İyelik zamiri meselesi tatlıya bağlandı

Biraz uzun kaçan teneffüsün ardından internette gezinirken dikkatimi çekti: İlk günün “Cumhurbaşkanım” krizinin ertesi gün tribünde aşılmış olmasını birçok yayın “'Cumhurbaşkanım'sorunu tatlıya bağlandı” haber başlığıyla duyurmuş.

İsterseniz önce bu “dil”e ilişkin birkaç laf edeyim:

Ülke medyasının hiçbir cumhurbaşkanı ya da cumhurbaşkanı adayının arkasına takılıp var gücüyle onu desteklemesini beklediğimiz filan yok. Ama insaf; gelişmelere dışarıdan bakacağım diyerek medyanın varlık nedeni olan “Haber” bu derece de şekerlendirilir ve hijyenik kılınır mı?

Demokrasilerin “Haber”e tanıdığı rol ve işlev bundan mı ibarettir? Pek güzel doğrusu; ortada demokrasi açısından açık bir ihlal var, ama ülke medyası hâlâ işin “tuzlusu ve tatlısı”nda...

Besbelli bir şey: Türkiye artık bu medya dilini de hak etmiyor; ülkenin artık pekâla taşıyıp-kaldırabileceği hale gelen “hakikat”in içinde bu “dil”e yer yok.

İstersiniz, çok uzun mevzuu olan bu “dil” meselesini kısa yoldan kapamak için Hürriyet'in Ankara temsilcisi'nin (Enis Berberoğlu) dünkü yazısında yer alan şu satırları da görmeyenlerin dikkatine sunayım:

“11'inci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Köşk'e rejim muhalifi olarak çıktı. Ama öyle kalmayacak. Çünkü önümüzdeki 7 yılda....”

Alıntının ilk cümlesine dikkat edin, gerisi önemli değil.

Temsilci ya ne dediğinin farkında değil, ya da biz kendisini gazeteci olarak bilsek de o aslında “rejim muhalifi” arayışına çıkmış bir “rejim bekçisi”.

“Rejim muhalifi” gibi baştan sona totaliter sistemlerin icadı bir terimi ülkenin anayasal demokrasi çerçevesinde seçilmiş bir cumhurbaşkanı için bu derece kolaylıkla kullanmak büyük bir sorumsuzluk örneği değil mi?

İşin doğrusunu hatırlatayım isterseniz: Demokrasilerde “rejim karşıtı” olmaz; bu sıfat totaliter sistemlerde akıntıya karşı çıkanlara yakıştırılan bir suçlamadır. Çünkü demokrasilerde bunun yerine “muhalefet ve muhalifler”den söz edilır.

Ama siz eğer Türkiye'nin -bugün hâlâ- eskinin artık duvarın altında kalmış “sistemler”inin mirascısı olduğu kanaatini taşıyorsanız o zaman iş başka tabii, “rejim karşıtı” terimini kullanabilirsiniz!

Neyse, biz dönelim tekrar sonunda “tatlıya bağlandığı” söylenen krize neden olan hitap tarzı konusuna:

Önceki gün bir gazeteci sormuş protokol işlerinden anlayan üç büyükelçi de cevaplamış. Büyükelçiler haklı olarak, kullanılmadığı için krize neden olan “Cumhurbaşkanım” hitabının tamamen bize mahsus bir “dil alışkanlığı” olduğunu söylüyorlar. Haklılar ama –bence- bir hususu ihmal ederek: Bu (ve benzer) hitap tarzları sadece bir “dil alışkanlığı”nın değil aynı zamanda bir “zihniyet alışkanlığı” ürünüdür.

Konuyu epeyce eski bir yazımda (“Kriz” çıkmadan!) hatırlatmıştım. Demokrasiler “Cumhurbaşkanım”, “Başbakanım”, ”Bakanım” ya da (artık bütün belediye başkanları için kullanıldığı gibi) “Başkanım” gibi hitaplara kapalıdır. Demokrasilerde bu hitap hiyerarşisi tam da tersine işler. Yani mesela bir cumhurbaşkanı, atadığı başbakana “Başbakanım” der. Makul, çünkü başbakan onun başbakanıdır. Yani kim kimin üzerindeyse, hitap edilen kişiye ilişkin iyelik zamirini (ya da “eki”) ancak o kullanabilir.

Peki bu sistim bizde niçin işlemiyor ve tam tersi “alışkanlıklar” hâlâ devam ediyor?

Nedenini tahmin etmek zor değil herhalde; çünkü, belli mevkilerde bulunanlara hitap etmeye niyetlenenlerin aklına hemen “Komutanım” geliyor da ondan...

Şöyle yani: “Sayın Başkan” diye hitap edilmesi bir belediye başkanını kesmiyor, illâki “Başkanım” denecek... Buradaki “Başkanım” “Sizi buraya biz seçtik” anlamanda değil tabii ki; tam tersine “Komutanım”ı hatırlatan bir şey....

Benzer şekilde bir “bakan”a “Sayın Bakan” denmesi neredeyse bir nezaketsizlik (ve haddini bilmemezlik) örneği. İllâki “Bakanım”, yani “Komutanım” denecek... Denecek ki, herkes haddini bilsin...

“Cumhurbaşkanım” hitabı da aynı şey... “Sayın Cumhurbaşkanı” (normal dönemlerden söz ediyoruz tabii ki) neredeyse bir hakaret.

Dolayısıyla ben 11. Cumhurbaşkanı'nın yerinde olsam, krize neden olan hitap tarzıyla tanıştıktan sonra şöyle bir açıklama yapardım: “Bu hitap tarzının şahsımı tanımama gibi bir kötü niyetten kaynaklandığını sanmıyorum. Ama madem ki başlattınız bundan sonra böyle gitsin. Ben bu makamda kaldığım sürece artık kimse bana 'Cumhurbaşkanım' demesin. 'Sayın Cumhurbaşkanı' yeter de artar bile. Ama işleyişin bir istisnası olduğu da unutulmasın: 'Başkomutanım' hitabı da oylayacak bir biçimde 'Sayın Başkomutan'a dönüştürülmesin!”

Yeni Şafak Gazetesi