Bir Aydın Bataklığı Olarak Suriye
Kenan ALPAY
Suriye’de Esed-Baas rejimi eliyle işlenen vahşetin insanlığa maliyeti giderek artıyor. Haber ve yorumlar dikkat çekici bir biçimde Suriye’de yaşanan insanlık dramından daha çok uluslar arası dengelerin gidişatı üzerine yoğunlaşıyor. Garip olansa bu diplomatik-stratejik ilginin işi sadece diplomatik analiz olanlarla sınırlı kalmamasıdır. Ne yazık ki pragmatik hesaplar üzerine kurulan diplomatik-stratejik çözümleme hastalığı adalet ve merhamet hisleriyle dolup taşması gereken Müslüman aydın ve entelektüeller arasında da pek revaçta.
Suriye’de yarım asırdır hüküm süren Baas-Esed cuntası katliam, işkence, yıkım ve yolsuzlukla maruf tipik bir halk düşmanı ulus devlet değil mi? Halkın Beşşar Esed’in başında olduğu ve babası katil Hafız Esed’den devraldığı eli kanlı rejime tahammül etmesi için sunulacak hiçbir ahlaki ve siyasi gerekçe bulunmuyor. Bu zalim rejimi devirmek Suriye halkı için hem onurlu hem de vacip bir eylemdir. Suriye halkının Baas şebekesine karşı giriştiği savaşı desteklemek de sadece onurlu değil aynı zamanda vacip düzeyinde bir salih ameldir.
İtinayla Vahşet Gizlenir, Sanal Korku Büyütülür
Arka arkaya bir takım rakamlar ve doğruluğu şüpheli bazı haberler sıralayarak küresel stratejik hesapları deşifre etme iddiasında bulunmak artık daha kolay. Tunus, Mısır ve Libya’dan sonra Suriye’de de yaşanan halk intifadalarını kirletip itibarsızlaştırmak için yapılıp edilenlere şöyle bir bakınca tam da bahsi geçen küresel stratejik hesapları deşifre etme iddiasındaki “külyutmaz aydın tipi” karşımıza çıkmaktadır.
Bir kehanet ve fütüroloji bağlamında adeta bir erken uyarı sistemi gibi şöyle sözler söyleniyor: ABD, AB ve İsrail’in orta doğuya yönelik gizli saklı hesapları, ustalıkla kamufle edilmiş sinsi tuzakları, post-modern sömürgecilik siyasetiyle başımıza örülmek istenen çoraplar varmış vs. Mesele halkın despotik iktidarlara başkaldırması kadar basit bir mesele değilmiş. Çünkü olup bitenlerin arkasında başka şeyler varmış.
Orta doğuda yaşanan intifadalara Atasoy Müftüoğlu’ndan, İbrahim Karagül’e, Akif Emre’den Ali Bulaç’a değin pek çok isim hep bu bağlamda yaklaştılar. Bu paradigma üzerinden sözde çözümlemelere girişildi. Maalesef Ali Bulaç’ın en son kaleme aldığı (10 Aralık, Zaman) Suriye yazısı ise bu müflis paradigmanın en tipik örneklerinden biri olarak tarihe kaydoluyordu. Esasen Ali Bulaç, 15 Mart 2011’den bugüne yani tam 22 aydır Esed/Baas katliamlarını önemsizleştirmek ve gelecekte ama daha korkunç tecelli edece tehlikelere dikkat çekmekle meşguldü.
Ali Bulaç’ın “Melikler Suriye’ye Girecek mi?” başlıklı yazısı 22 aydır kamuoyuna ihsas etmeye çalıştığı çarpık mantığın zirvesinden başka bir şey değildi. Mesaj birkaç noktada odaklanıyor: 1-Esed/Baas katliamlarına değil şaibeli haberler üzerinden Suriye’de gerçekleşecek ABD, İsrail, Türkiye ve Suudi Arabistan işgaline odaklanmaya davet. 2- Bu muhtemel işgal bağlamında yaşanacak yıkımlar, etnik ve mezhebi çatışmalar neticesinde içine yuvarlanacağımız bitimsiz kaos. 3- Irak’ta katliamlar yaşanırken sesi-soluğu çıkmayan AK Parti hükümetinin Suriye meselesinde oynamış olduğu öncü rolden duyulan derin şüphe.
Baas Rejimi Beraberinde Kimleri Batıracak?
Ali Bulaç’ın, Suriye’de yaşanan vahşetin birinci dereceden sorumlusu Esed/Baas rejimini lanetleyen bir cümlesini okuyan var mı? Esed/Baas cuntasını Suriye halkına karşı silahla, parayla, diplomasiyle, istihbaratla destekleyip katliamlara ortak olan Rusya ve İran’la alakalı Bulaç’ın olumsuz bir cümle kurduğuna şahit olan var mı? Çoluğu çocuğu katledilen, şehirleri kasabaları başlarına yıkılan, evini köyünü terke zorlanan Suriye halkının halkı mücadelesini Allah rızası için desteklemek gerektiğine dair bir cümlesini okuyan oldu mu?