Türkiye’deki siyaseti doğru anlamak ve yönünü şaşırmamak için her zaman işe yarayan pusulanız nedir diye sorsak çoğu kişi İdris Küçükömer’in “Düzenin Yabancılaşması" adlı eserinde vurguladığı “Türkiye’de sol diye bilinenler sağdır, sağ diye bilinenler sol” sözüne, tespitine atıf yapacaktır. Malum İttihat ve Terakki'den CHP'ye uzanan gelenek, asker-sivil bürokratik oligarşiyi temsil eder. Karşısında Serbest Fırka'dan başlayıp Demokrat Parti'ye ve sonrasına uzanan siyasi çizgi vardır ve Türkiye’yi yoksul halktan oluşan bu toplumsal sınıf ve siyasi hareket değiştirmiştir. Bugün de Türkiye’de sert bir siyasi iklim var ve zaman, yerel seçimden fazla bir anlam ve elektrik taşıyan 30 Mart’a doğru hızla ilerliyor. Lakin toplum değişti, siyaset değişti derken halk iradesini gasp edenlerin, vesayeti siyasete tercih edenlerin rengi değişse de sonuç değişmiyor. Peki neden? Ne oluyor?
Ünlü iktisatçı sivil düşünür İdris Küçükömer’in arkadaşı ve yayıncısı olan Yücel Yaman ile konuştuk. Türkiye’de bilişim sektörünün kurucularından olan Yaman 25 yıldır Türkiye’deki sosyal, ekonomik, siyasi ve coğrafi değişimleri harita üzerine işleyen İki Nokta Coğrafi Bilgi Bankası’nın sahibi.
Röportaj: FADİME ÖZKAN / STAR Gazetesi
Bugün yaşananları 30 Mart’a bağlayan da var, Ağustostaki cumhurbaşkanı seçimine bağlayan da. Yazık ki can kayıpları da oldu ve siyasi gerginliğin toplumsal karşılığı da var. Olanları neye yoruyorsunuz?
Sorunuza başka bir soruyla cevap vereyim. İlker Başbuğ Silivri’den tahliyesinin hemen ertesinde neden eylem alanına çıktı? Doğa ve siyasal iktidar ‘siklon’ kabul etmez. İktidar iddiasında olmak ‘siklon’u anında doldurmayı gerektirir bunu da en iyi kurmaylar bilir. Silivri’de toplumsal siyasal enerji kaybı oluyor, adaletsizlik yapılıyor diye üzülmeye gerek yoktur. İsraf olan bir değer yok. Türkiye’de siyaset zaten toplumsal değildir, bir hukuku da yoktur, hiç bir zaman da olmamıştır. Türkiye’de tarihte siyaset yapanlar halksız siyaset yapmışlar, iktidar da daha çok çete gibi çıkar ve düşünce birliği yapan fikir kulüpleri benzeri oluşumlar arasındaki kayıkçı kavgası sonucu belirlenmiştir. Halk bulunmaz bu kavgada. İki yüz yüzyıldır halka yasak alandır siyaset. Silivri tutukluları kurmaylar bu gerçeği en iyi bilenlerdir. Çünkü şu an soru sorarak konuştuğunuz kişi 1971’de 12 Martta Genel Kurmay Başkanı Faruk Gürler ile onun cumhurbaşkanı seçilmesine karşı olan 1. Ordu kararganının subayları arasındaki gizli çatışmalarda benzer bir hukuksuzluğa uğramış yüzlerce kişiden biridir. Yani tarih tekerrür ediyor.
BAŞBUĞ İTİRAF VE İLAN ETTİ
Ordudaki gelenek kırılmakta, dönüşmekte, demokratikleşmekte değil mi peki?
İlker Başbuğ Silivri’den çıkarken Mehmet Barlas’a bir demeç verdi, o demecinde 1838 Tanzimat Fermanı ile başlayan, neredeyse iki yüzyıl süren Türkiye’deki ilerici ve batıcı hareketin var oluş gerekçesinin tarihi bitişini de ilan etti. Neredeyse ilericiliğin, batıcılığın ve aydınlanmanın yeni tanımının yapılmasının zamanının geldiğini söyledi. ‘Güçlü bir burjuva ve orta sınıfı olmayan bir toplum’ olmaktan çıkıldığı itiraf etti. Bu beyan kendilerini Silivri’ye sokan siyasi güce kar gibi bir beyaz kâğıt uzatmak anlamına gelir.
Bunu açalım.
