Veda Hutbesi’nden insanlığın temiz fıtratına seslenen Hz. Muhammed (as)’ın bu çağrısını günümüzde tekrarlamak, emanetin ağırlığından ezilmiş kesimlerin zoruna gitmiş olacak ki; “emanet kavramından kurtulmamız gerek” kıvamında sinsi, “biz kimsenin emaneti değiliz” tarzında açıktan tepkiler yağdı.
Ülkemizde yaşanan her olumsuz hadiseyi sürekli İslam’a ve Müslümanlara saldırma bahanesi yapan böyle bir kesim var. Suça, suçluya, suçlunun İslam’la ilişkisine aldırmadan; olayın içeriğini, nedenini önemsemeden, fütursuzca yaygara koparan bir kesim. Bunlara kalsa her cinayet, taciz, gasp vb. adi vakalar hep İslam’dan kaynaklanıyor.
Oysa kabul etmedikleri emanet kavramı, tüm sorunlarımızın ilacı olabilecek değerde. Nasıl olmasın? Emniyet ve güven içinde olmak, başkasının hukukuna riayet etmek gibi anlamlara sahiptir emanet! Kişinin yapmakla sorumlu olduğu vazifelerin şuurunda olmasıdır.
Bu yönüyle sahip olduğumuz tüm maddi ve manevi değerler, vazifeli olduğumuz tüm sorumluluklar emanet kapsamı içerisindedir. Allah’ın bahşettiği duyu organları, evlatlar, bulunduğumuz meclisin hukuku, eşler arasında cereyan eden olaylarda doğal olarak.
Aslında emanetin kapsamında, insanın Rabbine, nefsine ve topluma karşı sorumluğu vardır. Rabbine karşı; O’nu birlemek, ortak koşmadan ibadet etmek, her zaman O’nu görüyormuş gibi davranmakla. Nefsine karşı; Allah’ın emrettiği yerde kullanmak, yasaklardan uzaklaşmak, dünya ve ahiretteki tehlikelerden uzak tutmakla. Topluma karşı; Toplumun hakkını gözetmek, insanları aldatmamak, eşyaya zarar vermemek,başkasının hukukunu zayi etmemekle sorumludur insan.
Bu yönüyle emanet kavramı iman ile aynı kökten “emn” kökünden gelir ki; güvenmek, güven vermek, emin olmak, emin kalmak anlamlarını iktifa eder. Böylece hem korku hem de itimatsızlığın zıddıdır. “Onları korkudan güvenli kıldı” ayetinde olduğu gibi.
Türkçe’de güven kelimesi İslami kaynaklarda kullanılan emin kelimesinin karşılığıdır. Her ne kadar toplumda emanet; bir kimseye korunması için bırakılan değerli mal veya eşyaya indirgense de, İslam literâtüründe emanet, maddi boyutundan ziyade manevi boyutuyla karşılık bulur.
Kur’an'da emanet insanın hür ve iradeye dayalı yükümlülüğüdür. Kendisine güvenilen, itimat edilen, güven duyulan taraf ile herhangi birşeyi gönül huzuru ile güvenerek veren taraf. Aynı kökten gelen “eman” ise birine verilen güvenlik garantisi anlamına gelir. Zıddı korku anlamındaki havf, emanetin zıddı ise güveni boşa çıkarmak anlamındaki hiyanettir.
İslamın genel hedefinin; can, mal, namus, akıl ve inanç güvenliğini sağlamak olduğunu hatırlarsak, iman; uhrevi azaba karşı sahibine emniyet telkin ettiği gibi, gerek imansızlardan gerekse müminlerden gelebilecek dünyevi tehlikelere karşı güven telkin etmektedir. İman eylemi; iman eden kişiyle, mümin toplumun emanlaşmasıdır. Böylece iman eden kişi mümin toplumun bir üyesi olur. İnandığı değerleri koruyacağını kabul eder. Karşılığında ise yukarıda sayılan beş husustan emin olur.
“İşin gerçeği Biz emaneti göklere, yere ve dağlara sunduk; onlar ona ihanetten korktular ve üstlenmekten kaçındılar. Nihayet onu insan yüklendi. Ne var ki, o da zalim ve cahil biri olup çıktı.” Ahzap 72 ayetinde buyurulduğu gibi insan emaneti yüklenen yegâne ehil varlıktır ki; bu yüzden müminin vasıflarından birisidir, emanete karşı sorumlu davranmak.
