Jakobenlik üzerine

Hilmi Yavuz

Öteden beri jakobenlik üzerine yazdığım yazılar dolayısıyla, sık sık, jakobenliğin tarihi konusunda sorularla karşılaşıyorum. Jakobenliğin kökeni nedir, kimlerdir bunlar? vb. sorular...

Bu konuda neredeyse bundan on yıl önce yazdığım bir yazıyı yayımlamanın tam sırasıdır, diye düşündüm. Bazı yazılar vardır, bunlar ansiklopedi maddesi gibidirler; yeri ve sırası geldiğinde, tekrar okunmaları gerekebilir!

Alfred Cobban, 'A History of Modern France' adlı gözalıcı çalışmasının 1715-1799 yılları arası Fransa'sını anlattığı birinci cildinde, 1789 Devrimi'nden sonra kurulan devrimci kulüpler arasında Club des Jacobins'e ('Jakobenler Kulübü'ne) özel bir yer verir. Bu kulüpler, özellikle 1790'larda, Fransa'da yer yer başgösteren kargaşalıklarda öncü bir rol oynamışlardır. Cobban, 'hiç kuşkusuz', diyor, 'eski otorite merkezlerinin çökmesi ve yenilerinin henüz işlevlerini yerine getiremiyor olmaları, bu tür grupların (Cobban, 'devrimci kulüpler'i kastediyor), gerçek iktidar odakları durumuna gelmelerine yol açmıştı.' 'Jakobenler Kulübü'ne mensup milletvekilleri, Meclis'te nüfuzlu ve etkin bir 'sol' baskı grubu oluşturmakta gecikmemişler; 1793 yılına gelinceye kadar daha da güçlenerek, yerel yönetimleri ele geçirmişlerdir. Cobban, 1793'te Fransa'daki Jakobenlerin sayısının yarım milyonu bulduğu kanısındadır. Jakobenler, daha sonra, Kamu Güvenlik Komitesi'nin iktidarda bulunduğu dönemde, etkin bir idarî örgüt haline gelmişlerdir.

Cobban, Jakobenlere ilişkin olarak, bence, son kertede önemli bir tavıra işaret ediyor. Jakobenler, pratikte, siyasal bir parti düzleminde örgütlenmekten, daha da ötesi, teoride bir siyasal parti fikrinden hiç, ama hiç hoşlanmamaktadırlar.

[Bir açıklayıcı not: Neden her askeri darbeden sonra, genellikle siyasal partiler kapatılıyor? Şimdi anladınız mı?] 1793 Nisan ayında Paris Jakoben Kulübü'nde yapılan bir konuşmayı aktaran Cobban'a göre, konuşmacı şöyle demiştir: 'Yurtseverler, parti kurmazlar. Parti, ancak Konvansiyon'daki üçkağıtçılara yakışır.'

Dahası, Jakobenlerin kendilerini 'sol'da konumlandırmalarına rağmen, belirli bir sınıfsal çıkarı temsil etmiyor olmalarıdır. 'Onları', diyor Cobban, 'sınıf çıkarından çok, ortak bir ideoloji [bir açıklayıcı not daha: Acaba hangi ideoloji? Herhalde tahmin ediyorsunuzdur!] bir arada tutuyordu'. Bu giderek daraltılan ve belirli ritüellere, andiçmelere, sadakat tecrübelerine indirgenen ideoloji ile Jakobenler, kendilerini 'seçilmiş' (ama elbette, 'seçimle işbaşına gelmiş' anlamında değil!), bir 'elit zümre' olarak [yine bir açıklayıcı not: 'Beyaz Türkler size neyi hatırlatıyor?] telakki etmeye başlamışlardır.

Jakobenlerin kimler olduklarını da biliyoruz elbet. Büyük Fransız Devrimi'nin önde gelenleri; Danton, Robespierre, Desmoulins, Saint-Just! 'Hürriyet düşmanlarına hürriyet yok!' diye bağıran Saint-Just! Sadece kimler olduklarını değil, nasıl tasfiye edildiklerini de! Eric Hobsbawm, The Age of Revolution'da şöyle yazıyor: 'Devrim takvimine göre Dokuz Thermidor'da (27 Temmuz 1794), Konvansiyon, Robespierre'i devirdi. Ertesi günü Robespierre, Saint-Just ve Couthon, birkaç gün sonra da devrimci Paris Komünü'nün 87 üyesi idam edildiler.'

Hazin son! Ama bu son'da hiç kuşku yok, Jakobenlerin ve elbette başta Robespierre'in, ne burjuvaziyle ne de emekçi sınıflarla geçinememiş olmasının büyük payı vardır: Oysa Hobsbawm'un da belirttiği gibi, Jakoben cumhuriyet, 'orta sınıfla emekçi yığınlarının bir ittifakı' idi ve rejimin trajedisi, 'bu destekten yabancılaşmak zorunda' kalmasıydı. 1792 yazında başgösteren köylü ayaklanmaları üzerine Robespierre'in Konvansiyon Meclisi'nde yaptığı konuşma bu yabancılaşmanın apaçık kanıtıydı. Barrington Moore Jr., 'Social Origins of Dictatorship and Democracy'de şunları yazıyor: 'Söz konusu konuşmada Robespierre, tüm burjuva sınıfını, Devrim'i soylularla rahiplerin yerini almanın bir yolundan başka bir şey olarak görmeyen ve edinilmiş zenginlikleri, ayrıcalıklı sınıfların soylu doğuşa bağlı hakları savundukları kadar bağnazca savunan açgözlü bir sınıf olarak suçladı. ' Moore Jr.'a göre, bu konuşma, Robespierre'in, daha sonra, "'Terör Dönemi'ndeki davranışlarının da habercisi"ydi...

Burada Robespierre'in Aydınlanma Devrimi'ni kavrayış biçimini de bahse konu etmekte yarar var. Aydınlanma'da biribirinden farklı iki 'Akıl' konseptinin geçerli olduğunu Edgar Morin'in 'Aşk, Şiir, Bilgelik' adlı o gerçekten benzersiz kitabından öğreniyoruz: İlki, Akıl'ın ya da aklîliğin, Voltaire ve Diderot tarafından temsil edilen eleştirel, şüpheci ve özeleştirel anlayışı; ötekiyse, Robespierre'in, Morin'in deyişiyle, 'bir tapınma nesnesi' haline getirdiği Akıl-Tanrıçası'na ('déesse Raison') varan Akıl ya da aklîleştirme! [ Bir not daha: Bizim 'Aydınlanma'cılarımız'ın, Voltaire ya da Diderot'ya değil, jakoben Robespierre'e bağlandıkları o kadar açık ki! Eleştirellik, şüphecilik ve elbette özeleştiri, bizim jakoben 'Aydınlanma bilgelerimiz'in semtine uğramamış bile!]

Aklı, Laikliği ve Bilim'i bir 'tapınma nesnesi' haline getirmek! Siyaseti, sınıfsız ve partisiz bir düzende bir 'elit zümre'nin işi saymak! Burjuvaziye ve emekçi sınıfına karşı duyulan hoşnutsuzluk! Jakobenlik bu işte...

Bilmem bütün bunlar, sizlere bir şeyleri veya birilerini hatırlatıyor mu?

ZAMAN