Doğu Perinçek’in ifadesiyle ‘kılıçların kınından çıkmış olması’ sembolik, boş bir sözdür. Toplumda onları Silivri’ye sokan siyasi iradenin siyaseten daha güçlü hale gelmesi daha çok ve daha geniş demokrasidir. Şimdi onlar gibi düşünmek, katılımı olmayan yukardancı bir demokrat ile gerçek demokrasinin önünü tıkamak Perinçek ve Başbuğ’ın ekmeğine yağ sürer. Silivri tutuklularının sert dili, siyasal iktidara işbirliği yapma önerisinin dolambaçlı bir türüdür. Kemalist dönem bitti. İktidar bu öneriye sıcak bakmayıp, kar gibi beyaz kâğıdı reddederek siyaseti halkla yapmanın ve demokratikleşmenin önünü tam olarak açmalıdır. Günün görevi budur. Siyasal iktidarı da kendi geleceği de buna bağlıdır. 1800’lerde bir paşa ile başlayan batılılaşma çemberi yine bir paşa eliyle, Başbuğ ile kapanmıştır. Askeri müdahelelerin zararlı olduğu da paşa ilan etmiştir.
BAŞBUĞ NÖBETİ GÜLEN’E TESLİM ETMİŞ
Askeri vesayetin etkinliği, AK Parti hükümetlerinin halkın iradesine sahip çıkması ve halkın kendisine verdiği yetkiyi kullanmasıyla kırıldı. Tamam, o çember kapandı ama görünen o ki bürokratik vesayet bitmiş değil?
O vesayet kolay kolay bitmez. Çünkü bu sorun batılılaşma ile soluduğumuz atmosfere katılan epistomolojik bir kaynakla ilgilidir. Çünkü Türkiyenin sadece ‘batıcı laik aydın’ı değil ‘müslüman aydın’ı da cuntacıdır. Şu anda nur topu gibi bir cuntamız daha doğmuştur. Bu cunta aynen askerler gibi parti kurmayan, hesap vermeyen, üye kabul etmeyen müslüman okumuşların emniyette, yargıda, kamuda, eğitimde ve başkaca kamu kurumlarında örgütlenmiş kadrolarıdır. Bu cunta, AKP’nin seçimlerde sandıktan aldığı siyasal gücü, kendine iktidar olma yolunda rakip olarak gördüğü TSK’yı tasfiyede kullanmıştır. Yani Başbuğ aslında cunta nöbetini Fethullah Gülen’e teslim etmiş durumdadır.
MÜSLÜMAN CUNTACILAR
Biri diğerini derdest etmiş olsa da ikisi de sonuçta sivil siyasi iktidara karşı konumlanmış durumda?
Eski vesayet askeri bir vesayetti ama tamamı askerlerden oluşmuyordu. Yargı, üniversiteler, basın bütün bürokratik alanlar eski asker sivil bürokrasinin gücü idi. Şimdi ‘müslüman cuntacılar’ eski cuntacılar kadar olmasa da eski batıcı laik cuntacıları hapse sokacak kadar güçlü olabilmişler bugün bunu anlıyoruz. Zekeriya Öz’ün beni kandırdığını düşünüyorum. Ama adamı kutluyorum da çaresiz.
Tarih içinde hiç bir zaman ‘birey’i olmamış bir toplumda kendimi büsbütün aptal yerine konmuş hissetmemek için de toplumdaki siyasal alternatiflerden ‘birey’i siyasete katan öneriler bekliyorum.
RESNELİ NİYAZİ MANTIĞI
Askeri vesayetle hukuk eliyle hesaplaşma davası olan Ergenekon/Balyoz gibi haklı davaların hukuksuzluklar içermesi nedeniyle bugün hükmen değilse de algı düzeyinde boşa düştüğünü görüyoruz. Bu durum bir sonuç mu sizce, baştan beri istenen hesaplanan bir şey mi?
Evet, baştan hesaplıydı. Eğer bu ‘islamcı cunta’ kendi değirmenine gizlice su taşıma kaygısı gütmemiş olsaydı, hukuk içinde yargılama yapsaydı her iki dava da sadece asker olan bu sanık kadrosuyla açılmazdı. Cuntayı sadece asker ayağıyla yargılamazdı. ‘Müslüman cunta’ kendisi için asıl tehlikeyi önce iktidarın yardımıyla ordudan temizledi. Sanıklarını epistomolojik olarak beyni kirlenmiş, ‘sandıktan yüzde 99 değil yüzde 100 oy çıksa bile iktidar olamazlar’ diyebilecek bilim adamlarından, basın mensuplarından, iş adamlarından, yargı temsilcilerinden seçseydi ve bu kesimlerin kararlı uç beylerini sanık sandalyesine oturtsaydı bu gün sonuç böyle olmazdı. Bu mantık Resneli Niyazi’nin Müslüman versiyonunun mantığıdır.
