Kabadayılık Siyaseti ve ABD

Yazısında Rahip Brunson olayı üzerinden ABD’nin yaptırım tehditlerini değerlendiren Aydın Ünal, “Gücüyle böbürlenen kabadayı bir devletle karşı karşıyayız.” diyor.

Aydın Ünal’ın Yeni Şafak’taki köşesinde yayınlanan konuyla alakalı bugünkü (02 Ağustos 2018) yazısı şöyle:

Kabadayı Devlet

Hollywood filmleri hiçbir zaman sadece film değildir. Sinema perdelerine ya da ekranlara yansıyan her ABD yapımı film, eğlencenin yanında iktisadi, siyasi, diplomatik birçok mesaj taşır. ABD sinema sektörü ürettiği filmlerden milyarlarca dolar kazanır; ama asıl kazancı, seyirciye yüklediği mesajdır. Birçok Amerikan markasının reklamı sinema aracılığıyla yapılır. Örneğin Siyonizm sinema aracılığıyla yüceltilir. Örneğin Müslümanlar sinema aracılığıyla her biri birer terörist olarak gösterilir.

Dahası, ABD yapımı filmler, ABD’nin asla yenilemeyecek, çok güçlü, yıkılmaz, sarsılmaz bir ülke olduğu algısını kimi zaman ince, kimi zaman kaba, kimi zaman açık, kimi zaman aleni şekilde izleyiciye verir. Rambo filmlerini hatırlayın… Rambo serisi, eğlencenin ötesinde, tek bir Amerikalının ülkeleri, orduları nasıl dize getirdiğini, nasıl yenilmez olduğunu, nasıl vatansever olduğunu anlatır. Amerikalıya hayran eder bizi; Amerikalıdan korkmamızı sağlar.

ABD’nin propaganda aracı elbette sadece sinema değil. Medya sektörünü sıkı kontrol eder ABD. Örneğin, eski Hürriyet Gazetesi’nin, ABD’nin Irak’a yaptığı operasyonları aktarma biçimini hatırlayın: Sayfalarca ABD ordusunun gücünü anlatır, ABD silahlarının ne kadar modern ve ölümcül olduğu mesajını verir. ABD’nin sivil, yaşlı, kadın, bebek katliamları bile “ne kadar güçlü bir ordu” algısını oluşturacak şekilde servis edilir. Belgesellerde ABD silahlarının yenilemez olduğu anlatılır. Dizilerde ABD hassasiyetlerine özen gösterilir. Yayın dünyası ABD lehine desteklenir. Ülkelerin bilim insanları, aydınları, STK’ları, aktivistleri, hatta kimi zaman politikacıları dahi ABD misyoneri gibi çalıştıklarında karşılığını alacaklarını bilirler. ABD, “ben sizin devletinizden de güçlüyüm” mesajı vererek, ülkelerin önde gelen insanlarını kendisine sadakat esasıyla bağlar; kendisine sadık olanları önde gelen figür haline dönüştürür. Onun içindir ki, misal, Türkiye ile ABD arasında bir çıkar çatışması olduğunda içimizdeki Amerikalılar çıkıp açık şekilde ABD devletinin tarafının tutarlar. Öğrencimiz, sanatçımız, aydınımız, binlerce dolar harcayıp ABD’de okumak, çalışmak isterler. Geri dönerlerse eğer, genellikle, ABD hayranı olarak, ABD’nin ne güçlü bir devlet olduğu fikrine iman etmiş olarak dönerler.

Gerçekten de güçlü devlettir ABD…

320 milyon nüfusu, 20 trilyon dolarlık ekonomisi, 60 bin dolar kişi başı geliri, büyük ve modern teçhizatlı ordusu, küresel ekonomi ve siyasetteki etkisi, sanatta, bilimde, sporda ve hemen her alandaki başarılarıyla dünya lideridir. Hiç bir ülkenin kafa tutamayacağı, kafa tutanlara da ağır bedel ödetecek kadar büyüktür ABD.

İşte bu ABD, bizden, tutuklu vatandaşını, Rahip Brunson’u istiyor. Kendisine hiçbir şart koşulmadan, pazarlığın iması dahi yapılmadan, hukuk gibi “detaylara” takılmadan, derhal rahibin bırakılmasını istiyor.

ABD’ye “siz Halkbank davası üzerinden bize operasyon yapıyorsunuz” demenin, ya da “250 kişinin katili azılı terörist Fetullah Gülen’i koruyorsunuz” diye yüklenmenin hiçbir değeri yok. ABD’nin, daha önceki gün11 aylık bir bebekle annesini katleden PKK’ya verdiği açık desteği sorgulamanın da kıymeti yok. ABD “ben büyüğüm, güçlüyüm” diyor, “ne istersem yaparım, siz de ne istersem yapacaksınız” diyor. Geçmişte sokaktan adam toplayıp hücrelerinde sorgulayabilen, ya da uçağa bindirip Guantanamo’ya götüren ABD, rahibin verilmemesinden dolayı çılgına dönüyor.

Gücüyle böbürlenen kabadayı bir devletle karşı karşıyayız. Önümüzde 2 seçenek var: Ya bu kabadayılık karşısında, geçmişte olduğu gibi boyun eğeceğiz; ya da, uluslararası hukuk ve diplomasi içinde hakkı, hukuku, çıkarlarımızı savunacak, bağımsızlığımızı koruyacağız.

On yıllardır ABD propagandasına maruz kalmış içimizdeki bazıları, ABD hayranı olmasalar bile, ABD’nin kaba gücünün korkusuyla tedirgin olacaklardır. Tedirginliğe hiç mahal yok. 15 Temmuz gecesi biz Fetullahçıları değil, o koskoca, o güçlü, o yenilmez ABD’yi perişan ettik.

Uluslararası politikanın en büyük yanlışı, Allah’ın takdirini hep hesap dışı bırakmasıdır. Oysa Firavunlar, Nemrutlar, hiç yıkılmayacakmış gibi görünen nice devletler, hiç ölmeyecekmiş gibi görünen nice zalimler kül olup gitmişlerdir. Nihayetinde zafer hep Allah’ın olmuştur.

ABD güçlü, evet… Ama biz de, Türkiye olarak, hiç az değiliz. Onca ABD propagandasından sonra böyle düşünmek kolay değil; ama böyle düşünmeye, gücümüzü fark etmeye başladığımızda her şey değişecek. Değişiyor da…

 

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!