Kadro, Cemaat, Örgüt İlişkisi Üzerine

Abdurrahman Dilipak, “kadrolaşma”nın sadece Fetullahçılarla sınırlı olmadığını belirttiği yazısında kimi tarikatlar ve cemaatlere mensup olmanın da devlette kadro edinmenin belirleyici bir ölçüye dönüşmüş olduğuna dikkat çekiyor.

Abdurrahman Dilipak’ın konuyla ilgili Yeni Akit’teki köşesinde yayınlanan yazısı şöyle:

Kadro, Cemaat, Örgüt İlişkisi Üzerine

Bakın, bu devlet içinde kadrolaşma işi “Cemaat” yapıları ile sınırlı değil. Hatırlarsanız CHP/SHP koalisyon hükümetleri dönemlerinde Adalet Bakanları Seyfi Oktay ve Mehmet Moğultay hakim ve savcı kadrolarını parti sempatizanı isimlerle doldurmuştu.

FETÖ’cüler gitsin yerine Milli Görüşçüler gelsin, yok İskenderpaşa’dan olsun.. Yok yok Kartal İmam-Hatipli olsun.. Bunların hepsi aynı şey.

“Nurcuların Okuyucuları Osmanlı Arşivinde kadrolaşıyormuş” şimdi bir de bu çıktı başımıza. Dün de Menzilin Sağlık ve Enerji Bakanlıklarında nasıl kadrolaştıklarını okuyorduk.

Bugün hâlâ, merkezi hükümet, belediyeler, özerk kuruluşlarda bir adam şef olarak bir yere geliyor, hemen başlıyor “kadrolaşmaya”. Ehliyet-liyakat hak getire. Mobing’in daniskasını uyguluyorlar. Benden değilsen ne ihale alabilirsin ne işe girebilirsin. Hatta işinden ederler adamı.

Süleymancısı şurada, şucusu burada, Malatya grubu filan yerde. Tarikat, ideoloji, politik kadrolaşmayı bırakın, hemşehricilik bile önemli. Karadenizliler, Malatyalılar, Antepliler, Sıvaslılar, Antalya, Giresun, Konya… say sayabildiğin kadar. Bu işler ilçe hatta köye/kasabaya kadar iniyor. Kürtler ayrı bir alem Araplar ayrı bir alem. Çerkezi, Gürcüsü, Arnavudu ayrı bir alem. Bizden olmayana iş yok.

Varsayalım girdin ihaleye, aldın, hakedişini alabilecek misin bakalım. İşi almak bir dert, yapmak bir başka dert, tahsilat bir başka dert. Yolan yolana. Zaten birinin tavassutu ile almışsan işi, parti, vakıf, cemaat seni yolacaktır. Onun için bütün bunları maliyete yazman gerek.

Defalarca yazdım bunları. Yine yazıyorum. Bakın, yeni bir döneme giriyoruz. Zor zamanlar bunlar. Yeni bir düzen kurmaya çalışıyoruz. Önümüzde seçim var. Madem kuldan utanmıyorsunuz, Allah’tan korkun! Ahiret gününe de mi inanmıyorsunuz yoksa! 5 yıldızlı otellerde Kâbe’ye tepeden bakarak yaptığınız hacla günah defterinizi sildireceğinizi mi sanıyorsunuz.

Kimi din, kimi mezhep, kimi ideoloji, kimi etnik kimlik, kimi hemşehricilik, kimi Vakıf-dernek bağı ile devlet ve yerel yönetimler, hatta Odalar ve STK’larda, büyük şirketlerde örgütlenmeye çalışıyorlar.

Bunların muhafazakar geçinenleri Allah’ı da günahlarına alet etmeye çalışıyor. Cami, Kur’an kursu, yurt gibi hayır işlerini bal gibi kullanıp zehirlerini ona katıyorlar.

Allah kitabında ne buyurmuştur: Şeytan sizi Allah’la aldatmasın.

Kaab b. Züheyr ne demişti: Ağu’yu altın tas içre sunarlar, bal da onun suç ortağı.

“Bir hırsız bir bağdan bir bostan çalarmış, rüşvet alan bir yetkili bir bostan karşılığı bir bağı satarmış.”

Bunların bazıları namaz da kılıyor. “Vay o namaz kılanların haline ki” diye başlayan ayeti bilmiyorlar mı? Bizim geleneğimizde kamu malı, yetim malı olarak görülürdü.

Bakara Suresi, 188: Aranızda birbirinizin mallarını haksız yere yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını bile bile günaha girerek yemek için onları hakimlere (rüşvet olarak) vermeyin. Nisâ Suresi, 29: Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda batıl yollarla yemeyin. Ancak karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle olursa başka. Kendinizi helak etmeyin. Şüphesiz Allah size karşı çok merhametlidir. NisâSuresi, 30: Kim haddi aşarak ve zulmederek bunu yaparsa, onu cehennem ateşine atacağız. Bu, Allah’a pek kolaydır. Tevbe Suresi, 34: Ey iman edenler! Hahamlardan ve rahiplerden birçoğu, insanların mallarını haksız yollarla yiyorlar ve Allah’ın yolundan alıkoyuyorlar. Altın ve gümüşü biriktirip gizleyerek onları Allah yolunda harcamayanları elem dolu bir azapla uyar! Tevbe suresi, 35: O gün bunlar cehennem ateşinde kızdırılacak da onların alınları, böğürleri ve sırtları bunlarla dağlanacak ve “İşte bu, kendiniz için biriktirip sakladığınız şeylerdir. Haydi tadın bakalım, biriktirip sakladıklarınızı!” denilecek.

