'Demokrasinin Türkiye Sorunu' gibi son derece ironik bir başlıkla tertiplenen 34. Abant Platformu siyasal literatürümüze yepyeni kavramlar, orijinal mücadele konseptleri kazandırma cehdinden hiçbir şey eksiltmeden toplanmaya devam ediyor. Kameralara yansıyan yüz ifadeleri, ses tonları ve önermeler 120 katılımcıyla toplanan son Abant Platformu’nun belki de morallerin yerlerde sürünmesi bakımından biricik özelliğini işaretlemekteydi.
Demokrasinin ne kadar Türkiye sorunu var doğrusu pek bir bilgi sahibi değilim. Ancak Türkiye’nin ölümcül düzeyde aydın-akademisyen sorunu olduğundan şüphe duyulmaz sanırım.
Çok farklı düzeylerde karşımıza dikilen ve aydınlar-akademisyenler marifetiyle kamuoyuna dikte edilen hegemonik söylemin son merkez üssüyse Abant Platformu’nun tertiplediği toplantısı oldu. İktidarı belirleyememenin verdiği öfke açık bir biçimde siyasete düşmanlık ve topluma isnat edilen telafi edilemez kabahatlerle birleşince derin bir umutsuzluğa dönüşüyordu.
Sandığa Âşık, Sonucuna Düşman Demokrat
Uzun yıllar boyunca verdiği derslerle, yazdığı makale ve kitaplarla gerek entelektüel düzeyde gerekse siyasal-toplumsal sorunların çözümüne katkı düzeyinde öne çıkmış kimi isimlerin ne kadar yüzeysel, tutarsız ve de oportünist karaktere sahip olduğuna şahit olmaktan fazlasıyla bıktık. Ama gelin görün ki her yeni gelişmede Türkiye’deki aydın-akademisyen sınıfının sıkıntıları çözmek üzere önayak olmak bir tarafa bizatihi krizleri derinleştiren, yaygınlaştıran karakterinin yol açtığı sıkıntılara bigâne kalmak mümkün olmuyor.
Bütün olan bitenlere rağmen Fethullah Gülen’e bağlı kadro ve kurumların sol-sosyalist, liberal, Kürtçü, eski İslamcı, Kemalist, Alevi kimlikli aktörleri belirli bir hedefe doğru seferber edebilme yeteneklerini göz ardı etmemeli. Kıyıda kenarda kalmış, siyasetten tasfiye edilmiş, beklentilerine karşılık bulamamış, yüksek düzeyli siyasi veya sosyal hedeflerine ulaşamamış ve her biri bir diğerinden farklı tipleri ortak bir hedefe yöneltmek, uyumlu bir muhalif duruş imajı vermek azımsanacak bir maharet değil. Her ne kadar bu tip bir ilişki düzeninde kazan-kazan ya da daha doğru ifadeyle kullan-kullan ilişkisi esas alınmış olsa da yine de bu organizasyon kabiliyetini doğru çözümlemeye odaklanmakta zarar yok, fayda var.
Abant’ta ‘Demokrasinin Türkiye Sorunu’ başlığıyla düzenlenen bir dizi toplantıda ‘demokratik ve çoğulcu çözümler’ arayışı sadedinde dile getirilen trajikomik tekliflerden bir kaçına temas edince demokrasi ve çözümden ne anlaşıldığı da net olarak ortaya çıkar. Mesela ilk olarak Abant’ın bu sene ki en ağır topu olarak sahne alan Baskın Oran hocaya bakalım. Mülkiye’nin efsane hocalarından Baskın Oran şöyle söylüyor: “Türkiye acı çektikçe aşılanıyor. Askeri darbeyle gelen kötülükle mücadele etmeyi öğrendik. Şimdi sandıktan çıkan kötülükle mücadele etmeyi öğreniyoruz.” Çok net bir benzeştirme yapıyor Baskın hoca; askeri darbeyle gelen kötülük ve sandık sonuçlarıyla gelen kötülük. Baskın bey ve benzeri aydınlanmış-ilerlemeci demokratlara düşen vazife nedir bu durumda? Elbette sandıktan çıkan kötü sonucu sandıkla değiştiremeyeceğine göre sandık dışı yöntemlere daha sıkı sıkıya sarılmak olacaktır.
