Kadın döven feminizm!

Türkiye’de siyasal-sosyal tartışmalar her zaman belirli bir şartlanmışlık üzerine inşa ediliyor.

Erkam Kuşçu / HAKSÖZ HABER

Hâkim paradigmanın oluşturduğu algı her çevreden insanın söylem tarzlarını tartışmasız bir şekilde etkiliyor. Bugün içerisinde yaşadığımız dünya bizatihi böyle bir çerçeve etrafında şekil alıyor. Bir meseleyi ele almak veya kritik etmek istiyorsanız size verilen şablonlar imkânında bunu yapmanız gerekiyor. Paradigma dışı bir perspektiften olayları ve olguları ele aldığınızda özgür(!) dünyanın sınırlarıyla da tanışmış oluyorsunuz. Misal olarak özgürlük, üzerinde konuşulması mümkün olmayan bir kavram olarak bugün önümüzde durmaktadır. Kavramın kendisi onu var eden anlamsal bağlamından bağımsız olarak sadece belirli bir dünya görüşünün çizdiği sınırlar içerisinde anlamlı hale gelmektedir. Buna getirilebilecek herhangi bir itiraz ise hemen özgürlük karşıtı bir yere konumlandırılarak susturuluyor! Burada bir paradoks söz konusu, sistem kendisi üzerinde düşünmeyi imkânsız hale getirecek bir düzlem inşa ederek tabiri caizse kavramlarla mahkûm ediyor. Zikredilen terim sadece bir örnek tabi ki…

Türkiye’de siyasal algı yukarıdaki çerçeve mukabilinde sistemin kendi içinde gerçekleştirdiği devinimlerle muhkemleştiriliyor. Müslümanların uzun mücadeleler sonucu elde ettikleri kazanımlara karşı sistem, ifsad edici hegemonik söylemleri hızlı bir şekilde yerli yerine oturtuyor. Zaten bin bir güçlükle atılan adımlar bu sayede akamete uğruyor. Tabi ki burada Müslümanların da kusurları olduğu unutulmamalı. Politik perspektif noktasında yaşanan mantıksal açıdan sıkıntılı ve tutarsız fikirler beraberinde özgün ve nitelikli bir karşı duruşu da imkânsız hale getiriyor. Ancak ondan evvel sistem ve paydaşlarının çelişkilerine ve ahlaki zaaflarına dikkat çekmek yerinde olacaktır.

Geçtiğimiz günlerde yaşanan vahşet bir takım ezberlerin tekrar hatırlanmasına vesile oldu. Muğla’da hala mahiyeti tartışılan karışık ilişkiler içerisindeki bir kadın, ondan daha karışık ilişkiler içerisinde olan bir müptezel tarafından insan aklının sınırlarını zorlayan bir şekilde katledildi. Bu olayın medyada ve sosyal platformlarda ele alınış tarzı genel olarak Türkiyelilerin ve özelde Türkiyeli Müslümanların düşünce sorunlarına ışık tutuyor. Öncelikle söylenmesi gereken şey, sinek-bataklık metaforundan hareketle bataklığın kurutulması gerektiği gerçeğidir. Artık göz ardı edilmesi mümkün olmayan katliamların gerçek sebepleri üzerinde düşünmenin bizleri, ahlaksız bir dünyanın ahlaktan yoksun ilişkileriyle hesaplaşmaya götürmesi gerekirken ne hikmetse eleştirilerin odağına konulan şey yine İslam ve Müslümanlar oluyor. Yapılan katliamın var olan ahlaksızlıkların üstünü örtmemesi ve asıl bu durumu sorgulatması lazımken olayın ele alınış tarzı ahlaki zafiyet gösteren kişilerin kahramanlaştırılmasıyla neticeleniyor.

