Son yazıda Türkiye yeniden kuruluyor demiştik. Bu kuruluş hali, düne kadar Aydınlanma ve modernitenin ürünü ulus-devletlerin hem birbirleriyle, hem de kendi içlerindeki kanlı çarpışmalarla yaşanıyordu. Bugün Türkiye’deki kuruluş hali, geçmişte –olmazdı ya- mümkün olsaydı, –Ergenekoncu zihniyetin arzu ettiği gibi- kardeş kavgasında yeteri kadar kan dökülmeden de bitmeyecekti.
Evet, tepeden inme, bizi tam örtemeyen, kavrayamayan, iğreti bir rejime sahibiz. Önce İttihatçılar, sonra Kemalistler onu Batı’dan aparmış, ona orijinallik atfetmek için üzerine anakronik-estetize bir tarih ve etnik bazlı vatandaşlık teyellemiş, sonra da üzerimize zorla giydirmiş, kollar kısa kalınca elimiz, bacaklar görününce ayaklarımız budanmış.
Ama hiçbir zaman 1908’lere dönüp oradan yeniden başlayamayacağız. Başka türlüsü nasıl olurdu, bilemeyeceğiz. Tarih, olduğu gibi oldu. Tehcir, Dersim, 12 Eylül yaşandı. Yapabileceğimiz tek şey var, o tarihi doğru okumak ve böylelikle aslında “geçmişte olan oldu, değiştirilemez” savını çürütmek. Geçmişi doğru okumak, geçmişin bugüne sarkan olumsuz etkilerinden kurtulmanın yoludur. Bence bu bakışla mazi de değiştirilebilir bir mevhum haline gelir.
Kurucu devrimcilerimizin benimsediği Batılı rejim ve yaşam tarzının bir nevi genetiği değiştirilmiş organizma, yani GDO’lu insan türü yarattığı kesin. Sen, ben, Ermenisi, başörtülüsü, “gâvur-faşist” İzmirlisi, aslında Batıcı Osmanlıların, sonra sosyal Darwinci İttihatçıların, sonra Jakoben Kemalistlerin yarattığı birer projeyiz, Dr. Victor Frankenstein’ın yarattığı yarı mamulüz biraz da. Kendimizi bulmamışız daha.
Şimdi yeniden kurulurken, bize çarpan şeyin ne olduğunu biraz anlayabilir, geçmişte bizden alınan dilimiz, inancımız, geleneklerimiz, kültürel zenginliklerimiz, insanlarımız için yas tutabilir ve bundan sonraki hayatımızı belirlemede inisiyatif almaya başlayabiliriz diyorum ben.
Ne de olsa, halkın ortalıkta gözükmediği bu “tarih” tamamen bir kaybı ima etmiyor. Hiçbir şey olmasa, acılı bir tecrübe var. Bu ara Kemalizme duyulan tepkiye orantılı pek sükse yapan yeni Osmanlılık fikri, pek de ahım şahım bir zihnî kırılmayı ifade etmiyor, söyleyeyim. 1908’e dek gerilip, 2023’e sıçrayayım derken, dünyada konjonktür değişiverir, 1930’ların başına düşüveririz maazallah. Bence biz evrensel hukuk ve demokrasi değerlerine akredite, özgün ve mütevazı bir kuruluş reçetesinde kalalım, yeter.
Ne yaşadığımızı bilelim diye tekrarlıyorum: Şu an ülkemizde kıran kırana bir iç savaş var. Çok şükür ki bu, halka sirayet edebilmiş değil, tepede, ideolojik iktidar aygıtları ile siyasi iktidar periferileri arasında cereyan ediyor.
Yargının siyasallaşması ve dinlemeler konusundaki tartışmaya da acı acı nasıl gülüyorum bilemezsiniz. Çoğu, sanki evrensel ölçütlerde bir yargı sistemimiz varmış gibi tartışıyor, yakınıyor ya, gülmem ondan. Ortada yargı filan yok, olsa olsa yargı fonu önünde süren bir cebelleşme var, o kadar. Adalet Bakanı Ergin, Zaman gazetesine konuşmuş: “Ergenekon’un yargı mensuplarını dinlediği ortaya çıktığında (Levent Göktaş’tan çıkan 51 nolu CD) Ergenekon savcıları, dinlenen hâkim ve savcılara şikâyette bulunup bulunmayacaklarını sordu, bir kişi haricinde ses çıkmadı. Yasadışı dinlemelere karşı çıkmayanların yasal dinlemelere bu kadar itiraz etmeleri manidardır” demiş. Al işte, en yetkili ağızdan yargı fonu mütalaaları.
Ülkenin, devletin, ordunun, yargının bu hale getirilmiş olmasının cezasını hep birlikte çekeceğiz. Birbirimizi yeteri kadar hırpaladıktan, birbirimize yumruk atacak halimiz kalmadıktan sonra, en iyisi sulh deyip, birbirimizi anlamaya, uygar, eşit, demokratik bir düzen kurmaya ikna olacağız. Bizim kurucu savaşımız da böyle cereyan ediyor işte.
Artık 1915’lerin lüksüne sahip değiliz çünkü; ortalığın karışmasını fırsat bilip milyonları buharlaştıracak konforumuz yok.
Yani mesela Kürtlerin topunu Der-Zor’a tehcir edip Kürt sorununu çözemeyiz artık.
Onu bırak, hazır sürülmüşü olan Ermenilerle bile sorun yaşıyoruz, elin Obama’sından zılgıt yiyoruz. Küçük komşumuz Ermenistan’la açılım yapmadan, dünya devleti de demokrasi de olamıyoruz.
Alevi açılımı da yapacaksın tabii. Hangi vatansever Ergenekoncu 1937’lerin Dersim’ine dönmek istemez. Olsa dükkân senin, ama Aleviyle de, şartsız şurtsuz helalleşeceksin. AKP’ye güvenmek zorunda da değiller bu arada. CHP’ye oy vermeye devam edecekler belki, eleştireceksin en fazla, ama aşağılamayacaksın. Hepimizin kimyası allak bullak olmuş. GDO’lu, üzerinde oynanmış projeleriz biz, yarı mamulüz. İsteyerek mi ruh hastası olduk? Herkese, güvenlerini tazelemek, saklandıkları iç odalarından çıkıp “savaşın bittiğini, güvende olduklarını ve artık ‘oynamak’ zorunda olmadıklarını” anlamalarına fırsat vereceksin.
Yeniden kurulurken, çok zayiat görmemek adına.
TARAF