Mustafa Karaalioğlu’nun Karar’daki köşesinde yayınlanan konuyla alakalı bugünkü (13 Haziran 2018) yazısını ilginize sunuyoruz:
Bu Kalite Kaybını Kim Tahmin Edebilirdi?
Bugünkü gerilim ve karamsarlık yanıltmasın… Türkiye’nin iyi ve umut verici zamanları da oldu. Hem siyaset hem de toplumla birlikte demokrasi kalitesinin yükseldiği günlerimiz oldu. “Üst akıl, dış güçler, karanlık baronlar” gibi korkuların olmadığı ve dünyayla komplekssiz konuşabildiğimiz zamanlar da oldu. Türkiye markasının parıldadığı, değer ürettiği zamanlar…
Elbette bu zamanlara ulaşmakta Özal’ın hatta Demirel’in hizmetleri olmuştur ama Erdoğan ve arkadaşlarının, yani AK Parti döneminin değişimde sergilediği başarı hepsinin üzerindedir. Çok değil 4-5 yıl öncesinden başa kadar, yine AK Parti’nin iktidar olduğu dönemde, vizyon, hukuk, demokrasi ve dünyayla ilişkiler karnesi iyi notlarla doluydu. En önemlisi de işler hep daha iyiye gitmekteydi. “Türkiye artık geri gitmez, ileri gider” sosyolojik bir kural olmuştu.
***
O günlerden bugüne bir tahmin yürütüp 2018 yılında yapılacak seçimlerde söylem kalitesinin, vizyon kapasitesinin, saygı ve üslubun bu kadar düşebileceği tahmin edilemezdi. Kalite düştükçe düştü ve yarının dünyasındaki insanların örnek almayacağı ne kadar basitlik varsa slogan oldu, şehvetli birer propaganda malzemesi haline geldi. Sadece miting meydanlarında değil, televizyonlarda, gazete köşelerinde ve sosyal medyada… Bu seçimde gördüklerimiz her seçimde gördüklerimizde seviye olarak bir kademe aşağıdadır. Partizanlık olarak da bir yukarıda…
Sınır tanımaz bir seçim ekonomisi yarışı, kural tanımaz suçlamalar, arkasını düşünmeden hoyratça yaftalamalar… Bu mu Türk siyasetinin gelip gelebildiği yer, bu mudur yeni sistem dediğimiz mucizenin getirdikleri?
Bütün kampanya boyunca ülkenin geleceğine dair ciddi bir proje duyan oldu mu? Bu ülkenin bir de yarınları olduğu, sadece altyapı yatırımlarıyla geleceğe gidilemeyeceğini ve bunun için de bilişim ve yeni teknolojide bir şey yapmak gerektiğini söyleyen oldu mu? Olduysa buna dair proje anlatan oldu mu?
Geçtim geleceği yakalamayı… Türkiye’nin içinde bulunduğu borç sarmalı ve giderek dünyayla kopan ilişkiler nedeniyle artan risk yüzünden bu sarmalın çözümsüzlüğüne karşı önlem bir anlatan oldu mu? Olamaz zira, herkes bir fazlasını verme yarışında. Hasılı, seçim korkusuyla olduk mu sosyal devletlerin en birincisi!.. Sokaktaki vatandaş da biliyor ki kendisine maaş ve para veren de vereceğini söyleyen de “dış güçler”e ve “haçlı ittifakı”na borçlanacak. Olsun. Nasılsa borç bini aşmış, cari açık kapanamaz olmuş. Bari cebime birkaç kuruş fazla girsin, diyor. Ülke borçla, faizle yüzde 7.4 büyürken fakir fukara mı “Devletin borcu artacaksa, bana da ikramiye vermeyin” diyecek!
Ayrıca ne adına ve hangi duyguyla diyecek? Bir arada yaşamak… Empati yapmak… Başkasının derdini anlamak… Farklı hayatlara saygılı olmak… Herkesin insani hakları için sorumluluk taşımak…
***
Duyulunca kulağa sıkıcı ve sıradan gelen ama diğer bütün kavramlardan önce; bir toplumu toplum, bir ülkeyi ülke, bir milleti millet yapan değerler… İşte bunlar kaybolup dağılınca kimsenin de “ortak iyi” için kılını kıpırdatacak mecali kalmadı. Çocukların geleceğinden kaygılanmak ya da katlanarak artan dış borçtan endişe etmek veyahut da dünya liginde gerilemeyi dert etmek umursanmaz oldu.
Hal böyle olunca, siyasette kalite ve miting meydanında seviye arayanlar, gidip yine “böyle ortama böyle siyaset” duvarına çarpıp duruyor.