Yasin Aktay / Yeni Şafak
Kassam Tugayları ve “teknolojik savaş çağında kahramanlığın dönüşü”
Aksa Tufanı’nın 50. gününde esir takası için başlatılan geçici ateşkes İsrail’in acizlik ve hezimetten başka bir anlama gelmeyen 50 yıllık barbarca saldırılarının ardından yeni bir hezimetin işareti haline geldi. Esir takası esnasında yaşanan sahneler Kassam Tugayları ile İsrail işgal gücü arasında bütün dünyaya bir karşılaştırma yapma fırsatı verdi. İsrail’in serbest bırakmak zorunda kaldığı esirlerin önemli bir kısmının küçücük yaşlarında alıkonulmuş ve çocukluklarını yaşamaktan zalimce menedilmiş çocuklar olduğu bir kez daha görüldü. Bunu anlatmak için Filistinlilerin yıllardır dillerinde tüy bitiyordu da kimseye anlatamıyorlardı.
Serbest bırakılanlardan birisinin daha 12 yaşında olduğu ve 5 yıldır tutuklu olduğu hikayesi mesela. İşgalci güç çocuk katili olduğu kadar en masum, en güzel haliyle çocukluğun da katili. İsrail’in serbest bırakmak zorunda kaldığı her Filistinli esir hiçbir şey anlatmasa bile hikâyesi hemen gün yüzüne çıkıyor. Çocuk yaşta alıkonulanlar ve yıllardır hapiste türlü işkenceler altında ailelerinden, evlerinden, okullarından, çocukluklarından kopartılmış şimdi yaş-baş almış insanlar. Gördükleri işkencelerle, yaşadıkları zulümle birdenbire büyümüş çocuklar. Esir veya rehine takasının İsrail boyutunda İsrail’in en ahlaksız bir terör örgütünden daha ahlaksız, daha hukuksuz bir örgüt mesabesinden ileri gidemediği görülüyor.
Buna mukabil Hamas’ın serbest bıraktığı her esir tam aksine Hamas ve Kassam Tugayları için müthiş bir tanıtım efsanesine dönüşüyor. Esirlere yapılan muamelenin sadece kendilerinden veya bireysel olarak bir-iki kişinin istisnai bir davranışı olmadığı da görülecek şekilde. Birine ikisine değil, esirlerin tamamına özenle ve ilkeler gözetilerek davranılmış. Bu tam da İslam’ın üstün ahlakının savaş halinde bile terkedilmeden harfi harfine uygulanışının resmi. Teslim edilen her İsraillinin esir Kassam Tugaylarından ayrılırken bir dostundan ayrılır gibi vedalaşması esaslı filmlerden çıkıp gelmiş görüntüler ortaya koyuyor. Esir tutuldukları esnada olabildiğince nazik davranılmış olduğu ve en ufak bir eziyet, işkence hatta kem söze maruz kalmamış olduklarını duruşlarıyla, davranışlarıyla kendileri ilan ediyorlar. Bu sahnelerle Hamas zaferine zafer katarken, İsrail bu olayla birlikte de hezimet üstüne hezimet yaşıyor.
Bugünlerde siyonistlikle ilgili hikâyeleri hatta CIA’e raportörlük yaptıkları daha bir öne çıkan Frankfurt Okulu üyelerinden Herbert Marcuse’nin meşhur tespitini bir daha hatırlayalım: Son derece teknolojik savunma sanayiinin belirleyici olduğu savaşlarda kahramanlığa yer yok. Özel bir davranışa yer yok. Savaşların kaderini sadece teknolojinin gücü ve yetenekleri belirler. Arkasında ABD’nin de bulunduğu, dolayısıyla dünyanın en yüksek teknolojik gücüne sahip ordulara karşı yine dünyanın en kısıtlı imkanlarına sahip küçücük bir insan topluluğu olarak Kassam Tugayları kesinlikle bu tezi de çöpe atmış oluyor. Başka birçok şeyi üstün kahramanlıklarıyla kaldırdıkları tufanın altına gömdükleri gibi.
7 Ekim’de demir kubbeleri parçalayıp delerken sergiledikleri hiç kuşkusuz eşsiz bir kahramanlık örneğiydi. Dünyanın zalimlere boyun eğmiş olduğu ve artık bu zalim düzenin değişemez, yenilemez, devrilemez olduğuna dair karamsarca bir teslimiyetin başat bir atmosfer haline getirdiği demir kubbeyi de delip geçti Hamas.
Ondan sonra 50 gün boyunca o uyanan devin, ölçüsüzce, kuralsızca, ahlaksızca saldırılarına karşı sergiledikleri sebatla her gün ayrı bir kahramanlık örneği sergiledi. Gazze’ye kara saldırısında efsanevi yüksek teknolojiye sahip o tanklarını görece çok basit silahlarıyla, patlayıcılarıyla keklik gibi avlayan Kassam neferlerinin sergiledikleri maharet, cesaret ve yüreklilik kahramanlığın en somut tezahürüydü.
Bütün bunların sonunda İsrail’i ateşkesi kendisi istemeye mecbur bırakmanın kuşkusuz kendi içindeki zaferi ayrı bir şey ama bütün dünyaya dalga dalga etkileri olacak bir zafer olmuştur. Sadece İsrail’in değil, onun nezdinde bütün bir Siyonist-kapitalist dünyanın zalim düzenine karşı hiçbir değişim ihtimali görmeyen, karamsar-nihilist atmosfer de Kassam’ın sergilediği kahramanlıkla parçalanmış olacaktır. Bu etkinin başta İslam dünyasında olmak üzere bütün dünyada yeni bir değişim-devrim dalgalarını harekete geçireceğinden hiç kimsenin kuşkusu olmasın.
Ama Kassam’ın esir takasında her bir esiri bırakırken sergilediği asalet, nezaket ve vakar, kahramanlığının tesadüfi olmadığını, tek bir kereye mahsus olmadığını, kahramanlara özgü kökleri olduğunu da gösterdi. Bu asaletin köklerinin İslam’da olduğunu her halleriyle, her sözleriyle belli ederken bütün dünyaya İslam’ın yüceliğini de lisan-ı halleriyle tebliğ etmiş oluyorlar. Böylece yıllardır İslamofobi endüstrisinin DAEŞ gibi ürünlerle yaymaya çalıştığı çarpıtılmış imajları silip yerine İslam’ın gerçek yüzünü yerleştiriyor.
İsrail ise baştan beri kaybediyor, çırpındıkça batıyor, esir takasında da biraz daha batıyor. Aljazeera’nin güçlü isimlerinden Ahmed Mansur bizim, Allah’ın mucizelerini kendi gözlerimizle görmemizi sağladığı şanslı bir nesil olduğumuzu söylüyor. Mağlup bir nesil olduğumuzu sanıyorduk ama Allah’a şükür zafer ve izzet nesli olduk. Küçük bir grubun dünyanın en güçlü orduları karşısında kazandığı zaferleri gururla anıyoruz.
Hitler, 2. Dünya Savaşı’nda Avrupa’da ve Rusya’da pek çok şehri yerle bir etti ama savaştan yenilgiyle çıktı, intihar etti ve ülkesini onlarca yıl galiplere ipotek ettirdi. Netanyahu da Hitler gibi Gazze’yi yok etse de, bu savaştan mağlup olarak çıkmaya mahkûm, en azından siyasi açıdan intihar edip tarihin en büyük savaş suçlularından biri olarak tarihin çöplüğüne gitmek durumundadır. Bugün yıkım gücüne bu kadar başvurması, öfkeli tehditler savurması onu bu mukadder sondan kurtaramayacaktır.