Daha birçok ayet ve hadis. Sadece servet değil, makam için de geçerli bu hükümler. Torpil ve hile karıştırarak aldığınız ihaleler içinde. Onların bir kısmı ile “hayır” yapmış olarak kendinizi kurtaramazsınız. Açın bakın kitaba, Allah size yardım etmeyecek, dualarınızı da kabul etmeyecek, işlerinizi sarp dağlara sardıracak, sizi bu dünyada da ahirette de yaptıklarınız sebebi ile utandıracak ve cezalandıracak. Son pişmanlıksa fayda vermeyecek.

Dünya malı ve makam, şöhret bize ne kadar da süslü gösterildi.

Bakın, işin aslı şu: Biz bırakın Mezhepçi, tarikatçı, meşrepçi olmayız, “Müslümancı” da değiliz. Biz alemlere rahmet olarak gönderilen bir Peygamberin ümmetiyiz. Haksızlık kimden gelirse gelsin, kime yönelik olursa olsun, mazlumdan yana, zalime karşı olacağız. Zalim babamız da olsa, mazlum düşmanımız da olsa. İşi ehline vereceğiz. Ehliyet ve liyakat imandan önce gelecek. Kamu işlerinde öyle oğul, damat, gelin, kayınbirader, enişte, torun, hemşehri, dayı, amca, kuzen değil. Ehliyet esas ve öncelikli, olmazsa olmaz şart olacak. Elbette özel işlerimizde de öyle iş bazında. İstişare ve şûra esas olacak. Yoksa Allah o işin kefili değildir. O’nun rızasını yok sayarak O’na rağmen hedeflerimize ulaşamayız.

Bir bakan ve siyasette bir tepe isim, bir işadamı, bürokrat, yerel yönetici çıkar maksadı ile bir araya geliyorsa dikkat edin. Bu ortaklıkta Şeytan başköşededir. Haram para her türlü haramı çeker. Kadın, fuhuş, içki.. Ve sonra akıl hastalıkları, intiharlar.. Akla hayale gelmedik hastalıklar.

Biliyorum: Şeytan onlara “yeryüzünde bir cennet ve ebedi bir hayat vaad ediyor”. Hatta ahirette de huriler, şefaat, mağfiret de vaad edebilirler, ediyorlar da. Şeytan onları kandırıyor. Sakın din büyüklerinizi İlah ve Rab edinmeyin.

Bakın doğduğumuz ana babayı biz seçmedik. Doğduğumuz toprağı biz seçmedik, doğduğumuz zamanı, cinsiyetimizi, derimizin rengini biz seçmedik. Ondan dolayı üstün ya da geri olamayız. Allah’ın takdirine isyan ve farklı bir iddiada bulunmak şirktir.

Şu ekonomik kriz, siyasi kriz, giderek büyüyen savaş tehlikesi, aslında hızla içine sürüklendiğimiz maddi ve manevi hastalıklardan kurtulmak, bazı gerçekleri yeniden düşünmek, bir silkeleme ile çürük meyvelerin dallarından dökülmesi için hayra vesile olacak çileli bir reçete olabilir..

Bizim kulağımıza hoş gelen birçok hayali çözüm, aslında Şeytanın nefsimize hoş gösterdiği bir illüzyon olabilir.. Şunun farkına bir varabilsek, İmam-Hatip karşıtlığı ile her ne şekilde olursa olsun İmam-Hatip’çilik aynı şeydir aslında. Mesela birçok kişi, ideolojik olarak Kemalizm’e karşı olsa da metodik olarak Kemalist’tir. Onlar da devleti ele geçirip, devlet gücü ile toplumu dönüştürmek istemektedirler. Ah şunu bir anlayabilsek.

Unutmayalım ki, Hz. Lut Hz. İbrahim’in yeğeni idi ama kavminden kimse iman etmedi, hanımı ve çocukları bile, ama Firavun’un karısı benim annem.. Hz. Yakub’un çocukları kardeşleri Yusuf’u kuyuya attı ama, o Firavun’un sarayında bir Hz. Musa, bir Hz. Harun, bir Hz. Yuşa vardı. Bir başka Firavun’un hizmetkarı ile Safa ile Merve arasında ayak izlerinde koştuğumuz, Hz. İsmail’in annesi Haacer (Ya da Hagar) vardı. Arşın yanlışsa, ölçü doğru olmaz. Selâm ve dua ile.

 

Yorum Analiz Haberleri

Laiklerin maneviyat arayışı
Fitneden daha kötüsü fitneye meftun olmaktır
Diyarbakırlı Ziya Gökalp’e kulak verilseydi..
“Süreç ve Esenyurt aynı sayfada değil”
Zulme sessiz kalmak en kötüsü...