Kalbi olanlar merhametin ve şefkatin dilini konuşur...

Fatma Barbarosoğlu gündelik yaşamdan sahneler aktardığı yazısında Gazze'den Türkiye'ye kadar merhametin dilini konuşamayan insanların acıklı haline dikkat çekiyor.

Fatma Barbarosoğlu / Yeni Şafak

“Evdeyiz...”

 I-

35 yaşlarında bir adam telefon ile konuşuyor, “Evdeyiz,” diyor kederli. Telefondaki, sorgu suali uzatınca bankanın önündeki banka oturuyor, çaresiz. “Evdeyiz...” diyor tekrar tekrar. Telefondaki, cümlesini tamamlamasına izin vermiyor olmalı ki arkasını getiremiyor bir türlü.

35 yaşlarındaki adam “Evdeyiz” dedikçe, kulak misafiri/ hırsızı 80 yaşlarındaki kadın yanındaki genç kadına “Evi olanlar evinin kıymetini bilmez de ‘evdeyiz’ diye şikâyet eder. Varmış bir evin otur işte. Hele ev kendininse, kira derdin yoksa. Oğlumun da kızımın da oturduğu apartman kentsel dönüşüme girdi. Kiralık ev bulamadılar. Eşyalarının bir kısmını satıp geri kalanı ile bana geleceklermiş. Olacak iş mi? Nasıl sığarız? Bizim ev nohut oda bakla sofa dediklerinden...”

Genç kadın, destursuz sohbete dalan yaşlı kadının yanından yavaşça ayrılıyor. Yaşlı kadın bu defa onun ardından söylenmeye başlıyor: “Bir selam verseydin. İyi günler deseydin en azından...”

Yaşlı kadın kendi kendine konuşan tekinsiz biri gibi anlaşılmaktan korkuyor olmalı ki “Kimse kimseyi dinlemiyor” diyor, etrafına bakınarak. Kendini dinleyecek birini beyhude arıyor. (Ben onu dinliyorum, lâkin gözüm elimdeki kitapta olduğu için yaşlı kadının dikkat alanından sıyrılıp pasif dinlemenin en yoğun halini icra ediyorum.)

Kendini dinletecek birini bulamayınca söylene söylene kalkıyor banktan: “Olacak iş var, olmayacak iş var. Kentsel dönüşüm dediğin öyle kolayına dönüşmüyor. Her kafadan bir ses. Belediye basmış mührü, gitmiş. Kesmiş elektriklerini, sularını...”

Yaşlı kadın gidince “Evdeyiz” diyen adamın konuşmalarını daha net duyuyorum: “Bir değişiklik yok durumunda. Stabil. Bilmiyorum, neden çıkardılar. Yatak sıkıntısı mı var, anlamadım. Bilmiyorum. Istırabı çok. Evdeyiz işte...”

II- 

Dijital kolaj sanatçısı Uğur Gallenkuş aynı anın iki farklı fotoğrafını tek karede buluşturuyor. Böylece haberlerin dilinde uzaklaşan ve sıradanlaşan acı ve vahşet, sanatçının perspektifinde yeniden dilleniyor.

İki ayrı fotoğrafın kolaj yoluyla birleştirilmesi “parellel evrenler”e tanıklığımızı mesuliyete dönüştürüyor mu?

Mesela şu fotoğraf: Bombalanmış bir şehir, Gazze, küvetin içinde iki çocuğunu yıkayan bir baba. Fotoğrafın diğer yarısında, tuzu kuruların şehrinden, insansız, lüks bir banyo görüyoruz.

Ya da şu: Fotoğrafın bir yarısında bir baba ve omuzlarına oturttuğu çocuğu var. Diğer yarısında bombalanmış bir şehri, kucağında çocuğu ile canhıraş bir şekilde terk etmeye çalışan bir anne var.

Uğur Gallenkuş, görsel sanatların, dillerin efendisi olduğunu söylüyor. Aynı fotoğrafa bakarken aynı dili, kalbin dilini konuşacağımıza, empati kurup mesuliyet alacağımıza inanıyor.

Evet, binlerce yıldır kalbi olanlar, farklı kültürlerden gelseler de aynı dili, merhametin ve şefkatin dilini konuşur. Masallardan, destanlardan, hikâyelerden, romanlardan, türkülerden şiirlerden payımıza düşen budur.

Acı olan şu ki zalimler de birbirlerinin diline aşina. Üstelik kalbi olanların sesini diğerleri duymasın diye herkesi sağırlaştırmak, körleştirmek için güçlerini birleştirmek üzere vahşi bir kararlılık sergiliyorlar her  daim.

III-

Eduardo Galeano, Helena’nın Rüyaları adlı kitabında karısı Helena’nın rüyalarını anlatıyor: “Karım Helana, her sabah kahvaltı vaktinde, gece gördüğü inanılmaz rüyaları anlatarak beni küçük düşürür. Sanki geceleri sinemaya gider ve her seferinde yeni bir rüya onu beklemektedir.”

İsrail Gazze’yi bombalarken; ABD ve Almanya’nın, İsrail’e yönelik eleştirilerin sahiplerini cezalandırması, ilan edilmiş ödüllerin geri alınması, bileti satılmış konserleri “Hamas’a destek veriyorsunuz” diyerek ertelemesi ve verilen desteğin ispatı için sosyal medya paylaşımlarını delil göstermesi, Helena’nın yastıklara dair gördüğü rüyayı hatırlattı. Galeano bu rüyaya “korku imparatorluğu” başlığını seçmiş. Rüya şöyle:

“Helena rüyasında bizi görmüş.

Biz havaalanındaymışız ve tüm havaalanlarında olduğu gibi bir makineden geçmek için sırada bekliyormuşuz. Makineden yastıklarımızı geçirmemiz gerekiyormuş.

Önceki gece kullanılan yastıklar cihazdan geçerken rüyalar okunuyormuş.

Makine, kamu düzeni için tehlikeli rüyaları tespit ediyormuş.”

Rüyaları tabir etmek âdettendir. Helena’nın rüyasındaki yastık, günümüzün sosyal medyası. Her gün rüyalarımız denetleniyor ve “sakıncalı” olanlar cezalandırılıyor.

“Evdeyiz”, lâkin her an her şekilde gözetleniyoruz, kalplerimiz zalimler tarafından makineler yoluyla denetleniyor.

Yorum Analiz Haberleri

Siyonistlerden dost olmaz, ne Kürtlere ne de bir başkasına
“AB İsrail’i daha ne kadar koruyacak?”
“BM Siyonizm'i ırkçılık saysın”
Gazze katliamında ABD'nin rolü
Endonezya’da “Değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen” madde: Filistin davası