Hatice Karahan, Afra Betül Özdemır, Sena Çavuş / AA Analiz
Netanyahu ve 12 ABD’li Senatör’ün Uluslararası Ceza Mahkemesi'ne tehdidini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Anlamanız gerekir ki hem Eski ABD Başkanı Donald Trump yönetiminde hem de şimdiki Joe Biden yönetiminde Birleşik Devletler Kongresi ve Birleşik Devletler hükümetinin yürütme organı siyonistler tarafından kontrol ediliyor. Siyonistler, para, etki, güç ve medya kontrolü, bunun yapılmasını talep ediyorlar.
Ben Chicago'nun güney yakasında büyüdüm, Al Capone ve serseri çetesinin geldiği yerde. Siyonistler bir çete gibidir. Çete zihniyetine sahiptirler ve burada gördüğümüz şey de budur. İsrail ve Amerika Birleşik Devletleri'ndeki (ABD) siyonistler ve onların yol arkadaşları tarafından Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin (UCM) İsrail’in Gazze’de ve şu anda konuştuğumuz sırada Batı Şeria’da da Filistinlileri yok etmesini engellemek için hiçbir şey yapmamasını sağlamayı amaçlayan bir gangster zihniyeti.
UCM’nin açıklamasını tatmin edici buluyor musunuz?
Filistinlilere yönelik soykırımın üzerinden 7 ay geçti ve UCM savcısı hiçbir şey yapmadı. UCM savcısı Mısır ve Gazze arasındaki sınıra gitti ve kendi gözleriyle gördü. Orada olay yerinde adamları var. Neler olup bittiğini tam olarak biliyor ve hiçbir şey yapmıyor. UCM savcısı, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Savunma Bakanı Yoav Gallant ve İsrail Ordusu Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi hakkında derhal iddianame hazırlayarak burada bir fark yaratabilir. Şunu söylemeliyim ki, 2009 yılında, Dökme Kurşun Operasyonu'ndan sonra, Filistinlilere yönelik bir soykırım katliamı yapıldı ve ardından eski ABD Başkanı George W. Bush yönetiminin tam onayı ile Gazze'de yaklaşık bin 500 Filistinli katledildi.
Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas'a UCM'nin Filistin ve Filistinliler için yargı yetkisini kabul etmesini tavsiye ettim, ki o da bunu yaptı. 15 yıldır UCM Filistinlilere yardım etmek için parmağını bile kıpırdatmadı. Ve 2009'dan bu yana Filistinlilere yaşatılan tüm ölüm ve yıkımın sorumlusu UCM'dir. 2009 yılında İsrail hükümetinin en üst düzey yetkililerini yargılamaya başlamış olsalardı, belki de tüm bunlar önlenebilirdi. Gazze'de 40 binden fazla Filistinli katledildi. UCM savcısı nerede? Netanyahu, Galant ve Halevi hakkında uzun zaman önce dava açılmalıydı. Hala yapılmadı. Eğer bu yapılsaydı, belki de Refah'ta gerçekleşecek katliamın önüne geçilebilirdi. Ama UCM savcısı nerede? Uluslararası Adalet Divanı nerede? Eğer İsrail'e karşı bir durdurma ve vazgeçme emri vermek isteselerdi UAD'nin şu anda zaten doğal yetkisi bulunuyor.
Mahkemenin daha önce de tehdit edildiği ve boyun eğdiği durumlar oldu mu?
Evet, 2010 yılında bir şikayette bulunduğumda Trump yönetimi UCM'yi tehdit etti. Eski ABD Başkanı George Bush, Eski ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney, Eski ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, Eski CIA Başkanı George Tenet ve diğer pek çok üst düzey ABD yetkilisi hakkında olağanüstü gözaltı politikaları nedeniyle, Müslümanlara, Araplara ve beyaz olmayan Asyalılara karşı insanlığa karşı işlenen suçlar kapsamında UCM'ye şikayette bulundum. Ve son olarak, eski UCM Başsavcısı Fatou Bensouda, ABD hükümetinin bu olağanüstü yargılama politikası hakkında soruşturma açmak için UCM’den izin aldı.
