Boğaziçi üniversitesinde devam eden olayların bir rektör atamasına verilen tepkiden öteye geçtiğini görüyoruz. Bu bize Gezi olaylarını hatırlatıyor. Görünen o ki ağaç bahanesiyle başlayıp iktidar ve devamında inançlı kesimlere toptan bir saldırıya dönüşen Gezi kalkışması gibi bu eylemler de örgütlü toplumsal muhalefet tarafından bulunmaz bir fırsat olarak değerlendiriliyor.
Müslümanların kutsallarına LGBT paçavralarının arkasından saldırmak
Gösteri, toplantı ve basın açıklaması gibi yasal hakları herkes gibi rektör atamasına karşı çıkan öğrencilerin de kullanmasında bir beis yok. Kullandılar da. Ancak, Boğaziçi eylemlerinde LBGT bayraklarının görünür olması ile birlikte işin “rengi” değişmeye başladı. Bu sapık ve sapkın güruh üzerinden sol ve Kemalist örgütler İslam’a, onun değerlerine ve Müslümanlara olan kinlerini bir kez daha kusma fırsatı buldular. Gezi ve sonrası süren tüm eylemlerde sol ve bu sapkınlar İslam’a ve değerlerine sövmeyi bir marifet olarak anladıklarından aynı tavrı Boğaziçi Üniversitesi’nde sergilemelerine şaşırmadık, bekleneni yaptılar.
Boğaziçi eylemlerini, kitlesel düzlemde rektör atamasına karşı çıkan öğrenciler ve üniversitelerde örgütlü sol yapıların gençlik örgütlenmeleri şeklinde iki kategoride değerlendirebiliriz. Aslında LGBT’lı sapkınların farklı bir yapılanma gibi algılanmaması gerekir. Çünkü bu sapkınların siyasi faaliyette bulanacakları en müsait zemin sol örgütlerdir. Bu tipler aynı anda hem LGBT hem de sol yapılanmaların içinde olabilmektedirler. Birden fazla maskeleri olduğundan yerine göre farklı yüzlerle sahneye çıkabilmektedirler.
Kızıl yerine gökkuşağı renklerine bürünen Solun acınası hâli
Gezi kalkışmasından sonra ağırlıklı olarak eylemleri; LGBT denen sapık ve sapkın güruhun bayrakları altında devam etmesi, solun geldiği acınılası durumu göstermesi bağlamında ibretliktir. Sol örgütler içinde uzun yıllar bu tür sapık ve sapkın tipler hoş karşılanmamış ve dışlanmıştı. Ne var ki, ağırlıklı biçimde kendi iç zaaflarından ötürü solun Türkiye’de zayıflaması, AB süreci ve fonları ile ortamın bu sapıklara yönelik elverişli hale getirilmesi, solun gittikçe mezhepçi ve bir o kadar da İslam düşmanı bir söyleme kayması sonucunda bu alanın değerlendirildiğini görmekteyiz. Bu durum Batı emperyalizmine hoş görünmek siyasetinin bir parçası olarak da karşımıza çıkmaktadır. Sol örgütlerin batıda destek görmek adına kendi ülkelerindeki azınlık, mezhep ve bu tür sapkın güruhların “hamisi” görüntüsü vermeye çalıştıkları da açıktır.
Türkiye solunun toplumsal tabanı varoşlar değil lüks semtler
Kampus dışına taşan, siyası örgütlerin devreye girdiği sokak gösterilerine daha çok Kadıköy, Beşiktaş, Sarıyer gibi kalburüstü semtlerde rastlanmaktadır. Bu eylemlerin neden Esenler, Bağcılar, Fatih, Üsküdar, Pendik gibi ilçelerde olmadığını, Alevi mahalleleri dışında neden hiçbir yoksul semtte bu eylemlerin gerçekleştirilemediği ayrıca sorulması gereken bir sorudur.
Eylemliliğin propaganda araçları olarak muhafazakar öğrenciler
Boğaziçi eylemlerine destek için birtakım videolar çekilip yayınlanmakta. Bir videoda başörtülü iki öğrencinin ve kendini muhafazakâr olarak adlandıran erkek öğrencilerin bilerek yâda bilmeyerek alet oldukları çirkin bir propaganda var. Öncelikle videoyu çekenler özellikle dini motiflerle donattıkları söylemleriyle eylemlerin arkasındaki başat zihniyeti gizlemeye çalışıyorlar. Farklı renklerden oluşan kitlenin tek derdinin rektör olduğu gibi bir algı oluşturulmak isteniyor. LGBT denen sapıkların dindar öğrenciler tarafından savunulması ise mide bulandıran diğer bir hedef olarak göze çarpmakta.
