Ji Bo Min Nekuje! Ji Bo Min Nemire!

Hilal Kaplan

Bu Kürtçe cümleler "Kürtlerden PKK'ye çağrı" ibaresiyle internetten duyurulan bir metnin başlığı: "Benim için öldürme! Benim için ölme!" anlamına geliyor. Bu manifesto, PKK'lılara "gerilla" diyen, KCK operasyonlarına da Kandil'e askerî operasyon yapılmasına da karşı olan Kürtler tarafından yazılmış. Ama onların karşı olduğu çok önemli bir şey daha var: PKK'nın saldırıları. Üstelik BDP'li Altan Tan'dan daha cesur ve hakkaniyetli bir çıkışla, sivil-asker-polis ayrımı yapmadan, 'ama'sız PKK şiddetini kınıyorlar. Kurşunun adresi belli mi, değil mi diye sormuyorlar. Şiddetin yasal mı 'devrimci' mi olduğu da onları ilgilendirmiyor. İnsan hayatı onları ilgilendiriyor.

Ramazan ayının ilk günü yayınlanan, "Şeytanları bağlamak, Kürt halkına güvenmek" başlıklı yazıda şöyle demiştim: "PKK istediği kadar savaşmak istesin, hükümetin atacağı bir olumlu adımın tabanda yaratacağı etki onları hizaya getirmeye kâfidir. Bunun emarelerini Reşadiye saldırısından sonra PKK'ya, DTP'nin kapatılmasının ardından parlamentoya dönmek istemeyenlere ve referandumda tüm boykot zorlamalarına rağmen BDP'ye verilen tepkilerde müşahede ettik. Yani PKK ve uzantılarını çözüme zorlayacak olan Kürt halkının kendisidir."

Geldiğimiz noktada, PKK'nın tabanını "devrimci halk savaşı"na çağırmasına rağmen, BDP tabanının bu çağrıya yüz vermediğini görmek mümkün. Bilakis, PKK-MİT arasında geçen görüşmenin kayıtları sızdırıldığından beri "Bu savaş niye?" sorusu daha da çok dillendiriliyor.

Örneğin oğulları dağda olan anneler Hakkâri sınırına gidip beyaz tülbentlerini yere bırakarak "Ölümler dursun. Barış istiyoruz" diyor.

Bölgedeki tüm barolar ortak bir metne imza atarak şiddeti kınıyor ve BDP'nin Meclis'e dönmesi gerektiğini beyan ediyor. Diyarbekir'de 220 sivil toplum örgütü "Şiddet dursun, müzakereler başlasın" talebini dillendiriyor. Şerafettin Elçi'den Selahattin Demirtaş'a kadar BDP'li vekiller halkın artık Meclis'e dönmelerini istediğini söylüyor.

Siirt'teki PKK saldırısında bir kızı vefat eden, bir kızı da yaralı olan baba "Bu olaylar nereye kadar devam edecek? Yine ölen biziz. Ölenler canlarımızdır, kardeşimizdir, evlatlarımızdır. Biz kendimiz bunun önüne geçmeliyiz. Yazıktır, insanlar ölmesin" diyor.

Peki sadece Kürt halkı mı barış istiyor? Hayır.

Yine Siirt'teki PKK saldırısında asker oğlunu yitiren yaslı baba da "Bu acı son olsun. Kimse ölmesin. Ciğerimiz yanıyor. Devlet bir şey yapsın" diyor.

Dersim'de futbol sahasında top oynayan polislere yapılan saldırıda kaybettiğimiz komiser Cem Kerman'ın babası da cenazede "Konuşmamı 'Kahrolsun PKK' şekline dönüştürmeyeceğim. Bir evlât kaybettim ama esas kaybeden vatanımız" diyebiliyor.

Örnekleri çoğaltabilirim ama burada esas olan artık siyasetçilerin de halka hâkim olan bu aklı selimi hayata geçirme sorumluluğundan kaçmamasıdır. "Benim için ölme! Benim için öldürme!" diyebilen bir halkın siyasetçilerine yakışan öldürmek değil, yaşatmaktır.