Tahliyelerin beraat gibi algılanması durumu da var?
Bunu ortalama bir vatandaş öyle anlar ama bir kurmay subay bilir ki cuntacılığın 200 yıllık dişi sökülmüş, ilericiliği ölçülebilir tartılabilir karşılaştırılabilir bir kritere bağlanmıştır. Kaç işçi çalıştırıyorsun. Ne kadar vergi veriyorsun. Katma değerin ne. Ne kadar üretiyorsun. Rakibin kim. Nerelere ve kimlere satıyorsun gibi...
ÜRETİMDE SÖZÜ OLMAYANIN SİYASETTE SÖZÜ OLMAZ
Darbe yeteneğini kaybetti mi yani 200 yıllık gelenek?
Hayır, o damar öyle kolay kurumaz. Toplumda değişir gibi görünen politik hava da kolay değişmez. Sadece tımar edildi. Daha ilginç bir şey söyleyim bu damarda eğer hızla ‘birey’ sivil bir bilinç kazanmaz ise iktidar partisine miras olarak geçer. Bunun belirtileri de var. Bunların tekrar tarih sahnesine çıkabilmesinin imkânı, milli geliri bilmem kaç milyon dolara gelmiş bir ülkede şimdilik umutsuz hatta yok. Üretimde yer sahibi olamayan bir yapının siyasi söz sahibi olabilmesini imkanı yok. Tabi burada ana muhalefet tam bu tarih çizgisinde çok önem taşıyor. CHP nin yeni misyonu burada oluşuyor. Dolayısıyla CHP ya hariçten gazel okuyan, memnuniyetsiz tatminsiz bir insan grubu olarak varlığını sürdürecek. Ya da üretimi artırmak, istihdami büyütmek konularında önerdiklerinin yanı sıra demokratikleşmenin önünü açmak gibi bir misyon üstlenecek. Tabi bu zor bir iş. Bu iş yapılmaz ise nöbette MHP var.
Yeni cunta ile eski cuntanın ortaklıkları şaşırtıcı değil mi peki? Ergenekon’un avukatıyım diyen CHP liderinin bugün Ergenekon’u yargılarken hukuksuzluklar yapan yeni cuntayla yan yana gelişi niyedir?
Bu güne kadarki tarihi gelişim sorunuzu haklı kılıyor ama CHP bu yolu tercih edemez. Eder ise biter, yerine MHP geçer. MHP bunu yapamayacağı için o tümden marjinalleşir. Ya da bu rolü CHP’den daha iyi oynayacağını göstermek zorundadır. Bu hal iki devletçi pozitivistin bir ipte oynaması halidir.
SEL SUYUNDA KADER ORTAKLIĞI
Peki, nedir bu birliktelik, neyin birlikteliği?
Kader birlikteliği. Sel alıp götürüyorken, selin ortasında sahipsiz yüzen bir meşe kütüğüyle selin kenarında kalmış çam kütüğü şimdi sel yatağında yan yana yüzüyorlar. Damarlarını kesseniz Atatürkçülük akan adamlarla damarlarını kesseniz Gülencilik akan adamlar bir arada olmazlar sanıyorsunuz. Ama bal gibi olurlar. Çaresizlik yan yana getirir. Şu an durum bu.
Mevcut şartlar, mevcut birliktelik ve zaruret hali onları birbirine göre şekillendirecek mi, politik olarak olgunlaştıracak mı sizce?
Bakın siyaset tarihte hiç olmadığı kadar ‘birey’ düzeyinde yapılır hale geldi. Bir taraftan Kürtler çok sesli oldu bir taraftan Türkler. Başbakan’ın da Kılıçdaroğlu’nun mitinglerde verdiği mesajlar doğrudan doğruya 75 milyon insanın insan olarak değerlerine, varlık sebeplerine dayanıyor. ‘Birey’i hedef alıyor, ‘birey’i tatmin etmeye çalışıyor. Kılıçdaroğlu, başbakan hırsız derken namus duygusu olan insana hitap ediyor. Başbakan ise meydandaki insanlara ‘ben senin yaşadığın şehri, hayatı değiştirecek somut işler yapıyorum, öneriyorum’ diyor. Bu yeni ‘bireysel siyasi’ güç AKP için yapılan ciddi yolsuzluk iddialarının da uzun dönemde ilacı. Sizin dediğiniz olgunlaşmanın olabilmesi için, CHP’nin siyasal özne olacak olan ‘birey’lere “biz sizin taleplerinizi global dünyanın gerçekleri içinde şu yolla karşılayacağız” diyebilmesi ile mümkün. Şehirli rasyonel siyasetine şiddetle ihtiyaç var. 75 milyonun kahir ekserisi artık şehirde.
