Nihal Bengisu Karaca’nın Habertürk’te yayımlanan yazısı (18 Şubat 2021) şöyle:
Ölüm kuşağı
On yıldır Twitter kullanıyorum. Hiçbir zaman bu dönem olduğu kadar çok "Allah rahmet eylesin” tweet'i görmedim, hiçbir zaman bu kadar çok “Mekanı cennet olsun” yazmak durumunda kalmadım.
İnsanlar ya kanserden ya koronavirüsten ya da koronavirüsle tetiklenen başka hastalıklar yüzünden sürekli ve düzenli bir seyirle ölüyorlar.
Sadece kamuoyunun tanıdığı, ünlü ya da ünlü sayılabilecek isimlere baktığımda bile hayli kabarık bir liste görüyorum.
Muhterem Nur, Timur Selçuk, Aytaç Yalman, Rahşan Ecevit, Şevket Kazan, Markar Esayan, Bekir Coşkun, Hüner Coşkuner, Doğan Cüceloğlu bu yıl öldü.
Prof. Dr. Cemil Taşçıoğlu koronavirüs kapmış hastaları muayene ederken virüsü kaptı ve hayatını kaybetti. İlahiyatçı Ömer Döngeloğlu, siyasetçi Haydar Baş koronavirüsten dolayı hayatlarını kaybettiler. AK Parti’de üç dönem milletvekilliği yapan Anayasa Hukukçusu Burhan Kuzu’nun koronavirüse yakalandığını duymamıştık bile, ölüm haberi herkes için şoke ediciydi.
Star Gazetesi yazarı olan ve kanser tedavisi görürken bir de koronavirüse yakalanan Ahmet Kekeç’in ölüm haberi geldi sonra.
Kanser nedeniyle hayatını kaybeden Sevim Gözay’ın ölümünü hala atlatabilmiş değilim.
En son, eski İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Kadir Topbaş'ın Covid 19’la yaptığı savaşta yenik düştüğü haberini aldık.
Saydığım isimler arasında Bekir Coşkun’la sohbet etmişliğim, Ahmet Kekeç ile bir dönem program yapmışlığım, Sevim Gözay’la bilmediğim nedenlerle sekteye uğrayan bir hukukum vardı. Üçüne de söylemem gerekenler, sormam gerekenler vardı. Ne yazık ki artık hiçbirini yapamam. En fazla dua edebilirim.
Görmezden gelerek baş etmeye çalıştığımız ölüm tanıdığımız insanlara her değdiğinde bize şunu söylüyor: İnsanlara söyleyeceğin her şeyi hayatta iken söyle, yapacağın kavgaları yap ve güzel bir sözün, arkadaşça bir hatır sormanın letafetini esirgeme. Çünkü bir anda fırsat kapısı kapanabilir. Helalleşme imkanı bitebilir. Onun savaşı biter, onun hikayesi tamamlanır ve sen yarım kalmış repliklerinle devam eden imtihanın geride kalanı olursun.
Geride kalan suçluluğu diye bir şey var sahi.
Gidenin, mahzun evresinde parmak izin varsa hele, o suçluluk başka hiçbir şeye benzemez.
En görkemli versiyonunu Kadir Topbaş’a edilen veda ve taziyelerde gördük.
Çok seveni varmış Kadir Bey’in. Ama işin acısı, belli ki sevenler bile onu incitmekte sakınca görmemiş. Görevden istifa etmesini sağlamak için epey mücadele verenlerin "Önce ben taziyede bulunacağım" yarışına girdiğini gördükten sonra, ancak bunu söyleyebiliyorum.
Böyledir, insan hayatına değer vermeyen kültür, nefes alırken yapmadığını bırakmaz ama son yolculuğuna uğurlama işinde iyidir.
Girdiği son yerel seçimde İstanbul’dan 4 milyon 100 bin oy almıştı Kadir Topbaş.
İki yıl daha görev süresi vardı.
Ama 2017’de istifa ettirildi.
Oysa 2019’da bile AK Parti için iyi bir adaydı. Aday yapılmak ne kelime, muallak, müphem ve zan altında bırakan gerekçelerle görevi bırakması ‘sağlandı’.
Kendisiyle herhalde epi topu iki üç kez karşılaştım, benim için hiç ‘Kadir Abi’ olmadı. Ama gazeteci tarafımla şehri kavga etmeden yönettiği, sorunları çekişmeleri güzellikle çözme tarzına yeterince şahitlik ettiğimi düşünüyorum. Hataları olmadı mı? Mutlaka oldu. Ama hikayesinin yekunu hataları nedeniyle irtifa kaybetmesine maniydi. Nezaketi, siyasete para kazanma amacı ile girenlerden farkı, hizmet aşkı hemen herkesin kendisini hayırla yad etmesine vesile oldu. İstifa ettiği, daha doğrusu istifaya zorlanıp ayrıldığı gün şunu yazmıştım bu köşede: “(…)Mesele Topbaş’a her zaman avantaj sağlamış ‘siyaset üstü’ profilinin, beyefendiliğinin, serinkanlılığının Türkiye’deki değer yargılarını fazlasıyla değiştiren son kritik üç yılda Topbaş’ın aleyhine dönmesi”.
İşte böyle bir noktadayız.
Sağken örselenip kıymeti bilinmeyen iyilerin öldükten sonra hayırla yâdedildiği, taziyeler ve dualarla parantez içine alınıp tekrar unutulduğu yerde. Suçluluk duygusunun yaşandığı ama hiç ders vermediği yerde.