Yazımın girişinde bahsettiğim metni okurken böyle bir çağrıya nasıl da ihtiyacımız varmış diye düşündüm. Lütfen siz de bulup bu metni okuyun, okumakla yetinmeyin ve imzalayın. Hemen her gün yeni bir ölüm haberi aldığımız bugünlerde eminim size de iyi gelecek...

'Barışsever' kafası

Bizim memleketin 'barışseverler'ine çok özeniyorum sevgili okur. Çünkü PKK, tarihinin en vahşi dönemlerinden birine imza atmakla meşgulken, onlar hâlâ "Ölümlerin sorumlusu hükümettir" sakızını çiğneyip rahatlıyorlar.

Dört masum genç kızın kanına girip "Pardon, yanlışlıkla öldürmüşüz" diyen PKK'ya BDP'li Selim Sadak 'bile' "Özür neye yarar" diyebilmişken, onlar hâlâ bu saldırıların müzakerelere nasıl da katkıda bulunacağını ballandıra ballandıra anlatıyorlar. Yani bir "İyi ki öldürdüler" demedikleri kalmıştı, sonunda onu da dediler!

Devlet zihniyeti hantal bir şekilde olsa da değişmeye çalışırken,Türkiye tarihinde ilk defa Diyarbekir'de "Kürdistan konferansı" gerçekleşebilmişken, devlet üniversitesi bünyesinde Kürt Dili ve Edebiyatı Bölümü kurulurken onlar hâlâ devletin 80'lerden itibarenki zulmünü anlatıp PKK'nın 2011'deki şiddet eylemlerini meşrulaştırıyorlar. Üstelik "ayı-tavşan" metaforu üzerinden devleti ayıya PKK'yı da tavşana benzetiyorlar. Devlet haksız şiddet uygulamaz diyen yok da; Ankara'da, Dersim'de, Siirt'te insanların kafasına kurşun sıkanların, gencecik kızları havaya uçuranların da sevimli tavşancıklar olduğu palavrasını sıkmayın bir zahmet!

Bu pek barışsever zatların önde gelen vijdanölçeri de PKK-MİT ses kayıtları üzerine ibretlik bir yazı döktürdü geçenlerde. Görüşme kayıtlarından belli olan birikimi sebebiyle en şahin PKK sempatizanının bile saygı duyduğu Hakan Fidan'ı "penguen", Devlet-Öcalan görüşmelerine yıllardır emek veren Afet Güneş'iyse "cilveli" diye nitelemiş. Eğer Yeni Şafak'taki erkek bir yazar, herhangi bir görüş ve meslekten bir kadına "cilveli" sıfatını yakıştırmış olsaydı; yer yerinden oynardı. Cinsiyetçilikten girip kadın düşmanlığından çıkardı bizim pek hassas, en siyaseten doğrucu 'demokrat'larımız. Ama aynı 'yoz dil', barışseverliği tescilli 'bay vijdan'dan gelince sorun yok. Asayiş berkemâl, her yer süt liman.

İkide bir "barışın sesini yükseltelim" diyenler, PKK'nın öldürdüğü siviller için "Savaş canım, olur öyle" dedikçe sadece barışın sesini kısmıyorlar aynı zamanda barışı savaşla eş anlamlı hale getiriyorlar.

Yalnız PKK, Ankara'ya bir atom bombası atsa bile bunu da bir şekilde hükümete bağlayacağından şüphem olmayan bu barışsever arkadaşlara kötü bir haberim var: Kürt meselesini Ak Parti yaratmadı ama bir gün bu mesele çözülecekse -ki inşallah çözülecek- bu Ak Parti iktidarı döneminde olacak. Kendinizi bu "acı gerçeğe", yani barışı tesis edecek olan taraflardan birisinin Ak Parti olacağına şimdiden hazırlasanız iyi olur bence.

YENİ ŞAFAK