Türkiye iç göçünü tamamlamış, göçecek olan göçmüş durumda. Artık siyaset yeni şehirlilerin talepleri üzerinden yürüyor diyorsunuz?
Tabi, artık yeni büyük şehirlerle birlikte ‘köy’ler ‘mahalle’ statüsünde. Bu, o köylerin yolları asfalt olacak, otobüsler, hizmet gelecek, sulak alanlar domates, bamya, hıyar fabrikası olacak demektir.
BAŞBAKAN, ATATÜRK’ÜN YAPTIĞINI YAPTI
Şehirli demek yeni talep demektir. AK Parti orta sınıfın taleplerini okuma-karşılama konusunda 12 yıllık bir tecrübeye sahip ama seçim arefesindeyiz ve yolsuzluk iddiaları havada uçuşuyor. Lakin iktidarın oyu düşmüyor, muhalefetin oyu artmıyor görünüyor. Bu nedendir?
Büyükşehir belediye sayısının 30'a çıkarılmasını herkes istiyor muydu? Mesala CHP? 57 milyon insan büyükşehirli olmayı istiyor muydu? 23 Ekim 1920’de bütün insanlar cumhuriyetin ilanını istiyorlar mıydı? Ama Mustafa Kemal gerekliliği gördü, şartları oluşturdu ve cumhuriyeti, istemeyenlere armağan etti. Bugün de AK Parti’de Recep Tayip Erdoğan “iç göçünü bitirmiş, şehir olmuş yerleri köyleriyle birlikte şehir olmaya mecbur bırakıyorum” dedi. Bunu CHP ve MHP’ye de armağan etti. Aynen cumhuriyet gibi. Bu ihtiyaca birisinin el koyması lazımdı. Erdoğan el koydu. Bunu Cumhuriyeti kuran, Mustafa Kemal’in partisi yapamadı, hala da olup biteni anlamış değil. Bu konuda yeni şeyler söyleme fırsatını imkanını çoktan kaçırdı. CHP büyük şehir seçimlerini kazanır ise başına düşen taşın büyüklüğünü o zaman anlayacak!
CHP PROVOKASYONU FARK ETMELİYDİ
Neden seçim kazandı diye taş düşmüş olsun ki CHP’nin başına?
Şehirli insanların demokratlaşmaya da ihtiyacı var. Bu ihtiyacı nasıl karşılayacaksınız? Bunu karşılayabilmek için Berkin’in ölümünü 19 yıl önce kendisi açık bir provokasyon olan Gazi olaylarının yıldönümüne denk getiren gücü fark etmesi gerekirdi. Bu olayı bu nedenle kendi içindeki ihtimaliyati dikkate alarak kuşku ile karşılamalıydı. Bu olay 19 yıl önce yine Okmeydanı’nda kahve basıp 70 yaşındaki adamı alnından vuran ve basının o fotoğrafı çekmesini sağlayan gücün marjinal kalmamak için giriştiği bir provokasyondu.
AYNI EYLEM CEYLAN NİÇİN NİYE YAPILMADI?
Buna itiraz edenler olacaktır?
Böyle düşünmemem için örneğin aynı duyarlılığın Şırnak’ta paramparça edilen Ceylan Önkol adlı kız için de aynı duyarlılığın gösterilmesini görmem şarttır. Bu nedenle demokrasi bir ihtiyaçtır, o tepkili uğurlama iyi ki yapıldı ama demokrasi isteğiniz gerçekse o mitingin Ceylan için de yapılmış olması gerekirdi, o zaman yapanları ciddiye almamak mümkün olmazdı. Yapılmadı. Yapılmamış ise sizin ‘hukukun üstünlüğü’ kavramınızın içi boştur. ‘Kuvvetler ayrılığı’ kavramınızın da içi boştur. Hürriyet demenizin anlamı yoktur. Şimdi yeni dönemde hem ‘Kürt Müslüman’, hem ‘Türk Müslüman’, ‘Türk rasyonal birey’ hem ‘Kürt rasyonel birey’ aralarında üretimden gelen güçlerini ölçerek kendilerine sosyal demokrat, liberal, sosyalist, kapitalist, komünist gibi sıfatları beğenerek seçecekler. Eski politik kalıpları atıp bu kalıpların içini doldurmaya geldi sıra.
PERİNÇEK BİLE KABUL ETTİ
O toplumsal model nerede, ne zaman, nasıl kurulacak?
