Burak Çetik / Mecra
Medine’de bir Kudüs muhafızı: Muhammed Nemr el-Hatîb
Filistinli Müslümanların bir kısmı, yıllardır yaşadıkları sistematik soykırımdan kurtulmak için hicret etmeyi tercih etmiştir. Zorla kamplara gönderilen Müslümanların yanında bir de öldürülme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu için mecburen hicreti tercih edenler vardır ki Muhammed Nemr el-Hatîb de bu zatlardan biridir.
Muhammed Nemr el-Hatîb’e ilk defa, Kamil Şenocak Hoca’nın hatıralarını okurken denk geldim. Kamil Hoca kendisinden, “mücahid bir âlim” olarak bahsediyordu. İzzeddîn el-Kassâm’ın saflarında savaşan mücahid birliklerinin arasında Şeyh Nemr el-Hatîb de bulunmuştu. Hayatı boyunca birçok sıkıntı çekmesine rağmen Filistin’in bağımsızlığı için mücadele etmişti el-Hatîb.
Şeyh Nemr el-Hatîb, 1918 yılında Hayfa şehrinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini Hayfa’da tamamladıktan sonra Akka şehrine giderek Ahmedî İlim Enstitüsü’nde tahsil hayatına başladı. Burada, dönemin en önemli âlimlerinden Şeyh Abdullah el-Cezzâr, Şeyh Muhammed el-Lababidi ve Şeyh Mahmud el-Kıblevî’den eğitim aldı.
Ahmedî İlim Enstitüsü’nden sonra tahsiline devam etmek ve ilmini artırmak maksadıyla Mısır’a giderek el-Ezher Üniversitesi’ne kaydoldu. Burada İslâmî ilimlerin yanı sıra aklî ilimleri de okudu. Yaklaşık yedi senenin sonunda el-Ezher’i bitirerek diplomasını aldı. Sonrasında memleketi Hayfa’ya dönerek yüksek lisansa başladı.
Direniş, tutuklanma ve hicret
İzzeddîn el-Kassâm, yetiştirdiği öğrencilerin yanında verdiği ateşli vaazlarla Filistin halkında önemli bir etkiye sahipti. İngilizlerin mandasına karşı cihad edilmesini savunuyordu. 1935’te cihad başladığında Şeyh Nemr el-Hatîb de cihada katılmıştı. Mensup olduğu aile, Hayfa’nın önemli ailelerindendi. Hatta öyle ki Osmanlı döneminde Hayfa’ya atanan bir kadıyı beğenmediklerinde devlet o kadıyı görevden alıyordu.
İzzeddîn el-Kassâm şehid edildikten sonra Şeyh Nemr el-Hatîb gerek âlim vasfıyla gerekse ailesinin kimliğinden kaynaklı olarak cihada öncülük eden isimlerden birisi olacaktı.
Bu süreçte Hayfa’da tutuklandı ve ardından serbest bırakıldı. Bu ilk tutuklanmasıydı, ama son olmayacaktı. Akka’da el-Burj Enstitüsü’ne atandıktan sonra tekrar tutuklandı. Serbest bırakıldığında ise cihad meydanlarına tekrar indi ve yaralandı.
1948 yılında yine vurularak yaralanınca Beyrut’ta tedavisine başlandı ardından tedavisini tamamlamak üzere Şam’a nakledildi. Ömrünün bundan sonrasını muhacir olarak geçirecekti.
Şam’da kaldığı süreçte birçok dernek, vakıf ve medresede dersler verdi, Filistin davasını anlattı, eserler telif etti hatta Şam Radyosu’nda günlük bir program bile yaptı. Filistinli muhacirler için çeşitli platformlarda mücadele etti.
Suriye’de üç yıl kadar kaldıktan sonra Irak’ın başkenti Bağdat’a taşındı. Irak’ta bazı kurumlarda dersler verdi aynı zamanda camilerde halka vaazlar veriyordu.Tunus, Libya ve Lübnan gibi ülkelere giderek dersler veriyor, Filistin davasını anlatıyordu.
