Kaf Dağı'nın çok ötesinde bir hayal alemi: Doğu Perinçek (2)

Halil Berktay, Doğu Perinçek hakkındaki yazı serisinin ikinci bölümünde Perinçek'in siyaset üzerinde etkili olma çabalarını yakından inceliyor.

Halil Berktay / Serbestiyet

Perinçek fenomeni (2) Büyük 2002 balonu

Şu 2002 seçimlerine geri dönmek istiyorum. Yirmi küsur yıl olmuş: çok uzun zaman, hafıza-yı beşerin büsbütün nisyanla malûl olduğu bu ülkede. 6 Kasım 2002 tarihli Yeni Şafak’ta yayınlanan Kronik Medya köşesinden, Alper Görmüş’ün (seçim sonuçlarını sabaha kadar izleyerek kaleme aldığı) yazısını aynen aktarıyorum. Bazı yerlerini kalın (siyah) yaptım. Bu vurgular, bir de arada açılmış köşeli parantezler bana aittir.

Ulusal Kanal, seçime birkaç hafta kaladan başlayarak Genel Başkan Doğu Perinçek’in ağzından “İşçi Partisi’nin barajı geçtiğini, Millî Güvenlik Kurulu’nun yaptırdığı anketle de bunun kesin bir şekilde doğrulandığını” duyurmuştu izleyicilerine. [Hattâ yüzde 17 alacaklarını iddia ediyorlardı.] O nedenle, seçimin ilk sonuçlarıyla birlikte, kanalda garip bir isteksizlik belirdi. Hattâ saat 22:00 civarında alakasız klipler, eğitim programları falan görülmeye başladı ekranda. Bundan bir süre sonra da İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek çıktı sahneye. Format, Perinçek’in kendisine soru soran iki kişiyi cevaplandırması esasına dayandırılmıştı [ben ekleyeyim; bunlardan biri, o sırada hayli öfkeli gözüken, ama Perinçek’in önceki ve sonraki bütün zigzaglarına gene de hep ayak uyduran, sadakatte ve aidiyette kusur etmeyen, halen de VP’nin Genel Başkan Yardımcısı olan Ferit İlsever’di]. Sorular, “Biz size güvendik, İşçi Partisi geliyor neşriyatı yaptık, şimdi ne olacak, nasıl ayıklayacağız bu pirincin taşını” mealindeydi. İlk soru şöyleydi: “Siz seçimlerden önce AK Parti’nin de CHP’nin de iktidar olamayacağını söylemiştiniz, şimdi ortaya çıkan manzaraya ne diyorsunuz?”

Perinçek, “Olamayacaklar, hep birlikte göreceğiz” dedikten sonra, üç-beş aylık bir iktidarın mümkün olduğunu, ama ‘Millî Kuvvetler’in kesinlikle onları devireceğini söyleyerek başladı cevabına. Perinçek, “Seçim sonuçlarına saygı duyma, halkın iradesi” gibi itirazların geçersiz olduğunu söyleyerek şöyle devam etti: “Milletler de gaflete düşer, yüzde 35 gaflete düşmüştür, zaten o yüzde 35 birkaç ay sonra İşçi Partisi’ne gelecek ve elimiz kırılsaydı da onlara oy vermeseydik, diyecek.”

Bu sözleri, o geceden “üç-beş” ay sonra nelerin olduğunu yıllar sonra öğrendiklerimizle birleştirerek hatırlamalıyız: 3 Kasım 2002’den “üç-beş ay” sonrası, tam olarak Birinci Ordu’daki Balyoz semineri günlerine (3-5 Mart 2003) denk geliyor!

Perinçek’e sorulan ikinci soru, İşçi Partisi’nin aldığı oya ilişkindi: “Sayın Perinçek, siz İşçi Partisi’nin etrafında kenetlenen öncü kadronun şahlandığını, bu sayede İşçi Partisi’nin barajı kesinlikle geçtiğini ilan etmiştiniz, şimdi bu sonuçlara ne diyorsunuz?” Perinçek, bu soruya cevap verirken Genç Parti’yi kattı tahliline… Perinçek’e göre İşçi Partisi gerçekten de barajı geçmişti, ama bunu fark eden Süper NATO hızla Genç Parti’yi kurdurmuş, böylece kendilerine gidecek oyları Genç Parti’ye yönelterek (kelime kelime böyle) İşçi Partisi’nin barajın altında kalmasına neden olmuştu. İşçi Partisi Genel Başkanı, Süper NATO’nun kanlı canlı insanlardan oluştuğunu ve faaliyetlerini açıkça yürüttüğü inancındaydı: “Birçok yerde İşçi Partisi’ne oy verilmemesi için insanlar korkutuldu. Süper NATO mesela Iğdır’da ‘oylarınızı İşçi Partisi’ne değil CHP’ye vereceksiniz’ dedi, benim bu durumu şikâyet eden dilekçem resmî makamlardadır…”

