Kaderde kudret ve özgürlük ikilemi

MURAT KAYACAN

Kader ile cüzi irade problemi, -Hamidullah’ın ifadesiyle- insanoğlunu, öldükten sonra diriliş ve öteki dünyada hesap vermeye inandığından beri ilgilendirmiştir. Doğrusunu söylemek gerekirse, filozoflar bu sorunda bir ikilem görmüşlerdir:

1-Eğer insanı kötülüklerinden sorumlu tutup bundan dolayı cezalandırmak gerekirse, o zaman eylemlerini ve bunları gerçekleştirme araçlarını seçmede, kendisine irade özgürlüğünü tanımak gerekir. Bu yaklaşıma göre, insan özgürdür ve –haşa- Allah da olması gerekenden daha az güçlüdür.

2-Öte yandan Allah’ın ilmi geleceği kuşatır. Allah’ın her şeyi önceden yazması ve her yerde hazır ve nazır olması, insan sorumluluğunun temel ögelerini devre dışı bırakmaktadır. Allah mutlak güç sahibidir ve insan sorumlu değildir.

Bu ikilem ancak bu iki uç noktayı birleştirmeye çalışan filozoflar için söz konusudur. İslam ise söz konusu ikilemi kabul etmez. O her şeyi yerli yerine koyarak problemi çözer. Tanrısal ve göksel olanı bir tarafa; beşeri ve dünyasal olanı bir tarafa koyar. Kader ve öteki dünya hesabı göksel; insan sorumluluğunun nedeni ise dünyasaldır. İkisi arasında bağlantı kurmak gerekmez. Kur'an Allah’ın niteliklerinden  söz ederken, O’nu başka niteliklerin yanı sıra mutlak güç sahibi olarak da niteler. İnsanın hak ve görevlerini belirtirken de ona, yaptığı her şeyin hesabını vereceğini söyler.

Öyleyse –Kur'an’ın öngördüğü kader anlayışında- ikilem yoktur. Çünkü birbirinden farklı olan iki alemin gerçekleri arasında bir bağlantı kurmanın anlamı yoktur. Burada Allah’ın mutlak gücünden söz ettikten sonra işaret etmek gerekir ki, Kur'an esenliğe ermek için gerçekleştirilmesi gereken iş ve çabaları hatırlatıp vurgular: “Kim de ahireti isterse ve mümin olarak kendine yaraşır bir çaba ile onun için çalışırsa, öylelerinin çalışmalarının karşılığı verilir.” (İsra 17: 19) ve “Doğrusu insana çalışmasından başka bir şey yoktur.” (Necm, 53: 39). Öyleyse her iki gerçek de aynı anda söz konusudur. Ama her biri kendi alanında. Acaba insan çabasının gerekliliğine işaret eden işte bu mutlak tanrısal güce inanmanın, ilk Müslümanları pasif bırakmak şöyle dursun, eşine ve benzerine erişilememiş hızlı bir etkinliğe ve fetihlere yönelttiğini bilmeyen var mı? İslam’da “kadercilik” olsa olsa hareketsizliğin karşıtıdır. İnsanın kaderi kendisinden gizli olduğuna göre, insan tekrarlanıp duran tersliklere karşı bir şeyler yapmakla yükümlüdür. Ayrıca o, imkânsızlıklar karşısında acı çekmemeli, aksine “Rabbimin iradesi böyleymiş.” diyerek teselli bulmalıdır: “Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu Allah'a göre kolaydır.” (Hadid, 57: 22).

Benzer şekilde ikilemi reddetme ve problemi çözmedeki aynı rahatlık Kitab-ı Mukaddes’te de yer almaktadır: “Git, bu halka şunu duyur, dedi, ‘Duyacak duyacak, ama anlamayacaksınız. Bakacak bakacak, ama görmeyeceksiniz! Bu halkın yüreğini duygusuzlaştır, kulaklarını ağırlaştır, gözlerini kapat. Öyle ki, gözleri görmesin, kulakları duymasın, yürekleri anlamasın. Ve bana dönüp şifa bulmasınlar. ‘Ne vakte kadar, ya Rab?’ diye sordum. Rab yanıtladı: ‘Kentler viraneye dönüp kimsesiz kalıncaya, evler ıpıssız oluncaya, toprak büsbütün kıraçlaşıncaya kadar. İnsanları çok uzaklara süreceğim. Ülke bomboş kalacak. Halkın onda biri kalsa da ülke mahvolacak. Ama devrildiği zaman kütüğü kalan yabanıl fıstık ve meşe ağacı gibi, kutsal soy kütüğünden çıkacak.» (İşaya, VI: 9-13). Tevrat’taki bu pasajda –anladığımız kadarıyla- ön plana çıkan kavmin fiilinden ziyade Allah’ın kudretidir. Tevrat’ın şu pasajında ise, Allahu Teala’nın ödüllendirme nedeni “cürümlerden uzak durmayla” yani insanın cüzi iradesiyle ilişkilendirilmektedir: “Her yaşayan can benimdir. Babanın canı da, çocuğun canı da benimdir. Ölecek olan, günah işleyen candır. ‘Diyelim ki, adil ve doğru olanı yapan doğru bir adam var. Dağlarda putlara sunulan kurbandan yemez, İsrail halkının putlarına bel bağlamaz. Komşusunun karısını kirletmez. Âdet gören kadına yaklaşmaz. Kimseye haksızlık etmez. Rehin olarak aldığını geri verir. Soygunculuk etmez. Aç olana ekmeğini verir. Çıplağı giydirir. Faizle para vermez. Aşırı kâr gütmez. Elini kötülükten çeker. İki kişi arasında doğrulukla hüküm verir. Kurallarımı izler. İlkelerimi özenle uygular. İşte böyle biri doğru kişidir. O yaşayacaktır.” (Hezekiel 18: 4-9).

Sonuç olarak diyebiliriz ki, Allahu Teala’nın her şeye gücü yetmesi, yaratmanın O’na ait olmasından yola çıkarak, “insanların suç işlemediği, işlese bile bu suçların iradelerinin dışında geliştiğini” söylemek doğru değildir. İnsanların dünyada ve ahirette gördüğü/göreceği azap ya da mükâfat, yaptıklarının karşılığıdır. Allah kullarına asla zulmetmez.