“Asker-siyaset ilişkisinin tam anlamıyla normale dönmediği bir ülkede yaşadığımızı yok sayamayız.
Dün intihar eden emekli Albay Kırca'nın cenaze törenindeki manzara ve Türk Silahlı Kuvvetleri'nin komutanlarının bu tören sırasındaki tavırları ve açıklamaları dikkat çekici değil mi?”
Oral Çalışlar dün böyle yazmış.
Haklı, dikkat çekici olduğuna kuşku yok.
Emekli bir albayın intihar etmiş olması, Genelkurmay'ın bu durumu basında çıkan bazı haberlerle ilişkilendirilmesi ve komuta heyetinin cenaze töreninde tam tekmil toplanmasının tek nedeni olarak düşünülebilir mi?
Türk Silahlı Kuvvetleri karşısında, Aktütün baskınından emekli orgeneral tutuklamalarına, silah depolarıyla muvazzaf subay bağlantılarına, kontrgerilladan JİTEM tartışmalarına uzanan bir dalga var. Kurumsal, siyasal, demokratik baskı oluşturan, alan daraltan bir dalga…
Bu dalga, siyasi iktidar ile muhalefet arasında yaşanan bir güç mücadelesinin çok ötesinde, daha derin bir duruma, köklü değişim sürecine, bir değişim baskısına işaret etmektedir.
Ve her değişim sürecinde olduğu gibi, özellikle askeri otoriteyi kuşatan, vesayetçi modelin özüne dokunan hallerde olduğu gibi bu baskı da bir dizi dirençle karşılaşmakta, çatışmalara yol açmaktadır.
Çatışan güçler arasında kimi zamanlara ve kimi noktalardaki gönüllü ya da zorunlu kurumsal nitelikli işbirliği veya politik uzlaşmalar ya da ortak tutumlar, işin bu yönünü, yani özünü etkilememektedir.
Şimdi intihar ve cenazeye dönelim…
İntihar eden albay yargıda JİTEM'le ilgili olan tek davada sanık olan subaydı. JİTEM'in Cem Ersever'den sonra grup komutanlığını yapmıştı, faili meçhul cinayetlerle itham ediliyordu.
JİTEM ve Albay, Silahlı Kuvvetler tarafından uzun süre korunmuş, jandarmanın bu bölümü hakkında inceleme başlatılması Ergenekon soruşturmasında gözaltına alınan generallerden dönemin Genelkurmay adli müşaviri Erdal Şener'in hukuki mütalaasıyla engellenmişti.
Türk Silahlı Kuvvetleri komuta heyetinin böyle bir askerin cenazesine bir tören ve dayanışma havasında katılması üzerinde düşünülmesi gereken bir durum değil midir?
Açıkçası, ordunun askerlerinin arkasında durması ve moral vermesi için söz konusu albayın ve cenazenin çok iyi bir örnek olduğunu göstermez.
Bazı kuruluşların ileri sürdüğü, merkez medyanın, örneğin Hürriyet Gazetesi'nin yayın politikasının temelini oluşturan “terörle mücadeleye ömrünü vermiş kahramanların bölücü örgüt saflarında bulunmuş kişilerin iddialarından hareketle linç edilmesi kabul edilemez” mantığı da hiçbir şekilde kabul edilemez…
Ortadan iddialardan öte bir durum vardır, delillerle açılmış ciddi bir yargılama süreci bulunmaktadır.
Albayın intiharının kendisiyle ilgili olarak gazetelerde çıkan ve konunun önemi dikkate alınırsa aslında son derece doğal kimi iddia ve haberlerden kaynaklanıp kaynaklanmadığını bilemeyiz.
Kaldı ki bir süre önce uyuşmazlık mahkemesinin verdiği bir kararla albayın bundan böyle sivil mahkemelerde yargılanmasının öne açılmıştı. Albayı intihara bu kararın itip itmediğini bilemeyiz…
Ölüm üzücüdür ama, intihar suçsuzluk karinesi değildir…
Albay Abdülkerim Kırcı'dan en azından siyasal anlamda geriye iki şey kalmıştır:
JİTEM iddiaları ve Genelkurmay'ın Kırcı'yı vesile yaparak bir güç ve “kararlılık” gösterisinde bulunması…
Her ikisi de tartışılmaya devam edecektir…
YENİ ŞAFAK