Ortadoğu da yaşanan gelişmelerin konu alınacağı seminerler dizisinin ilk konusu Suriye direnişi ve Müslümanların sorumlulukları başlığı altında Genel Başkan Rıdvan Kaya tarafından gündeme alındı.
Hayatın bir imtihan alanı olduğu gerçeği ile Suriye olayını ele almak zorunda olduğumuzu belirten Rıdvan Kaya kardeşlerimize en kısa zamanda zafer nasip etmesi duası ile başladığı konuşmasına şöyle devam etti: ‘’Suriye de yaşanan gelişmeler, Tunus’ta başlayan Batı tarafından Arap Baharı denilen bizim ise Ortadoğu intifadaları olarak nitelendirdiğimiz halkların baskıcı yönetimlerine karşı ayaklanmalarının Suriye coğrafyasına yansıyan yüzüdür. Ancak Tunus, Mısır, Libya, Bahreyn gibi ülkelerden Suriye’yi ayrıştırarak küresel sistemin oyunu bağlamında komplocu bir yaklaşımla olayı değerlendirmek adil bir tutum geliştirmeyi engellemektedir.
Suriye direnişi başlangıçtan itibaren yoğun bir dezenformasyon ve bilgi kirliliği ile gölgelenmeye çalışılmaktadır ki Müslüman zihinlerde durumdan etkilenmekte ve mütereddit davranabilmektedir.
Suriye ‘de muhalefetin silaha başvurması ile halk hareketi olmaktan çıktığı ve mezhepçi bir karaktere büründüğüne yönelik bir algı oluşturulmaya çalışıldı. Suriye direnişini gerçekleştiren Müslümanlar ağırlıklı olarak Sünni tabanlıdır. Ancak söylemlerinin tümüyle mezhepçilik içerdiğini söylemek yanlış bir değerlendirme olur. Şeyh Adnan Arur örneği tüm direnişçilere şamil edilmemelidir. Esed rejimi ise mezhepçi anlayışı derinleştirici politikalar uygulamakta, Alevileri homojen bir zemine çekerek meşruiyetini sağlamaya çalışmaktadır. Batı’ya ise radikal Sünni İslamcılara karşı kendi rejimini alternatif göstermektedir.
Direnişçilerin ana karakterinin mezhepçi olmamasına karşın İran’ın tutumunun tüm İslam coğrafyasındaki Sünni halk içinde Şiilere yönelik olumsuz duyguları körüklediği de sorunun kaynağı açısından göz ardı edilemeyecek bir gerçektir.
Suriyeli Müslümanların silaha başvurması tercih değil zorunluluk sonucu gerçekleşmiştir. Mısır ile kıyaslamak ise şartları hesaba katmadan yapılan eksik bir değerlendirme olacaktır. Mısır’ın uluslararası gözetime açık olması, medyanın çalışmalarına imkân tanınmış olması vs. ile Müslümanlar haftalarca meydanlarda protesto gösterileri düzenleyebilmiş idi. Humus’taki Müslümanların ise Saat Cedide meydanında yaptığı gösteriler rejim güçlerince katledilen 50 kişinin ölümü ile sonuçlanmış ve yalnız bir gün sürebilmişti.
Mücadelenin yöntemine dair öncelikli karar elbette mücadeleyi yürütenlerin hakkıdır. Silahlı çatışma yol açtığı bedel açısından arzu edilir bir durum olmamak birlikte Rabbimiz gerektiği zaman kıtal emrini de ermiştir. Bu yöntemin seçilmesinden ötürü Müslümanların mahkûm edilmesi liberalizmin Müslüman zihinler üzerindeki etkisinden kaynaklanmaktadır.
Muhaliflerin parçalı bir yapıda olması da yıllarca diktatörlükle yönetilmiş bir ülke için olağan karşılanabilir bir durumdur. Sivil toplum tecrübesizliği, örgütlü bir yapı oluşturma yeteneklerinin muhaberatın çok güçlü olduğu, sürekli hapis ve işkence ile tehdit edilen bir ortamda gelişememiş olması bu yapının oluşmasında ana nedenlerden biri olarak görülmelidir. Ancak özellikle uluslar arası arenada ortak bir temsiliyet oluşturulabildiği de gözlenebilmektedir.
Suriye muhalefeti adına ortaya çıkan bazı şiddet görüntüleri aşırılık bağlamında eleştirilere muhatap olmaktadır. Bazı münferit videoların, direnişin genel görüntüsü gibi sunulması Esed rejiminin propaganda yöntemlerini kullanmasındaki başarısıdır ki Müslümanların muhaliflerin itibarına yönelik bir kafa karışıklığı tuzağına düşmesine de yol açmaktadır. Sivillere yönelik eylemler elbette tasvip edilemez ama zulmün esas müsebbibi ve kaynağı da gündemden düşürülmelidir.
Suriye konusu; Rabbimizin hesap günü soracağı sorulardandır bilinci ile kardeşlerimize her türlü desteği arttırarak vermeye devam etmeliyiz.’’
Seminer, dinleyicilerden gelen soruların cevaplandırılması ile son buldu.
Özgür-Der ‘in ikinci semineri 29 Kasımda dernek binasında gerçekleştirilecektir.