Geçen 21 Mart Nevroz’unda gerçekleşen Yeni Amasya Kongresi ittifakı ile bir yıl önce oldu bile. Türkiye insanlık aleminde nasıl yer alacak, batılılaşarak mı yoksa kendi özelliklerini rasyonalize etmiş ve global dünyada yer almış bir toplum olarak mı? Şimdi Yeni Türkiye’nin, Türklerin Kürtlerin ortak ana sorunu budur. 200 yıl sonra batılılaşmada da gelip dayandığımız nokta budur. Artık Türkiyede her görüş tartışılabilir.
Doğu Perinçek tahliye olurken bu gerçeği aynı safta bulunan güçleri ‘İşçi partisi ile Ordu’ diye tanımlayıp veciz bir biçimde ifade etti. Yani köylüleri köyünde tutamadığını, onların artık hem gerçek kapitalist hem gerçek şehirli olduğunu kabullenmek zorunda kaldı. Tabi ‘işçi’ ve ‘ordu’ kavramlarının içini doldurabilir ise.
Kendilerinin ‘burjuva’ olduğunun tanımını kuruluşundan 40 yıl sonra Murat Belge ile Ahmet İnsel’e yaptıran TÜSİAD dışında artık Türkiye’nin burjuvası olmaya aday yeni güçleri de var. Onlar da hesaba katılacak.
İşçi sınıfını güdümüne sokup, sendikaları ‘çek of’ sistemi ile iğdiş edecek, beklentileri olmayan üretimden gelen gücünü kullanacak usta işçiler tanıyacağız yeni dönemde. Yeni dönemin işçileri devletin işçisi olmayacak, şimdilik bu kadar söylenebilir.
Bunlar şehirleşmenin, değişmenin, demokratikleşmenin neticesi mi?
Son dakikada Mardin ve Van’ın da Büyükşehir statüsüne alınmasına Kürtler ve Bereketli Hilal insanları adına inanın çok sevindim. 30 büyük şehirde 60 milyon şehirli... Global dünya ile bütünleşmeye zorlanan yeni insanlar... Belki 25 bin civarında bir zamanlar Mahmut Makal’ın “Bizim Köyü”nun ‘köylü’leri artık ‘şehirli’ gibi yaşayacaklar. Ceplerinde telefonları ve internet bağlantıları ile... Ürettikleri ürünleri global dünya pazarlarında... Sovyetik ve askeri kurtarıcılarına ihtiyaç duymayan 60 milyon ‘birey’in yaşadığı yeni bir Türkiye. Yeni dönemde ‘liberal’ olmak da zor, ‘müslüman’ olmak da, ‘komünist’ olmak da ‘sosyal demokrat’ olmak da ‘sosyalist’ olmak da. Zaten kabızlık da burada. Bunu en çok komünistler görüyor. Yeni bir Lenin yok. Şemsiye yok.
TÜRK AYDINI VE ANGRY BİRDS
Türkiye’de toplum değişiyor, siyaset değişiyor ve iki yüz yıllık hikâye sonlanıyor, çember kapanıyor. Lakin bu hikayede belirleyici olan siyasetçilerden çok, “bu toplum benim üstün aklımla yönetilecek” diyen aydınlardı. Aydınların serencamı nasıldır?
Türkiye’de ‘aydın’ ‘üretimi’ bilmez. Üreten bir sınıfın ihtiyaç duyduğu kültürü geliştirmek ve iktidarını sürdürecek ideolojik yenilikleri üretecek bir misyonu bu sebeple zaten olmamıştır, ithal etmiştir. Zaten üretimi yapanlar yani ‘burjuvalar’ (!) da askeri bürokratik vesayetin denetimini gönüllü kabullenmişlerdi. Bu nedenle ‘kapitalist de bürokratikleşmiş’ti. Çünkü memletin ne kadar kapitaliste ihtiyacı olacağını da paşalar belirlerlerdi. Artık paşalar belirleyemeyecekler. Çünkü müdahale bin yıl değil 13 yıl sürdü. Bu olumsuz tarihi özellikler Türkiyede aydının aydın oluşunu sağlayan epistomolojik kirlenme sonucu ortaya çıkmıştır. Şimdi bu gerçek artık üstü örtülemeyeçek kadar barizdir. Her okuryazar olana ‘gel benim aydınım ol’ diye çağrı yapmaktadır. 18. yüzyılın başında makinenin insanla toplum arasındaki ilişkilerdeki rolünü anlayamayan ‘aydın’ bugün de ‘bilgi çağı’nı anlamamıştır. Eğer anlamış olsaydı Başbakanının İskandinav ülkelerine yaptığı ziyarette Angr Birds oyununu üreten şirkete gidince iki yüzyıl önce Büyük Reşit Paşa’nın yapacağı türden bir konuşmayı Başbakanına o ülkede yaptırmazdı. Üstelik adı Fatih olan bir proje de avuç açtırmazdı.
