Türk basını ve hükümet, Hakkâri’deki alçakça saldırının PKK tarafından yapıldığına çok çabuk karar verdi.
Nasıl bu kadar emin olabiliyorlar?
Hükümet üyeleri, BDP başkanlarıyla yapacakları görüşmeleri bu saldırıdan dolayı iptal ettiler.
Başbakan Erdoğan da, Çukurca’da mayın patladığında Ahmet Türk’le görüşmesini iptal etmişti, daha sonra o mayınların orduya ait olduğu anlaşılmıştı.
Hükümet, bu saldırı konusunda hemen karar vermek yerine sorumluları daha ciddi bir biçimde ararsa, yakın gelecekte yaşanması mümkün olan birçok alçakça saldırıyı baştan durdurabilir.
Ben, Reşadiye ve Dörtyol eylemlerinden bu yana PKK’ya fevkalade kuşkuyla bakıyorum.
Batman’daki dört değerli Kürt’ün ölümüne yol açan mayınlı saldırı da PKK’nın “kontrolsüz” işler yapabileceğini gösteriyor.
Ama bu son saldırıyı hemen PKK’nın üstüne yıkmak pek mümkün değil.
PKK, Dörtyol’u bile üstlendiği halde bu saldırıyı kesin bir şekilde reddediyor.
Üstelik, bu son saldırıda “devlet parmağından” kuşkulanmamız için epeyce kuvvetli nedenler var.
Birincisi olay yerinde bulunan “tuhaf” çantalar.
O çantalar, saldırıyı “iyi çocukların” yaptığını düşündürüyor insana.
Çantaların içinden çıkanlar da sanki özellikle “akıl karıştırmak” için hazırlanmış olduklarını düşündürüyor.
Hem askerî belgeler var, hem de Rus mayınları.
Ama benim “devlet görevlilerinden” kuşkulanmama neden olan, bu çantalar değil, onlar hedef saptırmak için de bırakılmış olabilir.
Asıl kuşkuyu yaratan çok daha ciddi ve henüz cevaplanmamış bir soru var ortada.
Bu insanları öldüren alçak, olay yerinin beş yüz metre ötesinde bekleyip, minibüsü gördükten sonra mayını uzaktan komutayla patlatıyor.
Bazı köylüler, patlamadan sonra “yedi kişinin” kaçtığını söylüyorlar.
Diyelim ki yanlış gördüler ya da olayı saptırıyorlar.
Ama mayın “uzaktan patlatıldığına” göre mutlaka “kaçan birisi” olması gerekiyor.
Mayını patlatan, patlama olur olmaz kaçmaya başlamış olmalı.
Bölgede saklanılabilecek bir orman yok, sığınılabilecek engebeli bir bölge de yok.
Saldırgan açık arazide kaçmak zorunda.
İşte kuşku veren nokta da burada.
Neden, bu saldırıdan sonra hemen bir operasyon yapılmadı?
Neden helikopterler “saldırganların” peşine düşmedi?
Neden bölgede “mayını patlatanı” bulmak için bir harekât düzenlenmedi?
Bütün bunlar, “devlet görevlilerinin” saldırganları yakalamak için “istekli” olmadıklarını gösteriyor.
O zaman da şunu sormak gerekiyor.
Niye suçluları yakalamak için bu kadar isteksiz davrandılar?
Olay yerinde bulunan çantalardan ziyade, suçluları yakalamak için gösterilen bu “isteksizlik” beni “devlet görevlileriyle” ilgili kuşkulara itiyor.
“Şemdinli” rezaleti, “iyi çocukların” bu tür cinayetler işleyebileceklerini bize daha önce de göstermişti, devletin içine yuvalanmış Ergenekon artıklarının “barışı” engellemek, ülkeyi bir kaosa sürüklemek için ellerinden geleni yapacağını biliyoruz.
Bu vahşi saldırıda kaybettiğimiz insanlar Kürtlerin içini yaktı ama bunun kadar derin bir acıyı uyandıran ise “sürekli olarak kandırıldıklarını” düşünmeleri.
Eğer birileri alçakça dokuz Kürt’ü öldürürse ve hükümet “asıl suçluyu” yakalamak için ciddi adımlar atmadan önce medyayla elele vererek, fazla bir kolaycılıkla hemen PKK’yı suçlarsa, devletin de hükümetin de Kürtleri öldürenleri yakalamak istemediklerini düşünür insanlar haklı olarak.
Hükümetin suçu hemen PKK’nın üstüne yıkmadan önce askerlere “neden saldırganların izlenmediğini, neden bir operasyon yapılmadığını” sorması gerekir.
Hükümet, bu kararlılığı göstermezse, gerçek suçluları ortaya çıkarmazsa bundan sonra böyle kışkırtmalar ve cinayetlere daha fazla rastlarız.
Ne zaman barışa yaklaşsak böyle alçakça saldırılarla karşılaşıyoruz.
Bu barış düşmanlarını ciddiyetle izleyip yakalamadığımız sürece barışı ele geçirmemiz güçleşir, barışın çevresine kandan ve ateşten bir çember çizilir ve bizim bu çemberi aşmamıza izin verilmez.
Ordu, “neden operasyon yapılmadığını” açıklamalı.
Hükümet de, BDP yöneticileriyle yapacağı görüşmeyi iptal edeceğine, tam aksine onlarla buluşup, bu olayı bir de onlardan dinlemeli.
Siz, dokuz Kürdü öldürenleri yakalamazsanız, Kürtleri bir haksızlığa kurban eder ve onların öfkesiyle güvensizliğini, tam da barış düşmanlarının istediği gibi, çoğaltırsınız.
Kürtlerin güvenini kazanmadan barış olamayacağını ve barışı ele geçiremeyen bir Türkiye’nin de bütün insanlarıyla birlikte tökezleyeceğini herkesin iyi bilmesi gerekir.
TARAF