Mustafa Ulusoy / Zafer Dergisi
Kâinat umutsuz olma diyor
Adanma. Aldanma ve aldatma kendini. Önünde koca bir ömür yok. Mazi, hafızanın orta yerinde çürük bir diş gibi nasıl zonkluyorsa, umduğun gelecek de belki hiç gelmeyecek.
Hayat zor. Hayat müşkül ve zahmetli.
Her köşe bir tuzak.
Yol ağızları bir çukur.
Basamaklar hem çıkış hem iniş.
Hayatım zor değil benim diyorsan, hiç merak etme.
Beklemediğin bir anda gelip bulacak, isabet edecek musibetler. Ümüğüne basıp oturacak.
Çünkü, hayat bir sınav. Bu kadarcık işte. Bir sınav.
Bizi yaşatacak olan ne peki, bu sisli belirsizlikte?
Adı umut olan refika nerede?
Umudu yanlış yerde arayarak mı tüketiyoruz ömrümüzü yoksa?
Boşuna gözlerini kısıp ilerisini görmeye çalışma. Umut, o baktığın uzaklarda, geleceğin belirsizliğinde değil.
Umut, her günü ağır ağır doğan günün sayfalarında da değil.
Umut, geçmişle geleceğin iç içe geçtiği anın içinde.
Umut şimdide.
Şimdi ve hemen senin içinde.
Aldığın nefesin bir umut olduğunun idrakinde değil isen umut hiçbir yerde.
Umut gözlerinde. Şu an, şimdi gözünün gördüğü bir ağacın üzerine tünemiş bir güvercinin kanatlarında. Umut, kulaklarına çarpan rüzgârın uğultusunda.
Umut, Sonsuz Kudret’in eseri, sanatı, nakışı olan bir damla, evet, tek bir damla yağmurda.
Bir de böyle bak.
Bir tek saç teline bile, sonsuz kudretin sonsuz değerli bir eseri diye bak.
Umut, her gün büyüyen saç tellerinde.
Umut, her an yeniden yeniye yaratılan kâinatın içinde. Kaldır gözündeki perdeyi ve şimdiye bak. O’nun “Kayyum” isminde hayatının sırrına eriş.
Hayat, güzel.
Her köşeyi tutan tuzaklar yeni bir yol ağzı aslında.
Elbet her şerrin içinde bir hayır saklı.
Her inişte bir çıkış saklı.
Seni aşağı indiren her basamak, bir dua kapısı.
Vakit daralırken, ne dünü kurtarırsın ne yarını.
Umudun, şimdinin boynunda asılı. Tut elinden şu anın. Onu ye’sin elinden çekip al.
Hayatım kötü, berbat, anlamsız deme. Bilgiçlik taslama.
Kötü sandığın iyi, anlamsız sandığın belki de bir mana deryası.
Önce şu mağrur düşünceden bir sıyrıl.
Hayat, sana hizmetkâr değil. Hayat, senin nefsini beslemek, arzularını yerine getirmek için yaratılmadı. Dünyanın merkezine oturtmadı kimse seni.
Önce bir haddini bil.
Senin makamın, kulluk. Senin makamın secde.
Sen, O’nun sonsuz isimlerinin tecellisine mazhar olmak için varsın. Bu böyle. Kabulü zor olsa da bu böyle.
Haddini bildin mi, şu cümleyi de bil.
Kafana kazı bu cümleyi.
Yapabilirsen kalbine de kazı.
“Madem hayat, esma-i hüsnanın nukuşunu gösterir. Hayatın başına gelen her şey hasendir.”
Harflerle nakşolmuş bir umut deryası bu.
Ne güzel söylemiş değil mi söyleyen. Hele hele Söyleten.
Neymiş hayatın manası?
“Esma-i hüsna”nın, yani O’nun sonsuz isimlerinin nakşını göstermek.
Bu hakikati unutman demek, kendini unutmak demek.
Olmayan bir gelecekle avuntuya sığınmak yerine, şimdi, şu an var olan sonsuz umuda yaslan.
Nefsinin hoşuna gitmeyen şeyler mi yaşadın, yaşıyorsun?
İsteklerin gerçekleşmedi mi?
Akşamın dingin halesinde tecelli eden ışıltılara sal nazarını.
Üzerine kubbelenmiş semaya dik gözünü ya da.
Dur ve düşün.
İçinde bulunduğun duruma “kötü” deme önce.
İçinde bulunduğum durum bana benimle ilgili ne haber getirdi, de.
Çok biliyorsun değil mi?
Çok bilme.
Hatta hiç bilme.
Sadece cümlenin içine nakşolmuş umudu çekip çıkar: “Hayatın başına gelen her şey hasendir.”
Evet, her şey.
Umut, her şey daha iyi olacak diye beklentilerde saklı değildir.
Hayatın şu andaki kanatlarının gölgesine sığınabilmektir umut.
Sabahın ışığıyla yolunu bulmak, soluduğun havayla umutlanmaktır.
Başa gelen her şeyin ama her şeyin (günahlar, isyanlar, inkâr halleri, O’ndan gaflet halleri dışında) bir hikmeti olduğunu, güzellikler barındırdığını görebilmektir.
Şimdinin kıymetini bilmeyen sonrasının da bilemiyor inan.
Şimdinin hikmetine nail olamayan sonrasına da nail olamıyor.
Umut, O’nun sonsuz isimlerinde.
Çünkü O’nun sonsuz isimleri tecelli etmek için geleceği beklemiyor. Şimdiki anın içinde, şimdiki kainatı bir güzellik abidesine çeviriyor.
Bak, umut çok yakınında.
Rüzgâra binmiş tenine değiyor. “Rahman ve Rahim” isimleri serinletiyor seni.
Suyun içine girmiş umut, bardağına dolmuş.
“Rezzak” ismi sesleniyor sana.
İşte böyle nefsim.
Mızmızlanıp durma.
Ben umutsuz değilim. Ne senden ne de kendimden. Öyle söylüyor kâinat.
Senin hoşuna gitse de gitmese de.
O küçük aklına yatsa da yatmasa da.
“Hâl-i cihân böyle gelir böyle gider’’ (Dünyanın hali budur, böyle gelmiş böyle gider.)