Bir yandan başörtüleriyle siyaset yapmak isteyen kadınların oluşturdukları hareketten,
öte yandan Meclis'in yarısını yani 275 milletvekilini hedefleyen KADER kampanyasından bu kadar bahsedip de "kadınlar ve siyaset" konusundaki yaygın bazı kabullerle ilgili itirazlarımı belirtmemek olmaz.
Kadınlar da erkekler gibi politika yapmalıdırlar. Bu, eşitliğin, demokrasinin, demokratik katılımın gereğidir.
Eğer söylenen basitçe bu olsaydı, fazlaca tartışacak bir şey kalmazdı. Oturur hep beraber, bu katılımın önündeki içsel -kadının kendisinden kaynaklanan- ve dışsal -siyaset mekanizmalarından kaynaklanan- nedenleri tartışırdık.
Ama yapılan bu değil. Yapılan genellikle şu: Önce fiktif bir kadın kimliği yaratılıyor; kadına barışçılık, uzlaştırıcılık, demokratlık, duyarlılık, çevre dostu olmak; anti hiyerarşik yapılardan yana olmak, takım çalışmasına daha yatkın olmak gibi "kerameti kendinden menkul" kimi özellikler atfediliyor; sonra da bu fiktif kadının politikaya bir kurtarıcı gibi geleceğinden söz ediliyor. Ve bu söylem hiç sorgulanmadan gittikçe yaygınlaşıyor. Öyle ki, şimdilerde politikada "çağdaş bir imaj" çizmek isteyen erkek politikacıların da bu klişeden kaçması mümkün değil. Erkeklerin inanarak mı yoksa bizi "idare etmek" için mi böyle söylediklerinden pek emin değilim. İçimden bir ses, erkek politikacıların bu tutumunda bir parça moda söyleme uyma çabası, bir parça iltifat, biraz da teşvik isteği var gibi geliyor. "Cennet kadının ayaklarının altında" söyleminin bir başka versiyonu sanki...
Tamam, uzun bir tarihi dönem boyunca kamu hayatının dışında kalan kadınların artık karar verme süreçlerinde daha aktif yer alması, zaten gerekli ve doğal bir gelişme. Ama bunu "dünyayı kurtaracak bir çare" gibi görmek kusura bakmasınlar ama bir zamanlar işçi sınıfı iktidarına bağlanan afaki umutları hatırlatıyor bana.
Tıpkı onun gibi kof ve onun kadar temelsiz...
Bir kere, kadınların yönetiminin daha iyi bir dünya yaratacağına inanmamız için, en başta kadınların ürettiği farklı bir siyasi kültürün varlığından söz edebilmemiz, en azından böyle bir kültürel oluşumun işaretlerini alabilmemiz gerekir. Siyasete ilişkin farklı bir değer sistemi; farklı bir siyaset yapma tarzı; farklı bir örgütlenme biçimi; güce, iktidar olgusuna farklı bir yaklaşım... Kadınlar tarafından üretilen alternatif bir siyasi kültür, bir yönetim felsefesi var da biz mi haberdar değiliz? Böyle farklı bir siyasi kültür varsa neden şimdiye kadar kadınların iktidar oldukları hiçbir yerde ortaya çıkmadı? Thatcher... Albright... Rice... Merkel... Çiller... Clinton?.. Hangisi siyasete farklı bir anlayış, farklı bir ruh getirdi? Gücü yumuşattıklarına, adaleti egemen kıldıklarına dair işaretler aldık mı? Hepsi de erkek dünyasının asilime ettiği kadınlardı deniyorsa, neden asimile olduklarını düşünmek gerekmez mi?
Şimdiye kadar kadınların politikaya farklı bir soluk getireceğini iddia edenlerin öne sürdükleri tek argüman, kadınların daha barışçı olduklarıdır. Bunu da, oğullarını, kocalarını savaşta kaybetmenin acısına bağlarlar. Şimdiye kadar bütün savaş kararlarını erkekler aldı derler. Ama bunu söylerken, bütün barışları da erkeklerin imzaladığını unuturlar. Kadınlar savaşlarda oğullarını kaybediyorsa, erkeklerin de bizzat kendi canlarını kaybettiklerini, bir insanın kendisinin ölmesinin, en azından çocuğunun ölmesi kadar caydırıcı olması gerektiğini es geçerler. (Bu arada, son Libya örneğinde, Obama'yı Libya'ya müdahaleye ikna eden 3 önemli politik figürün de kadın olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim: Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, BM Büyükelçisi Susan Rice ve Ulusal Güvenlik Konseyi İnsan Hakları özel danışmanı Samantha Power.
Esasında, kadınlardan politikada böyle bir misyon beklemek de haksızlık. Koca bir tarihi dönem boyunca ev dışı hayata katılması yasaklanan kadının; kendi varlığı ve bilgisi dışında üretilmiş
olan o "dış" hayata ve o hayatın üzerinde yükselen kültüre, fikirlere, değer sistemlerine; o kültürün, o fikirlerin asıl yaratıcısı olan erkek kadar sorgulayıcı bakabilmesi kolay mı?
Nasıl üretildiği sizin için meçhul olan bir şey, aynı zamanda sizin için dokunulmazdır. Onun karşısında hep bir ürkeklik duyarsınız. Onu evirip çevirmeye, orasını burasını kurcalamaya, hele hele değiştirmeye ödünüz kopar.
Tıpkı bunun gibi, büyük bir tarihi gecikmeyle erkekler dünyasına girmiş ve onlarla birlikte siyaset yapmaya soyunmuş olan kadın da, çoktan pişirilip kendi önüne sürülen teorileri, siyasetleri "olduğu gibi" kabul etmeye erkeklere kıyasla daha yatkın oluyor. Kendi eleştirel aklını kolay kolay devreye sokamıyor; geri çekilmelere, esnekliklere kolay kolay uyum sağlayamıyor. Fikirlere "iman etmeye" çok daha istekli, otoriteye itaat etmeye çok daha meyyal oluyor. Nitekim bakıyoruz, CHP'deki en utanç verici, en bağnaz çıkışları hep bazı kadınlar yapıyor. Canan Arıtman, Nur Serter, Necla Arat gibi isimler başörtüsüne yönelik çıkışlarında erkek partililerin hiçbir zaman gidemeyeceği kadar ileri gidip onları bile "zor durumda" bırakıyorlar.
Özetle söylemek istediğim şu ki; kadının politikaya atılmak için önüne dikilen politik, geleneksel ve psikolojik engellere karşı duralım; bu engelleri temizleyelim ama bunu yaparken, onun omuzlarına imkânsız misyonlar yüklemenin en başta o kadına haksızlık olduğunu, sonucun ise hem kadınlar hem de bütün toplum için kaçınılmaz bir hayal kırıklığı olacağını unutmayalım.
BUGÜN