkan çatışmaya bölge polisinin de yetişip dahil olmasıyla komandolar geri çekilmek zorunda kaldı. Bu çatışmada iki polis hayatını kaybetti ve beşi de yaralandı. Komandoların bir kısmı ise, arızalanan bir helikopteri geride bırakarak Çiğli’ye döndü. Bunlar daha sonra yakalanıp gözaltına alındı. Bazı kaynaklar, kimi komandoların ise helikopterlere binemeyip Marmaris ormanları içine çekildiğini ve polisin yakalanmaları için operasyon düzenlediğini aktarıyor.
Sonuçta, Erdoğan’ı ellerine geçiremediler.
Eğer başarmış olsalardı, ilk ağızda kendilerine karşı çıkabilecekler üzerinde büyük bir moral çöküntü yaratacaklardı. Muhtemelen de AK Parti içinde çıkacak bir iktidar kavgasının, kendi planlarını destekleyeceği hesabını yapıyorlardı.
Bu kritik başarısızlık, her ne olursa olsun sonuna kadar gitme kararlarını etkilemedi. Öte yandan, iç beklemedikleri bir halk hareketiyle şaşkına döndüler. Üzerlerine yürüyen kitleler karşısında ne yapacaklarını bilemediler. Elde ettikleri mevzileri boşaltmak zorunda kaldılar. Öte yandan kısmen İstanbul’da, ama özellikle de Ankara’da, tanklar, uçaklar ve helikopterlerle rastgele ateş açıp bir tür tedhiş dalgası başlattılar.
Ankara 4. Ana Jet Üs komutanlığı Akıncı (Mürted) üssüne bağlı 141. Filo personeli, erkenden paydos edilip lojmanlarına gönderildi ve darbecilere bağlı az sayıda pilot, bu sayede darbenin hava operasyonunu bir süre serbestçe yürütebildi. Saldırılarda iki F-16 ile bir Sikorsky ve bir Cobra saldırı helikopteri kullanıldı.
F-16’lardan biri ve helikopterler TBMM binası ile MİT’i bombalarken, diğeri Gölbaşı GES tesisleri yakınındaki Polis Özel Harekât Merkezi’ne iki güçlü bomba attı ve bu saldırıda 17 polisi şehit etti.
Gölbaşı saldırısının GES üzerinden Türksat bağlantısını hedef aldığı iddia edildiyse de, vuruş direkt Özel Harekât grubuna yönelmişti ve korku-yılgınlık yaratmaktan öte, muhtemelen asker ile polis arasında kanlı bir boğazlaşmayı da hedefliyordu.
TBMM’yi ve Beştepe Külliyesi’ni hedef alan saldırılar da birkaç ölüm ve çokça yaralanmaya sebep olurken, darbeci F-16’lar, Adana İncirlik’ten kaldırılıp emirlerine verilen KC135/R tipi bir tanker uçaktan havada yakıt ikmali yaparak uzun süre Ankara semalarında kalabildiler.
Aynı üsten kalkan bir diğer KC135/R ise darbercilerin İstanbul’daki F-16’larını beslemekle görevlendirildi. Böylece az sayıdaki uçağı sürekli havada ve aktif tutarak darbeciler, ellerinde bulunandan fazlasını gösteren bir güç algısı yaratabildiler.
İstanbul’daki F-16’ların herhangi bir sadırısının rapor edilmediği gecede, uçaklar, sık sık meskûn mahaller üzerinde ses hızını aşarak korku yarattı.
Bir uçak ses altından ses üstü hıza geçtiğinde, bomba patlaması olarak algılanabilecek yüksek şiddette bir ses dalgası (sonic boom) oluşur. Bu yüzden birçok tanık, uçakların bombardıman yaptığını yaydı.
Uçak ve helikopterler Ankara ve İstanbul’da terör yaratırken, darbecilerin engelleme şansının olmadığı medya ve sosyal medya üzerinden örgütlenen halk, bir TRT spikerine silah zoruyla okutulan “Yurtta Sulh Bildirisi”nin emrettiği sokağa çıkma yasağını hiçe saymış; meydanlara ve özellikle de Atatürk Havalimanı’na akıyordu.
Kitleler sadece Ankara ve İstanbul’da değil, neredeyse Türkiye’nin her yerinde sokağa çıktı. Tam da darbecilerin beklediği gibi, birkaç ilde destek için zırhlılarını nihayet hazırlamış, sokaklara çıkmak üzere garnizon nizamiyelerine ilerleyen askerler, halkın sağduyulu davranıp çıkışlara çeşitli ağır vasıtalarla kurduğu barikatları aşamadıklarından darbeye dahil olamadılar.
Caddelerde tanklardan ve helikopterlerden açılan ateş halkın akan selini durdurmaya yetmedi ve sonunda darbeciler kimi yerlerden çekilmeye, kimi yerlerde de teslim olmaya başladılar.
Atatürk Havalimanı da darbeci tanklarının uzaklaştırıldığı noktalardandı ve cumhurbaşkanının Muğla havalanında bekleyen uçağı gece saat 01.00 sularında kalkışa geçerek kısa bir yolculuktan sonra İstanbul’a vardı.
O uçuş sırasında cumhurbaşkanının uçağının Eskişehir’den kalkan jetlerin krouması altında olduğu; Mürted’den kalkan bir veya iki darbeci F-16’sının cılız taciz girişiminin ise bu sayede püskürtüldüğü, yavaş yavaş açıklık kazanıyor.
Erdoğan’ın Muğla’dan yaptığı “sokağa çıkın, direnin” çağrısının da etkisiyle cesaret bulan halk kalkanı ardında savaşan polis gücü, iyi planlanmış, cesur ama istendiği gibi ilerletilememiş, güçlü ve acımasız olmakla beraber aslında göründüğünden zayıf darbe girişimini kontrol altına aldığında, artık gökyüzündeki darbecilere ait bütün araçlar ya düşürülmüş veya inişe zorlanmıştı.
Ve böylece “kamikaze darbesi” yere çakıldı.
16 Temmuz’da güneş doğar ve darbe dinamiklerini nihayet yenilgiye uğratmış halk hâlâ sokakları doldururken, Türkiye yeni bir sabaha 15-16 Temmuz Demokrasi Bayramı’yla uyandı.