11 Haziran’dan bugüne İsrail tarafından tutuklu tutulan Ebru Özkan’ın haftalar boyunca maruz kaldığı çirkin muamelenin ne manaya geldiğini ve neleri sembolize ettiğini ifade etmeden önce tren kazası, 701 nolu KHK ve yeni döneme ilişkin serdedilen kimi görüşlere değinelim.
Kaderi Değil Kazayı Tartışacağız
Tekirdağ Çorlu’da meydana gelen tren kazasında maalesef 24 kişi hayatını kaybetti. Çok sayıda yaralı da var. 2004’te Sakarya Pamukova’da yaşanan ve 41 kişinin vefat ettiği tren kazasından bu yana böylesi ağır kayıplar yaşanan bir tren kazası olmamıştı. Aksine tren yolculuklarında konfor ve güvenlik standardı giderek yükseliyordu. Bu sebeple kazanın sebepleri ve sorumluları hakkında hem hukuki hem de idari manada çok ciddi ve kapsamlı bir soruşturma yürüterek raylı sistemlerin ne derece konforlu ve güvenli olduğu, olacağı da beyan edilecek.
Soruşturma gerçekten de titizlikle mi sürüyor, oluşturulan kriz merkezi gelişmeleri hakikaten yakından takip ediyor mu izleyip göreceğiz. Ancak ilk açıklama ve icraatlara bakınca aşırı yağışlar dolayısıyla menfez ile raylar arasında boşluk meydana geldiği ve bu boşluğun ilk bakışta makinistler tarafından görülemediği vurgularını ve gözaltına alınan iki makinisti görüyoruz. Peki, kazanın olduğu hattın inşasında, zemin etütlerinde, menfezlerin bölgedeki akarsu ve yağışlara uygunluğunda, meteorolojik gelişmelere bağlı olarak daha sıkı kontrollere gidilmesi gibi meseleler gereğince tartışılıyor mu?
24 insanın ölümünü aşırı yağışlara, toprak kaymasına veya menfezin yetersizliğine mi bağlayacağız? Madem menfezin altındaki toprak aşırı yağışlar sonucu boşalmış neden sefer iptal edilmiyor da yüzlerce insanın hayatı riske atılıyor? Kaderi tartışacak değiliz ancak insan hayatına saygımız gereği kazanın vuku bulmasında gerek kişisel gerekse kurumsal olarak kusuru bulunanları en ince ayrıntılarına kadar irdelemek mecburiyetindeyiz. Üstelik 6 vagon devrilmiş, yüzlerce insan yaralı bereli halde çamurun çukurun ortasına savrulmuşken ancak etraftan gelen köylülerin yardımıyla ambulanslara ulaştırılıyorlar. Ambulansların işlevi tersine mi döndü? Vefat edenler için Allah-u Teâlâ’dan rahmet, yaralılar için şifa ve yakınları için de sabır dileyelim.
Kanun Yerine Kanaat İkame Edilemez
15 Temmuz askeri darbesini örgütleyen kadro ve kurumlarla mücadeleyi daha etkin ve hızlı gerçekleştirmek üzere ilan edilen OHAL gerekliydi elbette. Ancak OHAL’in işlevi epey zaman önce bitti ve acilen kaldırılması gerekti. Ne var ki ancak 24 Haziran seçimleri arifesinde kaldırılacağı ilan edilebildi ve 18 Temmuz işaret edildi. Herkes sakince ve oldukça iyimser bir ruh haliyle 18 Temmuz’u beklerken Resmi Gazete’de 18 bin 632 kamu personelinin ihraç edildiğini öğrendik.
Kimse FETÖ’yle mücadele gevşetilsin, Beşince Kol Faaliyetleri görmezden gelinsin veya kamu personeli kimliğini toplumun aleyhine kullananlara müsamaha edilsin demiyor. Fakat OHAL sebebiyle yürütmenin kararlarına karşı yargı yolu kapalı olduğu için kimse mahkemeler yoluyla hakkını arayamıyor. Üstelik ihraçların hukuki ve idari gerekçesi de ilan edilmiyor. Süreç çok boyutlu olarak tartışmaya açıktır, açık olmalıdır. Yalnız şu temel hususu unutmayalım: İhraç edilen kamu personelinin bir kısmı için Resmi Gazete’de “kurum kanaati” notu iliştirilmiş. Söz konusu kanaati kim, nasıl ve hangi süreçlerle oluşturuyor bilemeyiz ama kanaatle meslekten ihracın yolunu açmak son derece tehlikeli bir teamülün inşasında rol almaktır. Esas ve belirleyici olan şu ya da bu kurumun kanaati değil hukukun temel kaideleridir. Hukukun temel kaideleri işledikten sonra değil ihraç ağır ceza alsa hatta idam edilse de toplum “şeriatın kestiği parmak acımaz” diyecektir.