Ya da Twitter ve Facebook gibi digital alanlarda ışık hızındaki haberleşmeyi rasyoel olmak isyeyen bir Türk ve Kürt’ün veya her ikisinin ‘müslümanın farkllılıkları’nın global dünyada her isteyenin fark etmesini sağlayacak biçimde bir ürüne dönüştürürdü. Bu ürünü de Twitter ve Facebook’a rakip olarak piyasaya sürerdi.
‘Aydın’ın günahını anlatıyorsunuz?
‘Aydın’, ‘iktidar’ ve ‘bilgi çağı’ zaten Türkiye’nin trajedisinin can alıcı adresidir. ‘İşletim sistemi’ ve ‘donanım’ı fetişize eden ‘aydın’ ile buhar ve elektrik gücünü algılayamayan iki yüz yıl önceki ‘aydın’ aynı ‘aydın’dır... ‘Bilgi Çağı’ demek ‘işletim sistemi’ ve ‘donanım’ değildir... ‘Data’ bile değildir. ‘Knowlodge’dir ‘bilgi çağı’... ‘Knowlodge’ bir alettir, kaldıraçtır, kerpetendir... TIR’dır. Torna tezgâhıdır... ‘Knowlodge’yi Türkiye bu kadar büyük yatırımlardan sonra bile üretememektedir. Çünkü ‘aydın’ kendisi için aydın değildir ve poroblematiği de ‘kendisi için kendisi olmak’ değildir. Türkiye’de ‘bilgi çağı’ uygulamaları devletin gücünü artırıcı bir misyona sahiptir. AK Parti’nin en büyük yanlışı budur. ‘Bilgi çağı’nı uyarlayan ‘aydın’ da ‘e-birey’ yaratacak uygulamalar yerine ‘e-devlet’e onun güçlenmesine, merkezi antidemokratik ve resmi yapısını sürmesine aracılık edecek eski Türkiye’nin gücünü aldığı epistomolojik kirliliği devam ettirecek işler yapmaktadır. ‘Bilgi Çağı’nı bir fırsat olarak görememektedir.
İçerik hazırlamak da ve uygulamada tekniğin hızına yetişmekten bahsediyorsunuz. Kullanan kişiler açısından hazırlanmak çok daha uzun zaman isteyen, daha güç bir şey değil mi?
Hayır değil. Bir kez alt yapıyı kurduktan sonra kendini sürdürebilecek bir standart alt yapıdan ve veri tabanı sisteminden söz ediyorum. Bundan beş yıl önce internet kullanan insan sayısı 5 milyondu bugün 40 milyon. 40 milyon insana internet sağlamakla işbitmiyor. Bu internet alyapısında interkativiteyi sağlamak, karşılaştırılabilir, ölçülebilir ve optimizasyon yapabilmenin şartlarına hazırlayacak bilgiyi kullanıcılara sunman lazım, bunu nasıl kullanacağını da insanlarına öğretmen lazım. Adam ihracat yapacaksa o evrensel kavramları kullanabilmeli. Şu bardağın alacağı çay belli. Bu camın yapıldığı silüsyum miktarı belli, camın transparanlığı belli. Bu nitelikleri başka bir bardağın nitelikleri ile karşılaştıracak kodlar lazım. Bunlarla bir data knowlodge olur. Dolayısıyla bunu kodlayıp internete yüklediğinde bu bardağı almak isteyen bir Angolalı, bir Koreli bu kodu girer, üreteni görür, değerlendirir ve talep internetten önüne gelir.
İNTERNETTE BOŞA GÜLLE ATIŞI
İnternet medyası, sosyal medya üzerinden yayılan yürüyen algı operasyonlarının insanlar üzerinde bu kadar etkili olmasının sebebi de bu fırsatın iyi kullanılamaması mı?
Hayır... Çerez gibi, dedikodu gibi, basit ve sıradan tüketim ihtiyacını karşılaması ilk sonuç. İkincisi ise daha derin ve nitelikli bilgi... Bu tür bilgi Türkiye’de çok yaygın değil. Buradaki zaafımız dolayısıyla bizim ‘bilgi çağı’ uygulamalarımız yontma taş devri dönemini yaşıyor. Bilgi teknolojisini bilginin kendisi sanıyor. Fatih Sultan Mehmet’in Macar ustaya döktürdüğü toplar gibi bir güçlü topun yok şu anda. Olabilir. Ama asıl olan metal döküm ürünü topun kendisi değil. İçine konan barut ve atış yapılırken hedefin net belirlenmesi ve güllenin sinüs cosünüslerinin iyi hesaplanarak hedefe isabet edecek atışın yapılması. Macar topçu topu döktü, ama isabetli atış başka bir bilgi birikimi idi. İnsanlar internet kullanıyor ama nasıl? Selam, nasılsın, gözlerinden öperim falan. Boşa gülle atışı yapılıyor. Bilgisayar kullanımı bu değil.