Sonrasında Trump yönetimi UCM savcısına ve onunla bağlantılı herkese karşı yaptırım uygulayacağını ve İsrail'e karşı harekete geçildiği taktirde yine aynı şekilde davranacaklarını söyledi. Peki ne oldu? İngiltere'den yeni bir UCM savcısı geldi. Karim Khan ve gelir gelmez yaptığı ilk iş Bush ve diğerlerine karşı olağanüstü gözaltılar nedeniyle açılan soruşturmayı düşürmek oldu. Bu hiç de cesaret timsali bir davranış değil.
Netanyahu’ya karşı herhangi bir yaptırım görmeyi bekliyor musunuz?
UCM'nin Filistinlileri düpedüz soykırımdan kurtarmak için bir şeyler yapacağına dair aşırı iyimser olduğumu söyleyemem. 2009'dan beri hiçbir şey yapmadılar. Tam 15 yıl oldu. Tek bir parmaklarını bile kıpırdatmadılar. Umurlarında bile değil.
O halde Amerika ve İsrail için Netanyahu’nun yargılanmaması neden önemli?
Bu hem ahlaki hem de yasal bir meşruiyet meselesi. Bildiğiniz gibi, ABD tüm dünya nezdinde büyük bir ahlak imparatorluğuymuş gibi davranmayı seviyor. Müslüman dünyada yaşayanlar bunun bir şakadan ve sahtekarlıktan ibaret olduğunu biliyor, ancak dünyanın geri kalanının büyük bir kısmı bunu bilmiyor. Ayrıca ana akım Amerikan medyasındaki Siyonist kontrol ve hakimiyet nedeniyle, Amerikan halkının çoğu da bunu bilmiyor. Yani şimdi, eğer iddianameler, eylemler, bu türden şeyler olsaydı, bu durum değişebilir ve burada bir fark yaratabilirdi. İşte bu nedenle UCM, UAD, Güvenlik Konseyi, Genel Kurul, BRICS, ICAO, Arap Devletleri Ligi gibi farklı eylemlerin hepsi, ana akım haber medyasındaki ve kesinlikle ABD'deki ve gördüğüm kadarıyla Avrupa’daki Siyonist kitlesel propaganda kampanyasını kırmaya çalışmak için çok önemlidir.
Soykırım Sözleşmesi kapsamında UAD'de dava kazanan ilk avukat olarak UCM veya UAD’deki mahkeme süreçlerine güveniyor musunuz?
Şu an itibarıyla UCM'nin, savcının ve personelin ellerinde 40 bin Filistinlinin kanı var. Bunu durdurabilirlerdi, durdurmaya çalışabilirlerdi. Fakat UAD'ye, yani Dünya Mahkemesi'ne başvurmadılar. Aynı şey onlar için de geçerli. Onları mümkün olan en güçlü şekilde kınıyorum. Güney Afrika Cumhuriyeti, UAD'nin Filistinliler için anlamlı ve etkili bir şeyler yapmasını sağlamak için 3 kez girişimde bulundu ve bunu reddettiler. UAD, Güney Afrika'nın cesur, kahraman tutumuna karşın İsrail’e ateşkes emri vermeyi reddetti. Tek bir emir istiyorlar. Bir karar istiyorlar ve ikinci bir karar istiyorlar. Ve Dünya Mahkemesi, Hamas'a rehineleri serbest bırakmasını emretmesine rağmen ateşkes emri vermeyi reddetti. Pekala, rehineler serbest bırakılmalı. Ama bunun için rehinelerin serbest bırakılmasından önce bir ateşkes gerekiyor. Bu tamamen saçma.
