Kabul veya reddetmeden önce anlamak

Ali Osman Aydın, insanların birbirlerini dinleyip anlamadan karar alma süreçlerinin ne kadar sorunlu bir yaklaşım olduğuna dikkat çekiyor.

Ali Osman Aydın / Yeni Akit

Kabul veya reddetmeden önce

YouTube’da neredeyse her gün bir “reddiye” videosu düşüyor önüme. Herkes birbirine reddiye yapıyor. Kabul edenler ve reddedenler olarak yarılmaya hizmet etmese, tartışma ortamı iyi şeylere gebe olabilir pekala.

Ama maalesef bölünüyoruz! Bölünmemiz de rasyonel gerekçelerle olmuyor çoğunlukla. Bir takım şeyleri kategorik olarak kabul ediyor yahut aynı gerekçelerle reddediyoruz.

Siyaset, din, tarih, ekonomi hiçbiri bu kategorik değerlendirmenin dışında değil. Şu çok manidardır mesela: Bir CHP’li vekil, açık açık, meclis kürsüsünden, “Ak Parti dünyanın en doğru işini de yapsa onu destekleyecek halimiz yok” dedi.

Bir diğeri vaaz kürsüsünden bağırıyor: “Şu şahıs kuşkuludur, çünkü falan adamın kitabını tavsiye etmiştir.” Söz konusu adamın kitabı tümüyle yanlış ve zararlı olabilir mi? Yahut, o adam A branşında sorunlu görüşlere sahipse, onun B branşındaki görüşlerine de miihtiyatla yaklaşmak gerekir?

Vaaz kürsüsündeki kişi, “kesinlikle evet” diye cevap veriyor buna.

Kategorik olarak, toptan karşı olmak böyle berbat bir şey ve Türkiye’de her iki uçta da büyük bir müşteri kitlesine sahip. Ne yaparsa yapsın İktidarı destekleyenlerle, ne yaparsa yapsın desteklemeyenlerin birbirinden yöntem olarak farkları yok.

Gazzali, El Munkız Mine’d Dalal, yani, Dalaletten Hidayete adlı kitabında bu konuları etraflıca ele alıyor.

 O zaman da felsefecilerin söylediklerine kategorik olarak karşı çıkan, sırf “felsefeci söylediği” için söylenenleri reddeden bir anlayış vardı. Gazzali işte bu anlayışı tahlil ediyor kitabında.

Şöyle söylüyor: “Felsefecilerin ahlak hakkındaki görüşlerini reddetmenin tehlikesi gerçekten çok büyüktür. Çünkü bazı zayıf akıllı kimselere göre, bu ahlaki görüşler felsefecilerin kitaplarında geçtiği ve onların içine batıl görüşler karıştığı için bütünüyle terkedilmedir. Hatta bu kimseler felsefecilerin bu sözlerini dile getiren herkesi reddederler.

Zira bu zayıf akıllı kimseler şu hükme varmışlardır: Madem bu sözleri ilk defa felsefeciler dile getirmiştir, o halde hepsi de batıldır. Çünkü bunları söyleyenler batıldır.”

Bu görüş, vaaz ya da meclis kürsüsünden yargı dağıtan toplumun iki ucunu oluşturan yobazlığın bire bir aynısı…

İki görüşün kaynağı da cehalet, ego…

Doğrunun ne olduğu bilinmediği, bilinse bile o kişi söylediğinden dolayı kabul edilemeyeceği için, açık gerçekler reddediliyor.

Bunu şöyle tasvir ediyor Gazzali: “Bu zavallılar, bir kimsenin doğruluğunu söylediği sözlere göre değerlendirmek yerine, sözün doğruluğunu söyleyen kişiye göre belirlerler.”

Bundan kurtulmanın ilk şartının doğrunun ne olduğunu bilmek olduğunu söyleyerek Hz. Ali’den şu alıntıyı yapıyor:

“Bir sözün hak olup olmadığını söyleyen kişiye göre değerlendirmekten sakın! Sen önce hakkın ne olduğunu tanı, sonra hakka uyanların kimler olduğunu ayırt edersin!”

Önce doğru tanınacak…

Doğru tanınınca, doğruyu konuşan ya da yapanın kim olduğu da ortaya çıkacak. Bu da bilgi gerektiriyor. Doğruyu bilgisi olan tanıyacak, bilgisi olmayan mecburen başkalarını takip edecek. Başkaları nereye gidiyorsa peşlerinden gitmek durumunda kalacak.