Siyasette Modern Hurafe ve İsrailiyat
Siyasal sistem yeniden inşa ediliyor. Siyasetiyle toplumuyla Türkiye, askeri vesayet ve bürokratik oligarşiyi temsil eden Kemalist Cumhuriyet’in sebep olduğu musibetlerden emin olmak için verdiği mücadeleyi yeni bir aşamaya taşıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kurduğu değil henüz kurmakta olduğu bir siyasal sistemden bahsediyoruz. Yeni siyasal sistemin her yönüyle iyi ve güzel olmasını temenni etmek yetmez aynı zamanda her yönüyle iyi ve güzel olması için mücadele de etmek gerekiyor.
Gelin görün ki toplumu vatan-millet-devlet eksenli merkezin etrafında toparlamaya çalışanlar fırsattan istifade göze girmek üzere yine nutuklar atıyor. Yerlilik ve millilik diye ulusal kimlik projesini saçma sapan kavram ve kıyaslarla yeniden hortlatmaya kalkışanlar mecburi istikamet olarak kayıtsız şartsız itaati gösteriyorlar. Niyetlerinin iyi mi kötü mü olduğunu bilemiyorum ancak öneri ve duruşlarının hastalıklı olduğundan eminim. ‘Vatan ekseni’ filan diye seferberlikler ilan ediliyor, ‘tamamı iyidir, öyle bileceğiz’ kriteriyle akıldışı yol haritası gösteriliyor ama bu hal ve istikamet ne yönetenlere ne de yönetilenlere asla hayır getirmez. Çözüm mistisizmle harmanlanmış bir ulus-kimlik siyasetinde değil adalet, istişare, emri bil maruf, nehyi anil münker, emanet, ehliyet, imamet gibi Kur’an-ı Kerim’de öğretilen ve Siyer-i Nebi’de öğretilen siyasettedir şüphesiz.
Ebru’nun İsrail’i Panikleten Parfümleri
Ebru Özkan’ı tanıyorsunuz, değil mi? 11 Haziran’da İsrail tarafından tutuklandı. Suçlamalar sadece mesnetsiz değil aynı zamanda akılsızca. Defalarca mahkemeye çıkışı ertelendi. En son ajanslara yansıyan kısa görüntüsünde elleri kelepçeli, ayakları zincirli olduğu halde mütevekkil ve mütebessim gencecik bir kız olarak tek başına Siyonist İsrail’e meydan okuyordu.
Ebru Özkan’a isnat edilen suçların başında “5 şişe parfüm kaçakçılığı” var. Gülmeyin lütfen, İsrail mahkemelerinin ciddiyetine gölge düşürürsünüz yoksa! İsrail çok net bir biçimde Müslümanların Kudüs başta olmak üzere işgal altındaki Filistin topraklarına girişlerini engellemeye çalışıyor. Ebru Özkan’a uygulanan çirkin muamele yoluyla İsrail, Filistin mücadelemizden ve Kudüs’e olan sevgimizden intikam alıyor. Bu aşikâr bir tutum zaten. Ancak en son Ebru Özkan’ın şahsında gerçekleşen Türkiye vatandaşlarına karşı İsrail tarafından gerçekleştirilen edepsiz ve insanlık dışı muameleye Türkiye’nin hızlı, etkin ve sonuç alıcı bir diplomatik karşılık vermesi gerekirdi.
Büyükelçilik çalışanlarının mahkemeyi izlemesi mi yoksa Türkiye’ye gelen İsrail vatandaşlarının aynı muameleye tabi tutulması mı daha etkili bir yöntem olur acaba? İsrail’in Türkiye üzerinden gerçekleştirdiği ticari, siyasi, askeri, teknolojik ve kültürel faaliyetlere ilişkin anlaşmalar iptal etmek için her geçen gün sebepler çoğalıyor.
Yeni Akit