HASAN CEMAL, CENGİZ ÇANDAR SİVİLİM DEMESİN
İşin provakatif taraflarından bağımsız olarak soruyorum: Eski şehirliler ya da yeni şehirlilerin okumuş yazmış çocukları, genç, şehirli, öfkeli ama talepkar bir kitle halinde Gezi’de meydanlara çıktı. Toplumu değiştiren AK Parti, toplumun yeni şehirleşen, merkeze yaklaşan kesiminin taleplerini daha doğru anlıyor ve karşılıyorken Gezi’de görünür olan toplum kesimlerini anlamakta mı zorlandı, ne oldu orada?
O zaman ‘bilgi çağı’ konusunda verdiğimiz bilgiler ışığında şunu sormamız lazım: Bu olayı bilgi çağının insanının ihtiyaçları doğrultusunda bu şekilde okuyan var mı? Türk toplumunda bunu eski Türkiye’nin temsilcilerinden hiç biri doğru okuyamadı. Komünistler, Ak Parti, CHP, vs. doğru okuyamadı. Türkiye’de sivil olsaydı, bağımsız birey olsaydı, onlar okurdu. Zaten olayı da yaratanlar da, resmen var olmayan, varlıkları bilinmeyen kendilerini, yaşadıkları İstanbul metropolünün Taksim Parkı’ndaki kesilecek çınar ağaçları ile bütünleştiren sessiz yeni İstanbullular başlattı. Bizim gecekonduların çocukları. ‘Çınarlar benim elim kolum ve bacağımdır’ dedi. Bu tepki başka tür bir sivilliktir. Gerçek sivilliktir. Türkiye bu sivilliği bilmez. Çünkü onların STK’sı var. Dolayısıyla Cengiz Çandar, Hasan Cemal ben liberalim falan demesinler.
Niye demesinler?
Bir insanın Liberal, Sosyalist, Kapitalist, Komünist olabilmesi için önce toplumun sivil olması lazım. Türkiye de ise sivil hiç olmadı. Daha düne kadar cuntacı, dedesi bile cuntacı, ama o bugün ‘sivilim’ diyor bir ünlü gazeteci. Nasıl sivil olabilirsin?
Dedesinin cuntacı olması onun cuntacı olduğunu göstermez ama?
Tamam, başına kakmıyorum ama şu var. Hasan Cemal’in sivil olabilmesi için aynen 12 Eylül’de Evren ve arkadaşlarından hesap sorulduğu gibi bizzat Hasan Cemal’in Kenan Evren’in yargılanmasını istediği gibi kendisi de ignore etmesi lazım. ‘Ey Savcılar ben 9 Mart 1971 olaylarının, darbe girişiminin teşvikçisi oldum, vicdanen rahatlamak istiyorum’ demesi, yargılanmayı istemesi lazım. Beraat etsin, sivilliği hak etsin, ardından liberal olsun. Başımızın üstüne. Kendi kendisinin hem savcısı, hem hakimi, hem avukatı olup geçiştirmekle sivil ve aydın da olunmuyor, gazeteci de. Olunur ise bu kez ‘gazete’ kavramı rencide oluyor.
BURASI ÇANDAROĞLU BEYLİĞİ DEĞİL
Ya Cengiz Çandar?
O da olmaz. Kendisini Çandaroğlu beyliğinde mi sanıyor? Kendini Çandaroğlu Beyliğinin beyi, Cemal Paşa’nın torunu sanmayan, gecekondularında yaşarken okumuş, Gezi çınarlarını yaşadığı şehrin malı, parçası sanan, bu duygusunu kimliği ile bütünleştiren, bu bütünleşme sonucu kesilmeye aday Taksim Çınarı’nın dallarını kendi kolu, bacağı gibi gören, cadde sokaklardaki bütün taşların yere sıkıca bağlandığı halde saldırganların serbetçe dolaştığı bir metropolde onlar gerçek İstanbullulardı. İstanbul İstanbul olalı da bunlar gibi İstanbullu da görülmemişti.
