Kaçmayıp öne atılan adamın hikayesi...

Orta Doğu araştırmacısı Mehmet Akif Koç, 17 Ekim tarihinde çekilen bir video kaydı ve üç fotoğraf karesi üzerinden bir ölümün öyküsünü Fokus+ için inceledi.

Mehmet Akif Koç / Fokus Plus

Bir video ve üç fotoğraf 

Birinci fotoğraf karesi

50 yaşlarında dinç görünümlü, ak saçlı bir adam birkaç yıl önce çekildiği belli olan bir karede, tekli bir koltukta oturuyor. Bombalanmış bir evin önünde, bej rengi bir koltukta sağ bacağını sol dizinin üstüne atmış, dirseklerini iki yanına koymuş koltuğun. Bakışları sert ama kameraya gülümsüyor. Gözlerinde tahkir edici bir gülümseme var, meydan okuyan bir edayla ve kendine güvenle oturuyor koltukta.  

 

Hocası olan yaşlı adam da tıpkı bu şekilde oturmuştu yıllar önce ahşap bir koltukta. Boynundan aşağısı felçli olmasına rağmen böyle oturtulmasını istemişti ihtiyar adam. Bu şekildeki oturuşta bir mesaj olmalıydı ki aradaki uzun yıllara rağmen şehrin iki önemli lideri aynı şekilde oturmuştu.  

Sakalsız ve bıyıklı adam kameraya dimdik bakarak ve gülerek oturuyor. Arkasındaki yarı yıkılmış ve bombalanmış ev, muhtemelen kendisine karşı defalarca düzenlenen ve başarısız olan bir suikast saldırısından kalma. Etrafta atılmış veya patlamayla ortalığa saçılmış eşyalar var. Bombalanmış evin önünde bacak bacak üstüne atmış oturuyor, muhtemelen meydan okuyor kendisini bulamayan suikastçılara. Bu adam 17 Ekim 2024’e kadar bu ikonik kareyle biliniyordu.  

48 saniyelik bir dron video çekimi  

Yanıp yıkılmış şehrin bir mahallesinde, iki katlı bir evin ikinci katı… Henüz birkaç gün önce bir hastanenin bombalanıp insanların canlı canlı yakıldığı şehirde bombalanmış, yıkılmış bir ev, kapısı penceresi kalmamış. Pencereden ileriye doğru rengi atmış üç tane tekli koltuğun birinde 55-60 yaşlarında bitkin ve zayıfça bir adam, sakin bir şekilde yan oturuyor. Muhtemelen pencere kenarında kurşunlara hedef olup vurulmamak için iç tarafa geçip oturmuş. 

Karşısındaki iki koltuk da boş, ortalık savaş alanı, yerde sıva ve beton parçaları… Muhtemelen ev de kısa süre sonra yıkılacak.   

Dron yıkık pencereden içeri sokulmuş, ihtiyatlı bir şekilde adama yaklaşıyor. Adamı tanımaya, muhtemelen şüphelenilen şeyin doğru olup olmadığını anlamaya çalışıyor dronu kullanan operatör. Ekranda birkaç ifade beliriyor, şüphesinde haklı olduğunu anlamış olmalı ki dron iyice sokulmuyor adama.  

Adam yorgun ve bitkin görünüyor. Kameranın gösterdiği sağ eli yaralı vaziyette. Ayağa kalkamıyor, muhtemelen bir dizi veya ayağı da parçalanmış, koltukta çöktüğü yerde dimdik kameraya bakıyor. Sağlam kalan sol elinde bir sopa var. Dron kendisine yaklaşırken adamın yüzünde öfke, sıkışmışlık, bitkinlik, umutsuzluk, nefret, inat birbirine karışmış.   

Yaklaşan drona bakıyor inatla, yeterince yaklaştığını düşündüğünde sol elindeki sopayı drona doğru atıyor son bir canlılık belirtisi gösterip. Dron sola hamle yapıp sopadan kaçıyor. Adam elindeki son malzemeyle bile direnmekten başka bir şey düşünmüyor. Sopayı da drona atınca silahsız kalıyor artık. Video burada kesiliyor.   

