Kader Üzerine…

Kader tarafından çepeçevre kuşatılmışızdır. Yani biz ister beğenelim ister beğenmeyelim, bu hayatta kat etmek zorunda olduğumuz yolun güzergahı bizden önce, bize sorulmadan belirlenmiş durumdadır.

Mustafa Öztürk’ün, Karar gazetesinde “Ey Pâdişah-ı Lem Yezel, cana cefa kıl ya vefa…” başlığı ile yazısını ilginize sunuyoruz:

Mutasavvıf şair İbrahim Tennûrî (ö. 887/1482) meşhur manzumelerinden birine, “Cana cefa kıl ya vefa, kahrın da hoş lütfun da hoş; ya dert gönder ya deva; kahrın da hoş lütfun da hoş…” mısralarıyla başlar. Bu manzume günümüzde ilahi olarak okunur. Ne yalan söyleyeyim, ben ilahi okumayı sevmediğim gibi dinlemekten de hoşlanmam. Ama benim ilahi sevip sevmemem bir kenara, Tennûrî’nin bu manzumesinin salt ilahi olarak icra edilmesi, gerçekten talihsizliktir. Çünkü bu manzume, her şeyden önce, hayat sahnesinde yaşadığımız iyi-kötü tecellileri nasıl anlamamız, kaderin cilveleri karşısında nasıl davranmamız gerektiği hususunda çok derin bir öğretinin veciz ifadesidir. Dolayısıyla bir ilahiye kurban edilmeyecek kadar önemli ve değerlidir.

Tennûrî, “Gelse celalinden cefa yahut cemalinden vefa, ikisi de cana safa; kahrın da hoş lütfun da hoş…” derken, bir taraftan Âmentü’deki “ve-bi’l-kaderi hayrihî ve şerrihî minellâhi teâlâ”ya gönderme yapmakta, bir taraftan da Allah’tan gelen lütfa gösterdiğimiz memnuniyet kadar yine O’ndan gelen kahrı da misafirperverlikle karşılamamız gerektiğini anlatmaktadır. Burada sergilenen tavır tam bir tevekkül, teslimiyet ve rıza tavrıdır. Bu tavır aynı zamanda Tennûrî’nin “Ey Pâdişah-ı Lem Yezel” diye hitap ettiği Cenâb-ı Hak ile hukukumuzun sadece “iyi gün dostluğu” üzerine kurulmaması gerektiğini de hatırlatır. Kaldı ki Allah bize bu âlemde dikensiz gül bahçesi vaadinde bulunmamış, bilakis hâl-i hayatımızda kimimizin payına az, kimimizin payına çok düşen birçok sıkıntıyla karşılaşacağımızı ve bu şekilde sınanmamızın kaçınılmaz olacağını beyan buyurmuştur.

Bu ilâhî beyanı içeren Bakara 2/155. ayetin başındaki “ve-leneblüvenneküm” lafzı “blv” (belâ) kökünden müştaktır. Bu kökteki temel anlam yıpratmak, hırpalamaktır. Belli ki hayatta yıpranmak ve hırpalanmak kaçınılmazdır. Hele de siz senaryosuz, oyunsuz, özellikle insani ilişkilerde maskesiz, hesapsız, ajandasız ya da kısacası saf ve düz yaşamaya çalışan bir insansanız, hayattaki yıpranma ve hırpalanma katsayınızın çok daha yüksek olması mutlak kaçınılmazdır. Hayat sahnesinde senaryosuz ve ajandasız dolaşan, senaryo yazıp kendi senaryosunu oynamayı pek başaramayan insanlar için bu hayat söz konusu ayetin sonundaki “ve-beşşiri’s-sâbirîn” ifadesinde de işaret edildiği üzere sabırla katlanılması gereken bir tecrübe olmak zorundadır. Tennûrî “Kahrın da hoş” derken, zannımca, hayatın katlanılası tarafına gönderme yapmaktadır.

Kanaatimce Âmentü’deki “ve-bi’l-kaderi hayrihî ve şerrihî” ifadesini “ve-bi’l-kaderi lütfihî ve kahrihî” diye anlayıp yorumlamakta beis olmasa gerektir. Şimdi Âmentü ve kader dedim diye birileri çıkıp, “Hocam, biz sizi Mu’tezilî meşrep bilirdik; meğer siz kadere inanıyormuşsunuz…” diyebilir. Evet, ben kadere inanan, hem de sıkı inanan biriyim. Her şeyden önce, bu âlemdeki iyilik (hayır) kadar kötülüğün de (şer) ontolojik temelinde ilahi iradeyi göremeyecek kadar kör biri değilim. Burada kaderin neliğine dair bir benzetme yapmak gerekirse, kader denen şey sizin menzile varmak için kullanmak zorunda olduğunuz tek yol güzergahıdır. İşte bu yol güzergahı, başta dünyaya gelip gelmeme meselesi olmak üzere ana babamız, milliyetimiz ve genetiğimiz hakkında hiçbir tercihte bulunmaksızın kendimizi bu dünyada bulmuş olmamızdır.

Bu noktada kader tarafından çepeçevre kuşatılmışızdır. Yani biz ister beğenelim ister beğenmeyelim, bu hayatta kat etmek zorunda olduğumuz yolun güzergahı bizden önce, bize sorulmadan belirlenmiş durumdadır. Bu belirlenmişlik içinde bize tanınan özgürlük imkânı yol güzergahındaki işaret levhalarını ve trafik kurallarını dikkate alarak araç kullanmaktır. Lakin yola çıktığınız an itibariyle kaza bela riski yine de hep vardır. Siz yolda ne kadar dikkatli olursanız olun, kurallara ne kadar uyarsanız uyun, kimi zaman başka birinin dikkatsizliği veya kurallara riayetsizliği ne yazık ki “geliyorum” demeden gelen bir kazaya sizi maruz bırakır. Çünkü kader yazılımında bu da vardır. Sonuçta yaşadığınız şey sizin kaderiniz ve/veya kazanızdır. Gerçi kader kelimesinin semantiğinde matematiksel hesap manası da vardır; ama bilindik anlamıyla kaderde matematik hesaplamaya yer yoktur. Zira hayat sahnesinde yaşadığımız kaderde iki kere ikinin herkes için dört ettiğine dair bir gerçeklik yoktur. Hâsılı, kimi arkadaşlar her ne kadar bizim Âmentü’deki “kader”i Mu’tezile kabristanlığına gömmeye çalışsalar da kader ve kazamız hep hayattadır ve anbean bizimle birlikte dolaşmaktadır. Vallâhu a’lem.

İslam Düşüncesi Haberleri

Felah; fıtrat ve vahiyle yeniden buluşmamızda!...
Diyanetten hatırlatma: Tüm kumarlar haramdır!
Kemalistlerin cehaleti uçsuz bucaksız saçmalama özgürlüğü sunuyor!
İ’tizâl ile itidal arasında Allah nerededir?
Mutlak kötüye karşı el-Kassam’ın özgürleştirici ribatı ve cihadı