‘Yargıya güvenilmez’ korosunu bir süreden beri dinliyoruz. Tam olarak ne zaman sesini duyurmaya başladı bu koro? Ergenekon davası açıldığında.
Bu yargı, bu ülkede başbakanı ve bakanları idam etti. Bu yargı, Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Arslan’ı darağacına yolladı. Bu yargı, onlarca yıldır insanlara düşünceleri nedeniyle binlerce yıllık cezalar verdi. Hatırlayın, Savcı Doğan Öz’ün katilini, itiraflarına, hakkındaki tanık ifadelerine rağmen beraat ettirenler, bu ülkenin Askeri Yargıtay’ın üyeleriydi.
12 Mart ve 12 Eylül döneminde idamlara imza atan savcıların ve yargıçların bazıları Anayasa Mahkemesi üyesi seçildiler. Bunu çok net olarak biliyorum. Daha derinlemesine bir araştırmanın yapılması durumunda, yüksek yargının ve yüksek askeri yargının mensuplarının bir çoğunun darbe dönemlerinin en ağır kararlarını imzaladıklarının ortaya çıkacağından eminim.
Ama eskiden bu kesimlerden böyle bir tepki çıkmıyordu, böyle kampanyalar görmüyorduk. Bazı savcılar ve yargıçlar, darbecilere dokunmaya kalkmasalardı, onaylayıcı tutum böyle sürüp gidecekti. Savcılara ve yargıçlara yönelik şu an tepki gösteren kesimler hiçbir zaman harekete geçmeyecekti.
Ne olduysa Ergenekon davasının açılmasıyla oldu. Bazı yargıçların alışılmışın dışına çıkarak darbecileri yargılamaya yönelmesi Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nu (HSYK) harekete geçirdi. O andan itibaren (HSYK) adlı bir kurumun bu baskıcı sistemin arkasındaki önemli merkezlerden birisi olduğunu öğrendik. HSYK’nın ‘hukuk devleti’ adına ilk çarpıcı icraatı, Şemdinli Savcısını meslekten men etmek oldu. Savcının günahı, kalabalığa bomba atmakla suçlanan askerlere bir komutanın ‘bizim çocuklar’ diyerek sahip çıkmasını eleştiren bir dil kullanmasıydı.
***
Türkiye’deki asıl sorun ‘yargıdaki kargaşalık’ değildir. Böyle sunulması, bir manipülasyonun ürünü olarak değerlendirilebilir. Asıl sorun, ‘darbeci devlet’ yapılanmasıdır. Bu yapılanma, askerin
siyasete müdahalesini meşru görüyor. 27 Nisan 2007 tarihinde Genelkurmay Başkanlığı internet sitesinde açıkça Cumhurbaşkanlığı seçimine müdahale eden o bildiri yayınlandığında hiçbir yargı kurumu harekete geçmemişti.
Ükemizin yargıçları, askerin bu tür müdahalelerini meşru görmenin ötesinde, çoğu kez onları açıktan desteklediler. 28 Şubat 1997 tarihindeki postmodern darbe sırasında da, üst yargı kurumunun mensupları askerleri ayakta alkışlamışlardı.
Bazı savcı ve yargıçların darbecileri yargılamaya kalkması, şu an kopan kıyametin nedeni. Yüksek yargı kurulunun mensupları, ortak bir kültürün ve ideolojinin parçası olduklarını, her zamankinden daha açık bir şekilde göstermek üzere harekete geçmiş durumdalar. Yargıtay üyeleri, Danıştay üyeleri Ergenekon soruşturması yürüten Erzurum savcılarını görevden aldığı için HSYK’yı ziyaret ederek destek mesajları verdiler. İstanbul Başsavcısı’nın benzer bir destekle karşılaşacağını öngörmek zor değil.
Nitekim HSYK Başkanvekili, ‘Balyoz soruşturması’nı yürüten savcılara işten el çektirilmesini ‘hukuka uygundur’ diyerek destekledi.
***
Bu ülkenin yargı sistemi, ‘Soğuk Savaş’ döneminden kalma bir sistem olmanın yanısıra, üç de askeri darbeden arta kalmış olan bir sistem. Üç askeri darbe, yargıyı askerileştirdi. Askerin iktidarını kalıcılaştırmayı amaçlayan bir anayasayla yönetiliyoruz. Değiştirmeye kalkışanın karşısına, bu askeri darbelerden güç alan sistemin temsilcileri olan yüksek yargı kurumları çıkıyor.
Birileri bunun ‘kuvvetler ayrılığı’ olduğuna inanmamızı istiyor. Oysa ki, bu sistemin ‘darbe
kuvveti sistemi’ olarak adlandırılması daha gerçekçi. Hangi askeri darbenin ‘hukuk’ ve ‘kuvvetler ayrılığı’ diye bir derdi olabilir? Onların bu anayasaları yaparkenki dertleri, siyaset üzerindeki egemenliklerini kalıcı hale getirmekten ibaretti.
Yıldıray Oğur, İstanbul Barosunun Genel Sekreteri Hüseyin Özbek’in bir yazısından alıntı yapmıştı. Benim dikkatimden kaçan yazıda aynen şunlar söyleniyor: “Türk Silahlı Kuvvetleri (kışlasına hapsedilecek) toplumsal ve siyasal yaşamda dikkate alınan, sözü dinlenen bir güç olmaktan çıkarılacaktır.”
Türkiye’de kurgulanmış yargı sisteminin korkularını bu açıklama çok güzel şekilde özetliyor. Yargı sistemi, ordunun siyaset alanından çıkmasından korkuyor, ‘Ordu siyaset içinde kalmalıdır, siyasete müdahaleye devam etmelidir’ diye düşünüyor.
Durum bundan ibarettir.
RADİKAL