Ve sonra Nikaragua Dünya Mahkemesi'nin, İsrail'in Filistinlilere yönelik soykırımına yardım ve yataklık ettiği için Almanya'ya karşı bir karar vermesini sağlamaya çalıştı. Ve mahkeme Nikaragua'yı tamamen reddetti. Mahkeme'nin Nikaragua'ya yaptıkları utanmazcaydı. Onların görüşlerini okuduktan sonra Nikaragua'nın yargıcının onların söylediklerini tamamen boşa çıkaran görüşünü okuyabilirsiniz. Ve Nikaragua'yı eli boş geri çevirdiler. Dünya Mahkemesi'nin bu davada Nikaragua ile birlikte Refah'taki katliamı durdurmak için devreye girme ve bir şeyler yapma şansı vardı. Bunun yerine tek yaptıkları, Refah’taki 1,2 milyon Filistinli için timsah gözyaşları dökmek oldu. Hiçbir şey yapmadılar.
UAD'de Nikaragua’yı reddeden 15 yargıcın hepsi kovulmalı. Ve BM Genel Kurulu onları soruşturmalı çünkü BM Genel Kurulu onların bütçesini kontrol ediyor. 4 kez Filistinlileri kurtarma şansına sahip olduktan ve bunu reddettikten sonra ben olsam onlara bir kuruş bile vermezdim. Başka ne diyebilirim ki? Bunu ben söylüyorum. Bosna-Hersek Cumhuriyeti adına UAD'de Yugoslavya'nın Bosnalılara uyguladığı soykırımı durdurması adına 3 farklı karar kazandım. Soykırım Sözleşmesi ile ilgili ilk Dünya Mahkemesi'ni kazanan kişiyim. İkinci bir kararı daha kazandığımda 1921’de kuruluşundan bu yana Dünya Mahkemesi’nde görülen aynı davayla 2 karar kazanan ilk avukat oldum. Ve sonra 74. maddeyle üçüncü bir emir daha istedim. Fakat Dünya Mahkemesi Bosnalıları kurtarmak için istediğim kararı bu sefer vermedi. Peki ne oldu? Srebrenitsa'daki katliam. Olan buydu. Güney Afrika, Dünya Mahkemesi'ne yaptığı savunmada beni alıntıladı ve dedi ki, en son böyle bir şey olduğunda, Bosnalıların avukatı sizden Bosnalıları kurtarmak için gerekenleri vermenizi istedi ve siz vermediniz. Ve ardından Srebrenitsa katliamı gerçekleşti. Sizden Gazze'de ve özellikle Refah'ta Filistinlilere yönelik İsrail soykırımını durdurmak için ihtiyacımız olan kararı vermenizi istiyoruz. Ama bunu yapmadılar.
Dünya Mahkemesi’nde ilk Soykırım Sözleşmesi mahkemesini kazanan avukat olarak, Gazze’de yaşananları soykırım olarak adlandırmakta tereddüdünüz var mı?
Bosna soykırımı davasında, Dünya Mahkemesi'nin esasa ilişkin nihai kararı, gecikmeli olarak, 7 bin 500 Bosnalı Müslüman erkeğe ve Srebrenitsalı erkek çocuğa uygulanan katliamın soykırım olduğu şeklindeydi. Açıkçası 7 bin Bosnalı Müslüman erkek ve çocuğun katledilmesi soykırım olarak nitelendiriliyorsa Gazze'de katledilen 40 binden fazla Filistinlinin durumu da soykırım olarak nitelendirilebilir.
Türkiye’nin UAD davasına müdahil olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Türk hükümetine Nikaragua adına davaya müdahil olma talimatı verdiğini biliyorum. Bence bu takdire şayandır. Ve şu anda görebildiğim kadarıyla Türk halkı ve şimdi de Cumhurbaşkanı Erdoğan Filistinlileri kurtarmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı ve Türk halkını takdir ediyorum. Böyle devam edin. Devam etmek zorundayız.
UCM'den henüz bir haber alamadık. Hiçbir şey yapmıyorlar. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sesini duyduk. Tüm saygımla, kendisinden daha fazlasını duymamız gerekiyor. Sağlam bir duruş sergileyen, dünya çapında, kendisi gibi çok az lider var. Biliyorsunuz dünyada, özellikle de Müslüman dünyada büyük bir kesim kendisini örnek alıyor. Sonunda İsrail ile ekonomik ilişkilerini kestiğini biliyorum, ki bu çok takdire şayan.