Çandar’ın veya Cemal’ın hayatlarında kırdıkları ceviz kırkı geçmişken, insanlara cuntalardan cunta beğendirdikleri dönemi ne çabuk unuttular. Her yenilgileri onları bir hacı yatmaz duyarsızlığı ile tanıştırdı. Hangi sivil toplum bu kadar large, bonkör, sorumsuz, hukuksuz olabilir. Hangi kişinin çevresi arkadaşlarının yanlışları karşısında bu kadar uzun suskun kalabilir? Sivil toplum hukukun üstünlüğünün kuvvetler ayrılığının, öyle yukardan “ben yaptım oldu” diyememenin yıllar içinde biriken ilişkilerin adıdır. Sivillikte herkes ve her meslek hem haddini hem meslek kurallarını bilir. Kunduracı da meslek içi kurallarını bilir, gazeteci de. Bilmezse pabucu dama atılır. Bu kadar yanlışa, uçtan uca savrulmaya, Hasan Cemal mi dayanır idi gazetecilikte Cengiz Çandar mı? 68’lilik işte öyle bir ruh hali idi. Bu iki ünlü gazeteci yerine geçecek birçok 68’li sırada bekliyordu. Tabi birinin dedesi Cemal Paşa, hamisi de Doğan Avcıoğlu olmasa idi. Tabi bir de halaskar yetiştiren SBF’lilikleri. Sivil toplum, içinde insan ilişkileri hireyarşisi yıllar içinde damıtıla damıtıla oluşur. Hukukunu yaratır. Oluşan nitelikler dışında özel konumları da beş para etmez. Sivillik gücünü gerçek hayattan, kıyasıya rebaketten alır.
TÜRKİYE’DE SOL YOK ÇÜNKÜ SİVİL YOK
Siz sivilliğin farkına ne zaman vardınız?
Sivilliğin ne olduğunu İdris Küçükömer’den öğrendiğim zaman. Türkiye İşçi Partiliydim. 12 Mart dönemi. Beni işkenceye aldıklarında benim partim beni buradan kurtarır diyordum. Ama unuttu benim partim beni orada. Parti değilmiş. Aybar sonrasında küçük bir Sovyetik kulüp halini alarak parti olmadığını, devrim yapmayı ya Atatürk ile ya da Lenin ile başarabileceklerini sanan bir ekip/çete karışığı imiş...
Peki, bugün var mı Türkiye’de sol muhalefet?
Yok. Olmadığını test edebilirsiniz de. Kendisi yok, karşıtı üzerinden varmış gibi görünüyor. Görünenlerin meşru bir rasyonalitesi yok. Tezleri yok. Zaten Türkiye’de aydının bir üretimi yok.
KÜRT MESELESİNDE İSLAM ENTERNASYONALİZMİ
Buradan Kürt meselesine ve çözüme geçmek istiyorum.
Tam anlamıyla bir işçi enternasyonolizmine karşı ‘İslam enternasyonalizmi’ yaşanıyor şimdi. Şu anda yaşanan Türk Müslümanlarla Kürt Müslümanların ittifakı. 22 Haziran 1920 Amasya Tamimi noktasına tekrar geri döndük yıllar sonra. Şu anda başlangıç noktasındayız. Mustafa Kemal Samsun sonrasında sığınabileceği yere Amasya gitmiş ve Kürtleri de çağırmış. Konuşmuşlar gibi. Yaşanan budur. Geçmişte yaşanan kayıplar tarafların ideolojik alışkanlıklarındandı. Türkiye’yi ‘halaskar’ ordumuz temsil ediyordu. O dönem bitti. Kürtleri ‘halaskar Kürt komünistleri’ temsil ediyordu, Geçen yıl Nevruzu’ndan sonra bu da bitti. Onca ölüye rağmen toplum terörize olmadı. Bunu anlamak ve taçlandırabilmek için bu çözüme ‘Müslüman enternasyolizmi’ demek lazım. Bunu böyle görmeyen insan nankördür.
ERTUĞRUL KÜRKÇÜ BU KEZ DE İLLA KÜRTLERİ KURTARACAK!
Kimler görmüyor?
Devletin ezberleri olduğu gibi Kürtlerin de ezberleri var. Kolay mı şimdi öyle Ertuğrul Kürkçü’nün Müslüman Kürtmüş gibi davranarak, kurtaramadığı Türk halkının yerine Kürt halkını kurtarmayla yetinmesi. Milletvekilliği bile bu acı hapı yutmasına yetmez. İlla kurtaracak adam. Anasından kurtarmak için doğmuş. Hangi halkı kurtaracak önemli değil ki. Eğer buradaki kurtarıcılığı tatmin etmez ise Angola’yı Zozo kabilesini de kurtarabilir.
Kurtarabilir mi peki?
Kendi kimliği olmayan adam mı kurtaracak? Abdullah Öcalan diyor ki “Müslüman Kürt olacaksın Ey Ertuğrul”. O da oluyor. “Tamam abi” diyor.