Perinçek, konuşmasının son bölümünde bu sonucun nasıl engellenebileceğini de şöyle izah etti: “Ben, aylar önce millî kuvvetlere çağrıda bulundum. Hatta Ecevit bana cevap da yazdı. Sadettin Tantan’ıyla, Zekeriya Temizel’iyle, Şükrü Sina Gürel’iyle, komutanlarıyla çağrıma uyulsaydı yüzde 35’i milli kuvvetler alacaktı. Ama Süper NATO bastırırken milli kuvvetler seyirci kaldı.” Perinçek, “kurulacak yeni hükümetin önünde tek bir yolun, sadece ‘ihanet yolu’nun kaldığını, bu nedenle millet iradesine saygı göstermeyeceklerini” tekrarladı ve “İşçi Partisi olarak Atatürk’ten aldığımız ilhamla yarından itibaren bunları yıkmak üzere çalışmaya başlıyoruz” diyerek bağladı sözlerini.

Eh, bir kere daha sözünün eri çıktı gerçekten; hele son yıllarda iyice görüyoruz, “bunları” [Ak Parti’yi] yıkmak için (?) ne kadar canla başla çalıştıklarını! Fakat şimdi bırakalım bunu; şu yukarıda aktarılan ifade ve iddiaların ciddiyet düzeyine bakalım. (1) 2002 seçimlerinden önce Millî Güvenlik Kurulu bir anket yaptırmışmış. Buna göre, İşçi Partisi barajı geçiyormuş. Bu, MGK anketiyle de “kesin” doğrulanmışmış.

Duralım. Öyle mi? (a) MGK anket mi yaptırmış, kendi adına? Hani, neredeymiş bu anket? İP dışındaki partileri nerelerde gösteriyormuş? Sırf Doğu Perinçek’e mi söz etmişler bu sonuçtan? Neden başka kimse duymamış, görmemiş, bulmamış?

(b) Perinçek’e kim, nasıl iletmiş bu anket sonucunu? Nasıl haberi olmuş? Bizzat mı görmüş? Anketin tamamını mı görmüş? Yoksa biri gelip böyle bir anket var diye mi anlatmış? Penceresine hangi küçük mavi kuş konmuş?

(c) Nasıl inanmış? Ve çevresini nasıl inandırmış? Başka hiçbir anket yok muymuş ortada? O diğer anketlerde İşçi Partisi yüzde kaç gözüküyormuş? Niye onlara hiç aldırmamış da illâ MGK anketi diye tutturmuş? “Kesin” ne demek? Anketlerde “kesinlik” diye bir şey var mı, olur mu? Kendileri hiç mi çalışmıyormuş arazide? 2002’de yüzde 10 barajını geçmek için yaklaşık 3.1 milyon oy gerekiyormuş. İşçi Partisi sonuçta 159,843 oy almış ve yüzde 0.51’de kalmış. 3.1 milyon nerede, 160,000 nerede? Yüzde 17’den hiç söz etmeyelim; 5.4 milyon oy almayı gerektirirdi. Bırakalım onu; yüzde 10 nerede, yüzde 0.51 nerede? Seçim kampanyası ve propaganda faaliyeti sırasında, hiç mi uyanmamışlar gerçek duruma? Ya da, bir ihtimal, kitle çalışmasını dahi MGK’ya mı bırakmışlar? MGK bize bir şekilde kazandırır umuduna mı sarılmışlar?

Geçtim. Sonra ne olmuş? Neden yüzde 10 yerine yüzde 0.51’de kalınmış? (2) Çünkü Süper NATO diye bir örgüt çıkmış sahneye. Hem Cem Uzan’a Genç Parti’yi kurdurmuş. Ve sırf İP’in, Doğu Perinçek’in önünü kesmek için yapmış bunu. Bununla kalmamış, bir de sahada aktif olarak uğraşmışlar, İşçi Partisi’ne oy verdirtmemek için. İnsanları korkutmuş; İP’e gidecek oyları Genç Parti’ye yöneltmişler. Süper NATO meselâ Iğdır’da İP’e değil CHP’ye vereceksiniz demiş (Genç Parti mi, CHP mi; bir vuzuhsuzluk var burada). Her neyse. İşte bu yüzden olmuş.

Gene duralım ve adım adım gidelim. (a) Varlığına kesin gözüyle bakılan 3.1 milyon (ya da yüzde 10’un üzerinde) oy, hangi zaman aralığında, nasıl olmuş da 160,000’e ve yüzde 0.51’e düşüvermiş? Bu kadar gevşek miymiş İP’le bağları ki, neredeyse son anda, toptan terkedivermişler?

(b) Bu Süper NATO neymiş böyle? Sahada hangi kimlikle faaliyet göstermiş? Bunlar uzaydan gelme garip yaratıklar mıymış, bilim-kurgu filmlerinde olduğu gibi, insan suretine bürünüp aramıza karışan? Böyle acayip, son derece etkili bir örgütün varlığını neden başka kimse algılamamış?