Türkiye'nin siyasi, ekonomik, dini ve diğer açılardan çok etkili ve güçlü bir ülke olduğunu anlıyorum. Ama diğer tarafta da karşısında muazzam bir güç var. Filistinliler adına uzun yıllardır ben de bu güçle karşı karşıyayım.
Uluslararası mahkemeler geçmişte Bosna davasını soykırım olarak kabul ettiklerine göre şimdi neden gerekli adımları atmıyorlar?
Filistinliler her zaman dünyanın en güçlü 2 ülkesi olan İsrail ve ABD ile karşı karşıya gelmiştir. Orta Doğu barış müzakerelerinde Filistin delegasyonuna ve özellikle onların başındaki müvekkilim ve dostum merhum Dr. Haydar Abdul Şafi’ye hukuk danışmanlığı yapmış biri olarak sizi temin ederim ki, İsrail, ABD ve Amerikalı Siyonistler onları yok etmek için mümkün olan her şeyi yapacaktır. Yalan, hile, şantaj, tehdit, gözdağı ve nihayetinde cinayet. Başkan George Bush Junior'dan yeşil ışık alarak eski müvekkilim Başkan Arafat'ı öldüren Ariel Şaron'du. Yani hiçbir şeyden çekinmeyecekler. Daha önce de söylediğim gibi, bu Siyonistler bir çetedir. ABD hükümetinde onları destekleyenler de gangsterler.
Amerikan hükümetinin bu soykırıma dahlini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Blinken Harvard'da arkamdaydı. Harvard'da doktoramı yaptığım hükümet bölümünde Marty Peretz için çalışıyordu. Harvard'daki kariyeri ilerlemiyordu, bu yüzden karısı onun için New Republic'i satın aldı ve Blinken onu Likud Partisi için bir yayın organına dönüştürdü. Tıpkı Netanyahu gibi sıkı bir neocon Siyonist Likudnik. Blinken New Republic'te Peretz için çalıştı. O da tıpkı Netanyahu gibi sıkı bir neocon Siyonist Likudnik. Ve kendisi şu anda Eyalet Meclisini kontrol ediyor. Beyaz Saray'a gelince, Beyaz Saray Genel Sekreteri ve ondan önceki selefi olan Ron Klein da Harvard Hukuk Fakültesi’nde arkamdaydı ve kendisi de bir başka sıkı neocon Siyonisttir. Korkarım Filistinlilerin karşı karşıya olduğu durum bu. Türkiye de böylesi bir güçle karşı karşıya.
Filistin’in BM’ye üyeliği neden önemli?
Bu çok önemli. Filistinliler için bu konuda, Filistin Bağımsızlık Bildirgesi ve ardından Birleşmiş Milletler örgütüne üyelik konusunda tüm yasal çalışmaları yapan bendim. Bu çok önemli çünkü hiçbir BM üyesi devlet yok olmadı. Bazıları dağıldı, düşmanım eski Yugoslavya gibi, ama yok olmadılar. Siyonistlerin Filistin'i yok etmek ve mümkün olduğunca çok sayıda Filistinliyi Filistin'den etnik olarak temizlemek istedikleri çok açık. Şimdi, burada Bosna ile ilgili bir emsal var. Ben Bosnalıların avukatı ve Dünya Mahkemesi'nde büyükelçi iken, Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği ve Clinton yönetimi, Bosna Hersek Cumhuriyeti'ni 3 küçük toprak parçasına bölecek ve bunlardan 2'si hemen Sırbistan ve Hırvatistan tarafından ilhak edilecek olan Owen-Stoltenberg Planını ortaya attılar.