Baskın hoca her ne kadar rasyonalite ve deneye önem veren bir adamsa da ideolojik saplantılar kimi gerçekleri kabule müsaade etmiyor. Çünkü ona göre yan yana durdukları bütün ideoloji, sınıf, renk ve sesleri ancak ve ancak “Erdoğan'ın yaptığı kötülük birleştiriyor.” Basit, açık ve net bir itiraf yapıyor hoca. Erdoğan’a düşmanlık yoksa ne kendisinin ne de safları sıklaştırmaya soyundukları adamların bir kıymet-i harbiyesi var.
Halka Dayalı Vesayet
1970’li yıllarda topluma özellikle üniversite gençliğine Stalinist ve Maocu örgütlenme mantığı taşımış ve belirli bir evreden sonra Helsinki Yurttaşlar Cemiyeti gibi kurumlar vesilesiyle hidayete erip liberal-demokrat pozlarına soyunmuş Murat Belge ve Şahin Alpay da Baskın Oran’dan geri kalmamışlar. ‘Komik ama gerçek’ kabilinden kimi beyanlarına salonda yerlerde sürünen heyecan ve morale katkı sağlamış mıdır bilemiyoruz ama kayıtlara geçirmekte fayda olur.
Şahin Alpay’a göre de “karşımıza askere dayalı vesayet düzeni yerine halka dayalı, seçmene dayalı bir vesayet düzeni” çıkmış durumda. Şimdiki zaman “halka dayalı, seçmene dayalı vesayet düzeniyle mücadeleyi öğreneceğimiz” zamandır. Neden böyle sorusunun cevabını Murat Belge’den alıyoruz: “Toplumun kendini savunma kültür ve bilinci yok. Böyle bir tarihten gelen toplumun kendi kendine bir demokratik siyasi gelenek yaratması çok zor.” Bu bilinç ve kültürü toplum kendi kendine üretemeyeceğine göre ona dışarıdan organ nakleder gibi nakledeceğiz deniliyor özetle.
Fakat burada atlanmaması gereken çok hoş bir tespit de yapıyor Murat Belge. Hem kendisini hem de içinde bulunduğu çevrelerin ruh halini tasvir ederken Belge’nin “Sürekli bir sinir bozukluğu yaşıyoruz” gibi bir cümle kurması dikkatlerden kaçmasın. Sinir bozukluğu ve gerilimden kendilerini kurtaracak etkili strateji ‘mizah’ta buluyor oluşu da son derece sevindirici sayılmalıdır.
İran hesabına HDP’de istihdam edilen, Fethullah Gülen kadroları tarafından da Acem Uşakları’ndan sayılan biri “Gülerken bile her birimizin yüzünde bir endişe, bir karamsarlık seziyorum” derken müttefiklerinin sinir bozukluğuyla malul ruh halini teyit ediyordu. Bir diğeri hayata geçirilemeyen darbe dolayısıyla “ordunun sessiz desteği ile AKP'nin sivil darbesi”ne havale ediyordu mevcut tabloyu. Alevi kontenjanından bir dönem milletvekili de yapılan bir romancı iyiden iyiye kaybetmiş görünüyor ümitlerini: “Işığı görünmeyen bir tünelde gibiyiz”. Çankaya Köşkü’nün eski bir danışmanı çözümü eğitim yoluyla “sonraki nesillere” intikal ettirmiş durumda. Finalde ise futbolun şampiyonluk kupasını bir yerlere sokma hevesiyle şöhret kazanmış edepsiz adamın seçim korkusu zirveyi işaretliyordu: “Erken seçime gidilse AKP yüzde 55 alacak görünüyor. Buradan demokrasi çıkmaz”
Putlarını yemek üzere nasıl da hırsla yarışıyorlar, değil mi?