(c) Diyelim ki Amerikan emperyalizminin Gladio benzeri bir enstrümanıymış. Kaç bin elemanını dökmüş araziye, İP aleyhine ve Genç Parti (veya CHP) lehine çalışmaları için? Ne gibi araçlar kullanmış? 3 milyon kişiyi nasıl tehdit etmiş de vazgeçirmişler İşçi Partisi’nden? Kimse farkına varmış mı, “İP değil Genç Parti” diye bir propaganda dalgasının? Ya da, özel olarak İP’i hedef alan broşürlerinden, afişlerinden, el ilânlarından örnek var mı ortada?

(d) Belki en kritik mesele: Ne zaman olmuş bütün bunlar? Doğu Perinçek ve kurmayları, nasıl olmuş da hiç farkına varmamış, bu sinsi Süper NATO faaliyetinin? Son âna kadar nasıl gelmişler, MGK anketine “kesin” inanç içinde? Durumu ancak o gece, birkaç saat içinde, sandıklar açılmaya başlayınca mı algılamışlar?

(e) Ya da şöyle soralım: Bu Süper NATO ve Genç Parti teorisini Doğu Perinçek bilinen hazırcevaplığıyla hemen o gece, o saat mı geliştirmiş, yoksa daha önce hazırlamış da toptan çuvallarsam ne derim diye, her ihtimale karşı yedekte mi tutmuş?  

Nihayet bir sorun daha var. (3) Bundan sonra, yani 2002 seçimlerinden sonra ne olabilirmiş? AK Parti de CHP de (ama tabii öncelikle AK Parti) asla iktidar olamazmış. Üç beş ay içinde Millî Kuvvetler bunları kesinlikle devirecekmiş. Bu noktada, halkın iradesi diye seçim sonuçlarına saygı asla söz konusu olamazmış. Seçim sonuçları milletin gaflete düşmesini yansıtıyormuş. Yüzde 35 gaflete düşmüşmüş, AKP’ye oy vermekle. Fakat görecekmişiz, o yüzde 35 birkaç ay içinde uyanıp İşçi Partisi’ne (CHP’ye de değil, doğrudan İşçi Partisi’ne) gelecek ve elimiz kırılsaydı da onlara oy vermeseydik diyecekmiş. Ama zaten Perinçek’in “aylar önce… Sadettin Tantan’ıyla, Zekeriya Temizel’iyle, Şükrü Sina Gürel’iyle, komutanlarıyla” Millî Kuvvetlere yaptığı çağrılara kulak asılsaymış, bütün bunlar hiç olmayacakmış.

Yok, adım adım gitmeyelim artık. Burada en komik olay, AKP’ye oy veren yüzde 35’in birkaç ay içinde İşçi Partisi’ne geleceği iddiası. Her türlü tasavvurun ötesinde bir naiflik. Kendisi ikide bir pozisyon değiştiriyor ya; kitleler de o kadar hafif meşreptir sanıyor. Şahsî hayallerini gerçek zannetmenin doruğunu, burnunun Kaf Dağının da çok ötesinde olmasını yansıtıyor.

Bu son anda ve rastgele uydurulmuş masal dışında, gerisi mantıksızlık açısından madde madde ayrıştırılacak, didiklenecek şeyler değil; tersine, dümdüz faşist, militarist, darbeci, demokrasi düşmanı bir söylem var ortada. O kadar ki, insana tuhaf şeyler düşündürtüyor ister istemez. Ergenekon tutuklamaları tümüyle haksız ve yanlış mıymış acaba? Ergenekon, Balyoz, Sarıkız… hepsi Gülencilerin icadı mıymış? Hiçbir “Atatürkçü” darbe eğilimi yok muymuş o sırada, TSK içinde? Sadece soruyorum: Doğu Perinçek’e boşuna mı “fabrikatör” sıfatı takılmışmış? Bu generallerin ve aralarında mekik dokuyup fırsat kollayanların pek çoğu, FETÖ’nün çöküşü sayesinde mi sıyırtmış, son tahlilde?

Perinçek de Silivri’de nasıl bir aydınlanma yaşamış? Zihnine nasıl bir küşayiş gelmiş? Yukarıda solda, Silivri’deki koğuş arkadaşlarıyla çekilmiş bir resmi var: (soldan sağa) Binbaşı Levent Bektaş, Perinçek, Albay Levent Göktaş. Sağda ise yakın zamanda, bir dâvette Cumhurbaşkanı Erdoğan’la çekilmiş aile fotoğrafı. – Bir büyük güce sırtını yaslamasa olmuyor mu? Abdullah Öcalan’la gül alıp gül vermekten; sonra, bu kadar net bir şekilde Millî Kuvvetler sizi yıkacak diyen, gayet İslâmofobik bir AKP düşmanlığından, AK Parti’yle saf tutmaya, (mecazî anlamda) gül alıp gül vermeye nasıl sıçramış? 


Yorum Analiz Haberleri

Suriye devrimine çarpık ve indirgemeci yaklaşımlar
Yılbaşında normalleşen haram: Piyango
Yapay zeka statükocu mu?: ChatGPT'de cevaplar neye göre değişiyor?
Devrim ile derinleşen kardeşlik: Suriye & Türkiye
Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!