Tutarsızlık gibi görünen şeyler bununla da sınırlı değil. Türkiye’de sol-seküler kesimin ‘kadın cinayetlerinden’ hareketle hesaplaşmaya giriştiği kültürel değerler aslında İslam’a tekabül eden bir tarihsellik taşıyor. Ancak toplum önünde bulunan ve bu katliamlara karşı ses çıkartıyormuş gibi görünen birçok ismin, kadınlara yönelik fiziksel şiddet, ekonomik ve psikolojik baskı uyguladıkları biliniyor olmasına rağmen hala utanmadan asıl suçlu görmezden gelinebiliyor. Modern dünya kadın-erkek ilişkilerinde var olan ölçüleri tarumar ederken yerine inşa ettiği şey ise bugün karşı karşıya kaldığımız durumdur. Kimse bununla hesaplaşmaya girişmezken kendince bu sorunların kaynağı gibi göstermeye çalıştığı kültürel değerlerle hesaplaşmaya davet ediyor. Pes!

Ozan Güven’den, Ahmet Kural’a HDP milletvekilleri Mensur Işık ve Tuma Çelik‘ten, PKK’nın kamplarında tecavüz iddialarına, örgüt içi infazlarda öldürülen kadınlara kadar birçok olay ayan beyan ortadayken kimse sol-seküler kesimi sigaya çekmiyor ancak ne idüğü belirsiz müptezel tiplerin hesabını niyeyse Müslümanlar ödüyor… Buradaki çelişkili durum bu isimlere yönelik iddialar karşısında sessizliğe bürünen de yine aynı kesim olunca iki katına çıkıyor. Suriye’de vahşice katledilen ve rejimin zulüm hapishanelerinde haksız yere mahkûm edilen sayısız kadın için sesini çıkartmayanlar sadece yaşam tarzını(!) içselleştirdikleri kadınların hukukunu savunuyorlar. Erkek terörüne(!) karşı çıkan feministlerin kadın mağduriyetlerinin sorumlularından olduğunu görmezden gelmek çözüme katkı sağlamıyor. Ancak algı ve söylem oluşturma gücü gerçeklerden üstün çıkıyor ne yazık ki. Tüm bunlar yeteri kadar rezil değilmiş gibi bir de hesap vermeye meraklı Müslümanlar ile karşı karşıyayız. Daha evvel zikredilen zaaflı politik perspektifin bir neticesi olarak var olan “kadın cinayeti” tartışmalarını verili argümanlar üzerinden ele alıp tartışan Müslümanlar ister istemez o tartışmaların verili zeminine de kendilerini hapsetmiş oluyorlar. “Kadın cinayeti” terkibi de bu bağlamda aynı handikapları içerisinde taşıyor. İzahı çok zor olan bu durum dindar kesimin kompleksleriyle açıklanabilecek düzeyi de aştı. Yaşanan cinayetlerin cinsiyet temelli sınıflandırılması öncelikli olarak hâkim bakış açısının mantığını gözler önüne seriyor. Ancak buna karşı en ufak bir itiraz görmek mümkün değil. İtiraz edenler ise açıktan veya üstü kapalı bir şekilde cinsiyetçilikle suçlanabiliyor. En temelde modernleşmenin, kadın-erkek üzerine kurulan çatışmacı ilişki biçimini sorgulaması gereken Müslümanların, cinsiyet temelli inşa edilen kavramsallaştırmaları ve düşünme biçimlerini de reddetmesi gerekiyor. Trajikomik bir şekilde devam eden ve tutarsızlıklarla dolu olan bu durumun bizzat kendisi, asıl hesaba çekilmesi gereken ifsad edici ideolojileri görünmez kılıyor hatta yargılayıcı makama oturtuyor. Gerçek failler yargıç olunca adalet beklemenin de çok anlamı kalmıyor!

Yorum Analiz Haberleri

Sosyal medyanın aptallaştırdığı insan modeli
Dünyevileşme ve yalnızlık
Cuma hutbelerindeki prangalar kırılsın
Batı destekli spor projeleri neye hizmet ediyor?
Kemalizm’e has bu Laiklik Fransa’da bile yok!