Bu planla Müslümanlara ayrılan kısım yok edilmiş olacaktı. Owen-Stoltenberg Planı uluslararası hukuk nezdinde Bosna devletini yok edecekti. Tüm bunları mümkün kılmak için Bosna'nın BM üyeliği elinden alınacak ve zaten 2 milyon Bosnalı etnik temizliğe maruz kalmışken 1,5 ila 2 milyon Bosnalı daha etnik temizliğe maruz bırakılacaktı. Ve BM, AB ve Amerika, bunu kolaylaştırmak için Bosna'nın BM üyeliğinden kurtulmaları gerektiğini biliyorlardı. Bunu tek başıma durdurdum. Bosna'nın BM üyeliğini çalamayacaklarından ve Owen-Stoltenberg Planını sabote edemeyeceklerinden emin oldum.
Bosna bugün halen orada, BM üyesi bir devlettir. Kendi devletlerine sahipler. Açıkçası, ciddi bir sıkıntı içindeler. Türkiye'de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Bosnalılara yardım etmek için elinden geleni yaptığını biliyorum, ancak ciddi sıkıntı içindeler. Ülkenin yarısı halen soykırımcı Sırp manyaklardan oluşan bir çete tarafından istila edilmiş durumda. Ancak Bosna örneği Filistinlilerin neden BM üyeliğini almak zorunda olduklarını kanıtlıyor. Böylece tarih sahnesinden silinip gitmeyecekler.
Sizce Filistin’in BM’ye üyeliği kabul olur mu?
2010 yılında Filistinliler BM üyelikleri için diplomatik bir kampanya başlattılar. 2011'de bir başvuru sundular. Her şey yolundaydı. Tüm şartları yerine getirdiler, fakat Amerikalılar veto etmekle tehdit ettiler. Bunun üzerine Filistinliler üyelik yerine, İsviçre'nin tam teşekküllü bir BM üye devleti olmadan önce sahip olduğu BM gözlemci devleti statüsüne sahip oldular. ABD vetosunun ışığında Filistinliler, Barış İçin Birlik Kararı olarak adlandırılan bir karara başvurdular. Onlar için Barış İçin Birlik Kararını, tüzüğün nasıl uygulanacağını açıklayan bir memorandum hazırladım. Bu, temel olarak Güvenlik Konseyi'nde büyük güçlerin veto etmesi durumunda, konunun BM Genel Kurulu'nda ele alınacağını söylüyor. Bugün konuştuğumuz sırada içinde bulunduğumuz durum budur. BM Genel Kurulu, Barış İçin Birlik Kararının alınacağı bu oturumda Filistin'i tam teşekküllü bir üye devlet olarak kabul edebilir. Filistinlilerin 3'te 2 oya ihtiyacı olacak. Çekimser ve hayır oyları sayılmıyor. Yani 3'te 2'nin evet ya da hayır demesi gerekiyor. Oylara sahip oldukları açık. Sorun Amerikalıların zorbalıkları, tehditleri, yalanları, tacizleri ve şantajları.
Filistin delegasyonu ile birlikte BM Genel Kurulu kürsüsündeydim. Tam teşekküllü BM üyeliği için değil, BM'deki statümüzü yükseltmek için harekete geçtiğimizde, Genel Kurul’da yeterli oya sahiptik. Ve ne olduysa ABD Büyükelçisi Tom Pickering, tüm BM Genel Kurulu'nun önünde ayağa kalktı ve oradaki her devleti tehdit etti. Oradaydım. Tehdidi duydum. Benden sadece 20 metre ötede, “Eğer Filistin'in statüsünü yükseltmek için oy kullanırsanız, Birleşik Devletler hükümetinin tüm Birleşmiş Milletler örgütünü alaşağı edeceğini” söylüyordu. Sonra ne oldu, Filistinli delegeler kendi aralarında görüştüler. Ben de hemen yanlarında oturuyordum. Sonunda Filistin Büyükelçisi BM Genel Kurulu kürsüsüne çıktı ve “ABD Büyükelçisinin söylediklerini duyduk. Kararı geri çekiyorum” dedi ve hepsi bu kadar.