Allah’ın bu emaneti “yemek yer misiniz?” şeklinde bir teklif değil aksine ister istemez, gönüllü gönülsüz mutlaka yerine getirilmesi gereken bir buyruktur. (41/9-12)
Bu yüzden Allah ve Resulüne itaat eden gerçekten büyük bir başarı elde etmiş olur. Çünkü bu emaneti gökler, yerler ve dağlar büyük bir hassasiyet göstererek üzerlerine almaktan kaçındılar. Allah’a ram olup secde ettiler. İnsan ise emaneti üzerinde taşır ancak eda etmez, gereğini yapmaz. Çünkü gerçekten cahil ve sürekli yanlış davranan bir zalimdir. İşte bu yüzden münafık ve müşriklere azap edilip, müminlerin tevbeleri kabul edilecektir. Allah bağışlayıcıdır, merhametlidir. (33/72-73)
Burada emanetin imanla ilişkisi apaçık karşımıza çıkmakta ve Hz.Muhammed (as)’ın; “emaneti olmayanın imanı olmaz” sözü olumlanmaktadır.
Her bilinç bir sorumluluğa gebedir. Dolayısıyla da emanet bilinci de bir sorumluluk ahlakı inşaa eder. Rabbimiz ölümü ve hayatı bizleri sınamak için yaratmıştır. Bu da; emanet bilinci ve sorumluluğudur. İnsanın irade sahibi oluşu dilerse yanlışı, kötüyü, ihanet ve zulmü tercih edebilme hürriyeti başlı başına bir emanettir. Rabbimiz; “Eğer biz Kur’an-ı bir dağa indirmiş olsaydık, onu Allah’a saygıdan boyun eğmiş bir halde yarılıp eridiğini görürdün” (59/21) diyerek, emanet olan iradenin ne kadar ağır bir sorumluluk olduğunu beyan etmiştir.
Emaneti yüklenen insanoğlu bunu taşıyabilecek donanıma sahiptir. Bunun için; zayıf kuvvetliye, halk yetkiliye, memur amire, kadın kocaya, çocuk anne babaya, sakat sağlama, kör görene, sağır duyup konuşabilene, yetim akrabaya, doğa insana, fakir zengine, mal sahibine, kişi kendisine bu donanımı sebebi ile emanettir. Emaneti hayırda buluşturmak, insanın omuzlarında sorumluluktur. Bu emanetin idrakine varmak, irademizi bu yönde kullanmak yaratılış gayemizin amacıdır.
İnsanların müslüman olsun gayri müslim olsun, kadın olsun erkek olsun canları yine insanlara emanettir. Bu Allah tarafından güvence altına alınmıştır. Allah insanı keremli ve değerli yaratmıştır. Bunun nedeni ona verilen özgür irade, kavrama yeteneği, kişisel girişim ve sorumluluk yüklenmedir. Kişinin bunun farkına varması ve sorumluluğunu yerine getirmesi değerini arttırır.
Emaneti taşımak, sorumluluğun bilincinde olmak;aklı hikmetle, gazabı adaletle, şehveti iffetle korumak ve bunları meleke haline getirmekle mümkündür. Emaneti ancak bu şahsiyetler taşıyabilir. Akıl, gazap ve şehvet kuvvetlerinin kontrol edilip vasatta tutulabilmesi irade ve sorumlulukla mümkündür. Bu vasıflar insanı zinde tutan, önde gidenlerin vasfıdır. İnsan yeryüzünü imar etme ve adalete dayalı bir toplum oluşturma görevlerini üstlenmiştir. Aileden topluma kadar sorumluluğun farkında olunmalı ve yerine getirilmelidir. İnsan önce kendi varlığının, sonra kâinatın kendisine emanet olarak verildiğini unutmamalıdır.
İnsanoğlu ihanet üzerinedir. Cahildir, nankördür. Bu cahilliği ve nankörlüğü emanete gereği gibi sahip çık(a)mamasındandır. Müminin gayesi emanete sadık emin bir emanetçi olmaktır. Zira Allah’a sadık kalmanın yolu emanete sadık kalmaktan geçiyor.
Ne diyor Rabbimiz Enfal Suresi 27.ayetinde; “Ey iman edenler! Allah’a ve resulüne hiyanet etmeyin, aksi tâktirde bile bile kendi emanetlerinize ihanet etmiş olursunuz!” Muhakkak ki Allah doğruyu söyler.