İkinci fotoğraf karesi   

Beş tane tam teçhizatlı asker, meskûn mahalde yeni bombalanmış bir evin içinde. Bir şeyin başında durmuş, yere bakıyorlar. Başlarında miğferleri, ellerinde otomatik silahlar, birinin elinde mavi plastik bir eldiven. Fotoğraf karesinin hemen önünde ve sağında, dron görüntüsündeki tekli koltuklar seçilebiliyor. Rengi iyice gitmiş, bir zamanlar turuncu olduğu anlaşılan koltukların mermilerle delik deşik edilmiş kumaşı sarkmış sağa sola. 

Yerde bir adam seçiliyor dikkatli bakınca. Bombalamanın etkisiyle üzerine yıkılmış moloz parçalarının arasında sıkışmış vaziyette yatıyor. Üzerinde hücum yeleği var adamın, sakalsız ve bıyıklı, birinci fotoğraf karesinde tahkir edici şekilde kameraya gülümseyerek bakan adama benziyor. Ama artık nefes almadığı anlaşılıyor, dudakları aralık kalmış. Ölmüş. Öldürülmüş belli ki bu asker elbiseli kişiler tarafından. Vücut bütünlüğü bozulmamış, sağ eli basit bir bezle sarılmış. Ama iki önemli yara var üzerinde. Sol dizi parçalanmış. Ve kafası… Sol gözünün üstünde büyük ve derin bir parçalanma göze çarpıyor. Üzerine onlarca mermi yağdırılmış. Belli ki dokuz canlı olduğu düşünülmüş daha önceki suikast girişimlerinden hep sağ çıktığı için.  

Kaçmamış bu adam belli ki, alnından vurulmuş. Alnının tam ortasından. Karşısındaki birileri defalarca ateş açmış ve vurmuş adamı belli ki. Dizindeki derin yara da önde, o da arkadan değil. Karşısındaki birileri vurmuş adamı, belli bu. Hem öldürülen adamın hem de öldürenlerin peygamber sayıp hürmet ettiği zatın isminin geçtiği Yusuf Suresi’ndeki o meşhur mantık çıkarımı geliyor aklıma: “Eğer onun gömleği arka tarafından yırtılmış ise kadın yalancıdır, Yûsuf sâdıklardandır.”  

Gömleğin arkadan yırtılması birkaç bin yıl önceki o hadisede iyi bir çıkarımdı, ama dünkü hadisede çirkin. Savaşa girdiğinde kurşun yarası arkandan gelip bulmamalı seni, gömleğin arkadan yırtılmamalı. Gömleğin önden yırtılması Yusuf ile Züleyha kıssasında çirkin bir şeydi, ama bu öldürme vakasında yaranın ve kurşun izlerinin önden olması utanç vesilesi değil.    

Bilakis, öldürülen adam bu yaraların önden ve tam karşıdan gelmesine sadece sevinmiştir. Yusuf’un kıssasındaki mantıksal çıkarımla gidersek; kaçmamış demek bu. Çatışmış. Üzerinde hücum yeleği, elinde sımsıkı tuttuğu el bombası var öldürülen adamın. Çatışmış ve öldürülmüş.    

Üçüncü fotoğraf karesi   

Bir evin merdiven basamağının üzerine yan yana dizilmiş birkaç parça eşya. Haki asker üniformalı bir adam diz çöküp fotoğrafını çekmiş bu önemsiz eşyaların, dizleri belli oluyor. Bir adamın, bir erkeğin ölümünden hemen sonra üzerinden çıkan kişisel eşyalar bunlar. Herhangi bir adam adına düzenlenmiş bir pasaport göze çarpıyor önce, ama böyle bir ismi kimse tanımıyor. Zaten isimsiz ve tanınmayan bir kişi için bunca gösteri yapılmaz, belli ki öldürülen adamın adı bu değil. Ve belli ki biraz önce öldürülen adam çok önemli biri.  