Peki, videoda muhafazakâr olduklarını söyleyen bu öğrenciler ne diyorlar?
“Bu eserin değerlerime aykırı olduğunu düşünüyorum, bunu okul ortamında dillendirdim. Homofobik söylemler yargılanmıyor. Arkadaşlarımın tutuklanması adaletsizlik… Okulda Müslüman kimliğini özgürce yaşayan biri olarak sanat eserini fikir özgürlüğü olarak tanımlıyorum… Kutsal değerlerimin sanat eserinde kullanılan imgelerle zedelendiğini düşünmüyorum… Sanat eserinin kutsalımla örtüşmediğini düşünüyorum. Kutsalım üzerinden tutuklanmalara meşruiyet kazandırılmasına karşıyım… Ortak bir demokrasi mücadelesi verilirken farklı kimliklerin hassasiyetlerinin gözetilmesi gerektiğini düşünüyorum. Ben inanan bir insanım ve resmi doğru bulmuyorum. Diğer inanan insanların da nefret suçu işlemeden rahatsızlık ve kızgınlıklarını dile getirebileceklerini düşünüyorum… Kutsalımın o şekilde sanat eserinde kullanılması beni rahatsız etti. Hassasiyetlerimin gözetilmesini istiyorum. Ancak bunun yolunun devletin topyekûn şekilde harekete geçip tutuklamalar yapmasını doğru bulmuyorum.”
Tüm konuşmalar “Öğrencilerin kimliklerinden dolayı şeytanlaştırılmasını ve tutuklanmasını kabul etmiyorum” ve “arkadaşlarımız serbest bırakılsın, rektör istifa etsin” şeklinde bitiyor.
Sapkınlığı meşrulaştırma aracı olarak sanat
Bahsi geçen ‘muhafazakâr’ öğrenci tiplerinin konuşmalarını değerlendirdiğimizde bazısı LGBT’lı sapkınların yaptığını doğru bulmazken, bazıları da resimde herhangi bir sorun olmadığını söylüyorlar. Genel olarak İslam’a ve İslam’ın kutsallarına yapılan saldırıyı bir ‘sanat eseri’ gibi görme eğilimi içindeler. Suçlananlar “farklı kimlikten” tipler olarak resmedilirken, yaptıklarının cezasız kalması talep edilmekte. Çünkü her ne kadar bu yapılanı arkadaşlar kendi kutsallarına saygısızlık olarak görseler bile eleştirinin okul içinde dillendirilmesi yeterliymiş! Dikkat edilirse bu alçak saldırıyı yapanlara karşı tepkiler ise “nefret suçu”, “homofobik” olarak lanse edilmeye çalışılıyor. Tam bir LGBT dili.
Fişlenen, hedef gösterilen Müslüman öğrencilere kim sahip çıkacak
Peki, bu olayı deşifre eden ve tepki gösteren diğer Boğaziçili öğrencilere karşı yapılan fişleme ve saldırılar, tehditler bu konuşmalarda var mı? Yok. Bu arkadaşlar buna tepki gösteren öğrencilerin fişlenmesine karşı tek cümle kurmuşlar mı? Yok. LGBT’liler arkadaşları da, acaba bu Müslüman öğrenciler onların neleri? “Rektör istifa etsin” diye bir çağrı varken “Kutsallarıma hakaret son bulsun, Bir daha yapılmasın” diye bir çağrıya rastlıyor muyuz? Hayır. Anlaşılan bu ‘muhafazakar’ öğrencilere göre nefret suçu, şeytanlaştırma, ötekileştirme yalnızca LGBT’lı sapıklara yöneldiğinde bir şey ifade ediyor.
Eskiden pısırık muhafazakâr tipleri resmetmek için “muhterem kolumu çeviriyorsunuz, kırılacak” diye tekrarlanan bir tekerleme kullanılırdı. Bu öğrencilerin söyledikleri mealen şu: “lütfen değerlerimize küfretmeyin, bakın çok üzülüyoruz!”
