Şimdi Değilse Ne Zaman İran'a 'Dur' Diyeceğiz?
Merve Şebnem Oruç / Yeni Şafak
2016 ile beraber Körfez-İran restleşmesi de beraberinde geldi. Önce Suudi Arabistan'da aralarında muhalif isim Şeyh el-Nimr'in de bulunduğu 47 kişi idam edildi. İdam edilenlerin 43'ü el-Kaide üyesi olmakla suçlanan Sünnilerdi. Dünyadan yükselen kınama cümlelerinin ve insan haklarına duyarlı olma çağrılarının içeriğinde, artık şaşırtmayan bir şekilde, Sünnilere vurgu yoktu elbette. İran'da ve bölgede Şii dini ve siyasi liderler S. Arabistan'a lanetler okurken bunu, İranlı protestocuların Tahran ve Meşhed'de Suudi Arabistan diplomatik misyonlarına saldırıları izledi. Konsolosluk binaları yakılıp yağmalandıktan sonra, İran'dan nihayet, 'bu tür şeyleri tasvip etmiyoruz' açıklaması geldi ama artık çok geçti. S. Arabistan İran'la diplomatik ilişkileri kesti. Riyad böyle bir hamlede bulununca en azından kağıt üzerinde diğer Körfez ülkelerinin reaksiyonda bulunmaması mümkün değildi, buna diğer bazı İslam ülkeleri de katıldı.
Ankara'da hükümet kanadından gelen açıklama ise net bir tarafsızlık manifestosuydu ve oldukça iç burkucuydu. Kimse Türkiye'nin İran'a karşı kapsamlı tepki vermesini veya idamı kaldırmış bir ülke olarak S. Arabistan'a uyarıda bulunmamasını beklemiyordu. Ancak en azından, işin aslına dair, 'tarafsız/nötr değiliz' içerikli bir açıklama, tek bir cümle bile söylenebilirdi. Allah’tan dün bu yazının kaleme alındığı, bu cümlelerin yazıldığı saatlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan duymak istediğimiz cümleleri söyledi, içimize su serpildi. Zira biz bu konuda tarafsız değiliz. Şimdiye kadar tarafsız olmadık ve şimdiden sonra da olamayız. Beş yıldır giderek artan bölgesel gerilimin, Rusya sponsorluğunda Şii agresif yayılmacılığını politika olarak benimseyen İran'ın mahir ellerinde nasıl bir vahşetle servis edildiğini bilmekteyiz. Kral Salman'la beraber Suudi Arabistan'ın bölgedeki tutumu değişti ve Ankara da Riyad'la Moskova destekli Şii hattına karşı konjonktürel ve mecburi bir karşı ittifaka girdi. Ama ondan önce de safımız belliydi, bundan sonra da öyle olmalı.
Çünkü bugün gelinen nokta yeni değil. Olanlar uzun zamandır bir insanlık dramının beraberinde ilmek ilmek örülen mezhep sosuyla taçlandırılmış çatışmaların sonucu. Riyad Şeyh el-Nimr'i idam ederken Tahran'ın ne tepki vereceğini biliyordu, Tahran da büyükelçiliğin yağmalanmasına göz yumarken Riyad'ın. Yani olanlar, anlık reflekslerin sonucu değil, düşünülmüş ve planlı. Türkiye İran'la da Suudi Arabistan'la da konuşurken, aynen diğer ülkelerle olduğu gibi, tüm diyalog kanallarını açık tutmalı, herkesle görüşmeli, konuşmalı ama kendi tezlerini de savunmalı ve bir fikre sahip olduğu, artık dışında kalmasının mümkün olmadığı konularda en azından tarafsız olduğunu dile getirebilmeli. Zira bugün değilse ne zaman göstereceğiz bu özgüveni?
Şimdi değilse ne zaman, freni boşalmış gibi yokuş aşağı giden bu kamyonu durdurmak için çaba göstereceğiz? İran mezhep kıyımı yaparken susup bir kişi için ağlarken mi dile gelip 'Ama ümmet, ama İslam Birliği...' diyeceğiz? Bugün değilse ne zaman bölgeyi kan gölüne çeviren İran'a artık durması gerektiğini söyleyeceğiz? Hadi Ankara bir yana, Türkiye'nin sivil toplumu, medyası, insan hakları örgütleri ne zaman herkesin bildiği gerçekleri açıkça dile getirmeye cesaret edecek? Tahran'ın Riyad'ı, Şeyh Nimr'i idam ettiği için mezhepçilikle suçlamasına inanan ya da susanlar, ne zaman İran'ın arka çıktığı rejim güçlerinin ve milislerin varil bombalarıyla, açlıkla, işkenceyle öldürdüğü yüz binlerce Sünni için 'Bakın, bu mezhepçi bir katliamdır' diyebilecek?
Yeni nesil terör örgütü IŞİD, Mart 2011'den Kasım 2015'e kadar 1777 kişi öldürmüşken örneğin, Esed'in öldürdüğü 181.557 sivilin adı bile yok. Hatta, şaka gibi ama, onlar İran sempatizanlarına göre birer 'terörist'! Tamam, acıları ve ölüleri yarıştırmayalım da, sözüm ona meşru bir rejim bir örgütün 100 katından daha fazla sivil öldürüyorsa ve bu katliamları yapan ve yaptıranlar bir mezhep örgütlenmesi ile hareket ediyorsa, bunun adını niye koyamıyoruz? İran'ın yaptığı buz gibi, mezhepçilikken niye bunu söyleyemiyoruz? Hadi paramparça edilen bedenler, rejim ya da Rus savaş uçaklarının bombardımanlarında ölen siviller, işkencelerle ölen on binler, mülteciler umurunuzda değil, Daraya'da, Zabedani'de, Şam'da, Kalamun'da, kuşatma altında tutulan bölgelerde açlıkla kıvranan, böcek, kedi, köpek, kuru ağaç yemek zorunda kalanlar için nasıl oluyor da ses çıkarmıyoruz?
Hadi çok kan, çok ölüm gördük ve artık etkilenemiyoruz diyelim, İran'ın İran'da uyguladığı mezhep ayrımcılığına nasıl dayanabiliyoruz? İran'da Sünni camilerinin tahrip edilmesine, Sünnilerin özgürce cuma namazı kılamamasına, her dinin ve mezhebin özgürce ibadet hakkını savunan bir ülkenin vatandaşları olarak duyarsız kalabilmemiz mümkün mü? Ya da sahabeye lanetler okunmasını, hakaret edilmesini, belki seküler kesim 'ifade özgürlüğü' olarak değerlendirebilir ama en azından muhafazakarlar böyle bir söylemin nasıl bir mezhep fitnesi çıkaracağını, nasıl bir tahrik barındırdığını takdir edebilir. Sahiden tüm bunlar ve yanına eklemlenen ayrımcılık, zorbalık, İslam coğrafyasında yapılan işkence ve katliamlara destek olmakla beraber düşünüldüğünde, bu kör mezhepçiliğin IŞİD gibi, El Kaide gibi terör örgütleri için nasıl hem tetikleyici hem de katalizör etkisi yaptığını düşünmek ne kadar zor olabilir ki?