- Nemr el-Hatîb sadece İslâm ülkeleriyle kalmıyor Almanya başta olmak üzere Avrupa’nın çeşitli ülkelerine giderek oradaki Müslümanlarla da buluşuyor, dersler veriyordu. Aynı zamanda oryantalist akademisyenlerle tanışarak kendileriyle ilmî hususlarda müzakereler yapıyordu.
Yaşadığı bunca sıkıntının ardından Kamil Şenocak Hoca kendisine İzzeddîn el-Kassâm’ı ve cihad ettiği günleri sorduğunda verdiği şu cevap ne kadar tevazu sahibi olduğunu gösteriyordu:
Biz kim onlar kim. Onlar dağ, biz toz. Onlar deniz, biz damlayız.
Bazı eserleri ve fikirleri
Kur’ân, sünnet, felsefe, mantık ve Filistin direnişi hakkında birçok eser veren Şeyh Nemr el-Hatîb, Kur’ân ve sünnete bağlılığıyla tanınıyordu. İslâm düşüncesinin bu iki temelden beslendiğini ve İslâmî hareketlerin fikirlerini bu eksende oluşturması gerektiğini savunuyordu.
İslâmî ilimlerin yanı sıra aklî ilimlerin de ümmet için çok önemli olduğunu düşünüyordu. Bilginin güç olduğunun farkındaydı. Ümmetin içinde bulunduğu buhranı iman, bilgi ve çalışmayla aşacağını biliyor; Peygamberimizin bilgiyi edinmeyi emrettiğini söylüyordu.
Şeyh Nemr el-Hatîb çok kez Avrupa’da dersler vermiş, oradaki oryantalist akademisyenlerle tanışmıştı. Bu ziyaretler esnasında rastladığı bir mesele vardı. Avrupa’ya okumaya giden Müslüman öğrencilerin memleketlerine döndüğünde kendi kültürlerini aşağılamasını en başta bilgisizlik olarak değerlendiriyor ve İslâm medeniyetinin Avrupa’ya yaptığı katkıları hatırlatarak aşağılık kompleksine karşı çıkıyordu. Bu hususta Endülüs’ü örnek gösteriyordu.
- Filistin davası hakkında konuşurken, işgalci Siyonistlerin bir an önce bu topraklardan kovulması gerektiğini söylüyordu. Filistin topraklarının Müslümanlara ait olduğunu bildiriyor ve ümmetin her ferdinin bu hususta sorumlu olduğunu hatırlatıyordu.
Âlimlere saygı duyulması gerektiğini düşünüyordu. Zira İslâm’ın sahih bir biçimde anlaşılması ve yaşanması, âlimlerin halkı aydınlatması sayesinde olacaktı.
Medine günleri ve bir ömrün sonu
Ömrünün sonuna doğru Medine’ye yerleşerek İslâm Üniversitesi’nde lisansüstü düzeyde dersler verdi. Bir müddet Eğitim Koleji’nde ders verdikten sonra emekli oldu.
Emekliliği sürecinde Medine’deki evini medreseye çevirerek dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen Müslümanlara eğitim verdi.
Kendisini sadece öğrenciler değil dünyanın çeşitli yerlerinden hac ve umre yapmaya gelen âlimler de ziyarete geliyordu. Nemr el-Hatîb oldukça misafirperver bir insandı. Bu yapısını ailesine borçlu olduğunu anlıyoruz. Zira Kamil Şenocak Hoca’ya anlattığı şu anekdot ailesinin ne kadar misafirperver olduğunu gösteriyor: “Babamın sofraya misafirsiz oturduğunu bilmem. Eğer bir gün eve misafir gelmediyse eski gömlekle caminin kapısına gider, para isteyen dilenci gibi misafir beklerdi. Bulunca da alır, eve getirirdi.”
Filistin’e ve ümmete adanmış bir ömür geçiren Şeyh Muhammed el-Hatîb 15 Kasım 2010 yılında Kurban Bayramı gecesi vefat ettiğinde ardında birçok eser, talebe ve şerefli mücadele bırakarak yaşanmaya değer bir hayatın nasıl ve niçin olacağını gösterdi.