Boğaziçi mezunu Müslüman kadınların asıl sorunu rektör atması
“Boğaziçi mezunu bir grup Müslüman kadın” da bir bildiri yayınlayarak rektör atamasına, ve Kâbe’ye saldırıya tepki göstermiş. Bahsi geçen diğer tiplerden farklı olarak fişlenen Müslüman öğrencilere yapılanlara da tepki göstermişler. Ancak bunlar da yaşanan olayın “rektör ataması” gibi en vahim sorununun çözümü konusunda kitleyi ikiye böldüğünden çok rahatsız olmuşlar! Kutsalımıza yapılan saldırının rektör atamasını arka plana ittiğinden bahsederek “birbirine karıştırmayalım” çağrısında bulunmuşlar. Ez cümle bir şeyler oldu, biz çok kızdık ama asıl sorun rektör, işimize bakalım gibi bir şeyler söylemişler. Her gün namaz kılmak için yöneldiğimiz Kâbe’ye yapılan saldırıyı unutalım! Ne için? Asıl problem olan rektör ataması için! Herhalde Boğaziçili olmak ahrette onlar için önemli bir mazeret olacak!
Farklı iklimleri göreyim derken kendini heba etmek
Bir de buna camiamızın entelektüellerinden, sanatseverlerinden gelen “polis ve gözaltı da nedir, burası üniversite, bırakalım gençler ‘Sanat Eseri’ üzerine sakince tartışsınlar, bütün boyutlarıyla görebilelim farklı düşünce iklimlerini, sanat anlayışlarını. Yere seren de incinen de konuşabilsin” türünden mesajları ekleyelim. Sonrasında Kâbeli bir paylaşım yapınca “zaten yapılan saldırıya da bir nebze tepki göstermiş oluyoruz” diye düşünülmüş olmalı.
Sanat, hoşgörü, eleştiri ve tartışmak mı istiyorsunuz?
Farklı iklimler, anlayışlar acaba Lenin, Mao, Marks, Che, Deniz, İbrahim, Hüseyin’e biraz istenmeyen, hoşlanmayacakları tarzda “sanat eseri çalışması” yapsa acaba nasıl olur? Acaba bu gençler önce bir Kemalizm ya da Atatürkçülük mü tartışsa? Ya da onun karikatürlerini yâda sanat eseri adına yapılan değişik tarz çalışmalarını mı yapsalar? Ama bence yapmasınlar, gayet tehlikeli olabilir. Solcular kafalarını kırabilir, Kemalistler saldırabilir, kendilerini 5816’dan yargılanıyor bulabilirler. Sırf Atatürk’e benzemeyen heykeller yüzünden başlarına olmadık işler açanlar, yâda büst için sürgün yiyen inek gibi örnekleri de hatırlatmakta fayda var.
Rabbinin, fil sahiplerine ne yaptığını görmedin mi?
Kendi değerlerine yapılan saldırıyı “sanat eseri” olarak görüp herhangi bir beis görmeyenlere aslında çok söylenecek şey var. Sizin mideniz geniş olabilir. Siz Müslümanlara olan dostluğunuzu İslami değerleri aşağılayanlara yöneltmiş olabilirsiniz. Siz bu tutumunuzu sığınmacı, pısırık, eklemci zihin dünyanızla açıklayabilir, başkalarının dünyasında figüran olmayı içinize sindirebilirsiniz. Ancak şunu bilmelisiniz ki siz azınlıksınız. Ve hep karşıtına sığınan ve ortamda ancak bir motif olarak kalan bir ayrıntı olarak kalacaksınız. Siz İslam nuru ile boyanmanın, Müslüman olmanın, İslam’ın değerlerine sahip çıkmanın izzetini hiç tadamayacaksınız.
Müslüman onur ve izzet sahibidir. İltifata mazhar olmak için zilleti tercih etmez
Ancak bilin ki o saldırıyı ortaya çıkartan ve tepki gösteren Müslümanlar sizden farklılar. Siz sapkınları arkadaş, dost edinebilirsiniz, biz ise ancak lanet ederiz. Siz kutsalınıza saldırılınca sessizce susarsınız ama biz hak ettikleri dilden en sert şekilde Allah’ın dinine dil uzatanların karşısında dururuz. Biz bulunduğumuz ortamda Allah’ın dinine ve kutsallarımıza dil uzatılmasına asla izin vermeyiz. Bunu yapanlara merhamet duymayız. Asla pısırık asla figüran olmaya razı olamayız, Bizler bulunduğumuz küfür ortamını, cahiliyeyi değiştirmeyi kendimize gaye edinmişleriz. Sol, Kemalist, sapkınların Müslümanlara galebe çalmasına destek olmayız. Fırsat vermeyiz. Tercih yapmak zorunda kaldığımızda hep Müslümanları ve ümmetin tarafını seçeriz.