****

Kategorik olarak bir şeylere karşı olmayacağımız için “holigan”da olamayız. A kişisinden hoşlanmadığımız için söylediklerini reddederken, B kişisinden hoşlandığımız için söylediklerini onaylamak çelişkidir.

Bu yaklaşım bizi iki tutumdan da men ediyor. Ünlü kelam kitabı Mevakıf’ın meşhur yazarı Adudüddin el-îcî'nin metodu bu konuda çok önemlidir. Kendisinin ilmi yaklaşımını özetleyen kavram “tahkiktir.”

Tahkik yani, kendisinden önce tespit edilmiş bulunan doğruların rasyonel bir şekilde yeniden gözden geçirilmesi, soruşturulması yoludur.

“Îcî’ye göre kendi döneminde yaşayan âlimler, “doğru diye ileri sürülen kanaatleri” ciddi bir şekilde tahkik etmedikleri için başta kelâmcılar olmak üzere ilimlerde “kīl ü kāl” ile uğraşılmış, herhangi bir rivayet, niçin söylendiği araştırılmadan ve neye tekabül ettiği belirlenmeden nakledilmiştir (Cürcânî, Şerḥu’l-Mevâḳıf, I, 22- İslam Ansiklopedisi).

Demek ki sözünü ettiğimiz ego merkezli tarafgirlikten siyasetçiler gibi ilim adamları da muaf değildir.

İslam Ansiklopedisine göre Îcî’nin eserlerinde tahkik, bir tür yeniden inşâ, yani savunulan bir görüşü yeniden ele almak, bunun sonucunda o görüş hakkında bir kanaate ulaşmak, onu benimseyip sürdürmek veya reddedip gündemden çıkarmaktan ibarettir.

İci’nin bu yaklaşımı, kendi gelenek dairemiz yahut bilimsel olanlar da dahil, nereden gelirse gelsin her görüşün muhakkak “tahkik” edilmesi gerektiği konusunda bize bir tutum öğretiyor.

Tahkik edilmeye başlandığında Kızılelma ya da Milli Muharip Uçakla ilgili işlere “yanlış” demenin ya da yaş sınırlaması olmayan ve mağduriyetlere yol açan bir EYT uygulamasını savunmanın yanlış olduğu anlaşılır.

Aşırılığın diğer nedeni de egodur. Bir kişinin kendi doğruluğuna dair görüşü fikri sabit halini almışsa, ona görüşünün yanlış olduğunu anlatmanız çok zordur. Zaten bildiğini düşünen (!) biri hiçbir şey öğrenemez. Doğruyu kendi bulunduğu yerden ibaret gören herkesi yanlış görecektir.

Çoğu zaman kamplaşmaların arkasında yatan vahşileşmiş bu egodur.

Gerçeğin ne olduğuyla ilgilenmeyen, sırf pislik olsun diye düşmanlık yapmak isteyen kişi kategorik olarak, felsefecilere, çevrecilere, muhalefete, solculara, bilim adamlarına, İktidara, Müslümanlara, tarikatçılara, din adamlarına karşı olabilir. O ıslah olmaz bir suçlu, tedavi kabul etmez bir hasta olduğu için yapılabilecek bir şey yoktur.

Fakat, gerçeğin ne olduğu, hayatımızda neye karşılık geldiği, gerçeğe karşı sorumluluğumuzun neler olduğunu merak eden ve kendisine karşı dürüst olmak isteyen  kimse doğruyu söyleyene göre değil, söylenene göre tespit etmek durumundadır. Tespit ettiği doğruyu hayata geçirmesi konusunda egosunun önüne koyacağı engelleri aşmayı da bilmelidir.

Dolayısıyla doğruyu tespit etmek ve sonra da kabul etmek bir otokontrol, nefis terbiyesi işidir. Tam bu noktada işin çerçevesini çizen üç görüş aktarıp, yazıyı bitireyim. 

Erdem, insanın aklına uygun davranmasıdır. (Spinoza)

İyi yaşam,ruhun erdeme uygun şekilde hareket etmesiyle kazanılabilir. (Aristoteles) Fıkıh, kişinin lehine ve aleyhine olan meseleleri bilmesidir. (İmam-ı Azam)

Yorum Analiz Haberleri

Ümmetin ihyasında öğretmenlerin rolü
Kâbe acilen bu müptezellerin elinden kurtarılmalıdır!
“İsrail neden bir haydut devlettir?”
CHP ile laiklik anlayışınız farklı, peki Anıtkabir anlayışınız aynı mı?
Siyonizm Batı'nın çöküşünü hızlandıracak