Pasaportun yanında birkaç parça mendil, Peygamber’in dualarını içeren bir cep kitapçığı, ufak bir pilli el feneri, tırnak makası, plastik kordonlu bir kol saati, 99’luk bir tesbih, bir küçük şeker paketi, birkaç parça kâğıt para, bir ufak esans şişesi, tozlu bir çakmak ve bir Kalaşnikof mermisi.  

Hepsi bu... Öldürülen adamın üzerinden çıkanların hepsi bu kadar. Daha önce evi yıkılmış, akrabaları öldürülmüş bu adamın. Dünyada hiçbir şeyi yok. O kadar hiçbir şeyi yok ki ceplerinden çıkan şu malzemeler içindeki en değerli şeyin bile maddi değeri yok. En fazla birkaç yüz liraya hepsini satın alabilirsiniz bu malzemelerin yenilerini.   

  

Kaybetmiş bu adam, her şeyini yitirmiş. O kadar yitirmiş ki üzerinden çıkan ve merdivenin üzerine dizilen o şeylerin içinde en değerlisini bile şu yazıyı okuyan kimse beğenip de alıp koluna takmaz, cebinde taşımaz. Kaybetmiş bu adam. Kaybetmiş mi?  

***  

Neden sonra önüme bir başka video düşüyor. Aynı adam yine, 50-55’lerinde, bakışlarından öfke saçıyor, sakalsız ve bıyıklı, aynı ak saçlı adam bu. Fasih bir lisanla konuşurken hep kullandığı sağ elinin başparmağını tehdit eder gibi kameraya uzatıyor ve tane tane şunları söylüyor dostlarına ve düşmanlarına:  

Evet, ölümden korkuyorum. Yatağımda yaşlı develer gibi ölmekten, kalp krizinden veya trafik kazasında ölmekten korkuyorum. Allah yolunda, dinim, vatanım ve mukaddesatım uğruna ölmekten korkmuyorum. Canımız ve kanımız, en sıradan şehidimizin canından da kanından da değerli değildir.”  

Kimine göre kanlı bir terörist ve kanun kaçkınıydı bu adam, “meşru otoriteye karşı çıkmış, ölümü hak etmişti.” Uluslararası medyanın bir kısmına göre; ateşe verdiği şehirden kaçmış, katliama maruz bıraktığı on binlerce insanı yüzüstü bırakıp savaş sahasını terk etmişti ve şimdi kim bilir nerde konfor içinde yaşıyordu. Daha ihtiyatlı muarızlarına göreyse şehrin altındaki derin tünellerde saklanıyor, kurşunların önüne saldığı biçare savaşçıları can verirken o ölümden kaçıyordu.   

***  

Öyle mi? Kaçmamış ki adam, işte bak! Onu öldüren yarası alnında üstelik, gözünün hemen üstünde. Sağ eli bileğinden kopmuş, sol dizi önden aldığı bir mermiyle parçalanmış. Elinde kalan işe yarar son malzeme bir sopaydı, onu da casus drona fırlattı. Gördüm.    

Ölüm onu bir otelin lobisinde bulmadı, tünellerde de saklanmamış. Konfor içinde yaşadığı söylenen adamın üstünden dua kitabıyla çakmak ve mermi çıktı. Gördüm. Lüks namına sadece bir paket şeker varmış cebinde.   

Bir şeylerden kaçarken gömleği arkasından yırtılmadı. Öldürüldüğü yer, aylardır kendisini arayan tankların sadece birkaç yüz metre ilerisindeydi. Tank mermisiyle bir eli kopmuştu. Diğer elindeki sopayı da drona fırlattı. Gördüm.   

Kaçmamış bu adam, işte bak! Alnında yarası! 

Yorum Analiz Haberleri

Saadetliler, bir defa da ‘HAMAS terör örgütüdür’ diyenleri protesto edin!
Bir 5816 garabetinin hikayesi: Atatürk’e hakaretten mahkeme oldum
Geçmişten günümüze "başörtüsü" deneyimleri
Gazze'deki katliam için yarışıyorlar
Rızkımıza haram bulaştırmayalım