Türkan Saylan'ın ölümü, cenazesinin doğal olarak bir fikrin taşıyıcısı haline dönüşmesi, Cumhurbaşkanı'na açılan dava ile akla yeni dizayn ve müdahale hamlelerinin gelmesi…
Kafaların yeniden karıştığı, biraz da karıştırıldığı anlardayız.
Oysa dört gelişme yaşandı Türkiye'de belirleyici olan.
2003-2004 yıllarında karargâhta darbe girişimlerini yakından izlemiş, bunlarla mücadele etmiş, darbecilerin yıpratma girişimlerine maruz kalmış eski bir Genelkurmay Başkanı'nın verdiği ifade, hatta ifade vermesi son derece önemli bir gelişmeydi, Türkiye'de ilk kez oluyordu.
İkinci gelişme, Poyrazköy'de İstek Vakfı'nın bir arazisinde silah tarlalarının ortaya çıkmasıydı. Bu tarlalarla ilgili birçok muvazzaf subayın tutuklanması, Genelkurmay Başkanı Başbuğ'un “Türk Silahlı Kuvvetleri'nde silah ve mühimmat eksiği yoktur” demesine rağmen, kimi silahların teslim tutanaklarıyla Genelkurmay'a iade edilmesi, gelişmelerin Ergenekon'dan tutuklu bulunan bir emekli subayın ismi etrafında şekillenmesi, dengeleri bir kez daha değiştirdi.
Ergenekon örgütünün ciddi bir 'bela' olduğu, hem darbeci, hem gladyocu bir geleneğin devamını ifade ettiği bir kez daha tartışılmaz hâle geldi.
Üçüncü gelişme, 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin Yargıtay'ın talebine uyarak Danıştay davasıyla Ergenekon davasını birleştirmesi oldu.
Malum Danıştay baskını bir yargıcın ölümü, diğerlerinin yaralanmasıyla sona ermişti. Bu kimilerine Türkiye'nin 11 Eylül'ü dedirten, ortalığı karıştırmaya, İslami kesimi suçlu göstererek hükümeti alaşağı etmeye yönelik en ciddi hamleydi.
Bugün bu dosyanın Ergenekon davasının içine katılması, bu konuda yeterli delil bulunduğunu gösterdiği gibi Ergenekon davasının niteliğini ve Ergenekoncuların kim olduklarını ortaya koymuştur.
Altını çizmek gerekir ki, Türk yargısı siyasi endişe altında dosyaları ayrıştırarak yol almaya alışıkken, bu kez tersi bir durum olmuş, dava hem dikey hem yatay bir genişleme imkânına kavuşmuştur.
Bu durum yargı takibinden muaf kalmış siyasi ve gayri meşru kimi girişimlerin artık hukuki tehdit altında bulunduğunu göstermektedir.
Dördüncü gelişmeye gelince…
Genelkurmay Başkanı Büyükanıt'ın bir televizyon programında yaptığı ifşaatlar Ergenekon sürecini tüm çıplaklığıyla, ahlaki ve siyasi olarak geriye dönüşsüz bir şekilde gözler önüne sermiştir.
Büyükanıt'ın 'Genç Subaylar Rahatsız' manşetinin Genelkurmay'ı darbe yapmaya iten, baskı kurmayı hedefleyen bir tezgâh olduğunu söylemesi, kendi Genelkurmay Başkanlığı'nın dönemin Jandarma Kuvvetleri Komutanı tarafından engellenmeye çalışıldığını ima etmesi son derece önemliydi. Büyükanıt darbeci girişimlere tanıklık yapıyordu.
Bu gelişmeler dizisini nasıl değerlendirmek gerekir?
Bizce şöyle:
1. Gelinen noktada hiçbir siyasi aktör tek başına bu davanın gidişatını engelleyecek konumda değildir. Dava asker, hükümet ve diğerleri karşısında ve kamuoyu önünde artık bağımsız bir değişken hâline gelmiştir.
2. Ordu kendisini açık bir biçimde sorgulamak, kendi içinde tasfiyeye gitmek durumundadır.
3. Bunu yaptığı oranda ya da bunu yapabilmek için askerî otoritenin Hilmi Özkök vari bir meşruiyet çizgisine çekilmesi ve siyasetten uzaklaşması gerekmektedir.
Esas olan budur…
YENİ ŞAFAK