İtikadi açıdan sorunlu yapılar kendi kendilerini bitirirler: 15 Temmuz

Taha Kılınç, 15 Temmuz darbe girişiminin arkasında mantığı sorguluyor.

Taha Kılınç / Yeni Şafak

15 Temmuz dersleri

Kartal Anadolu İmam-Hatip Lisesi’nde ortaokul hazırlık sınıfına başladığımda, 1991’in sonbaharıydı. Henüz 11 yaşındaydım. Ancak hem içinde yetiştiğimiz ortam hem de Türkiye’nin o dönemki siyasî atmosferi, beni ve akranlarımı, fiziksel yaşlarımızın çok ötesine taşımıştı. Okulumuz henüz “marka” hale gelmemişti gerçi, ama eğitim seviyesi olağanüstüydü. Biz de -hepimize sürekli telkin edildiği üzere- “gelecekte mühim birer misyon üstlenecek genç Müslümanlar” olarak, derslerimize büyük özen gösteriyor, bir yandan da Türkiye’yi ve dünyayı yakından takip ediyorduk.

Kısa zaman sonra, okuldaki bazı hocalar ve onların etkisindeki abiler, bizleri yakın çevredeki bazı “öğrenci evleri”ne davet etmeye başladılar. Hepsinde de ortam aynıydı: Oldukça sade mefruşat, benzer renkte çekyatlar, hep aynı kitapların bulunduğu kütüphaneler, ince bıyıklı ve soluk benizli ama hepsi de derslerinde çok başarılı gençler… Birkaç buluşma sonrasında yetişme tarzımıza, fıtratımıza ve hayattan beklentilerimize hiç uymadığını gördüğümüz bu evlere artık gitmedik. Zaman içinde, okulda bizi bu türden evlere çağıran hocalarla da aramıza duvarlar ördük. Bambaşka dünyaların insanlarıydık çünkü. Okulun genelinde de hiçbir zaman hüsnükabul görmediler, hatta ta 1990’larda bile dışlandılar, tesir alanları hiç genişlemedi.

Bugün dönüp baktığımda, FETÖ’nün Türkiye’nin en gözde okullarından birinde kök salmak için kurduğu o örgüt evlerinde ve meselelere yaklaşım tarzında beni içten içe rahatsız eden şeyleri çok net biçimde, beş nokta halinde formüle edebiliyorum:

1 Peygamberi bile aşan lider kültü

Dilleriyle itiraf etmeseler de, pratikte “lider kültü” öylesine baskındı ki, onun kitapları, yazıları, yorumları ve uygulamaları, İslâm anlayışlarının temeline yerleşmişti. Kur’ân ve Sünnet’in sadece adı vardı. İsmini dillerinden hiç düşürmedikleri adam, Hz. Peygamber’in ulvî makamına kurulmuştu. Peşinden gidenlerin hayatlarının her ânını ve bütün kararlarını da o belirliyordu.

2 Rüyalarla bezeli sürreal bir atmosfer

“Filanca abi bir rüya görmüş…” diye başlayan nice sohbet hatırlıyorum. Hepsinde de elbette bütün vurgular, içinde bulundukları yapının manevî değerini öne çıkarmaya matuftu. İspat ve delil getirmenin mümkün olmadığı sürreal bir hava içinde, gözyaşlarıyla ve fedakârlık öyküleriyle örülü mesiyanik bir inanca tanıklık ediyorduk. Liderleri de zaten vaazlarında sürekli ağladığı için, gözyaşının istismarında sınır yoktu.

3 En üstün ve seçilmiş olma saplantısı

Müslümanlar sanki o zamana kadar hiçbir tecrübe geçirmemiş, hiçbir başarı kazanmamış ve bizden önce kimse yaşamamış gibi bir algıyla, adeta Yahudilerin “seçilmiş halk” itikadına benzer bir inat ve kibirle, en üstün ve seçilmiş kimseler oldukları iddiasındaydılar. O evlere devam eden herkes de seçilecek ve üstün olacaktı.

4 “İslâm’ı sadece ben temsil ederim” mantığı

Sürekli telkin şuydu: Bugün İslâm’ı en güzel şekilde temsil etmemiz gerekiyor. Peki, bu nasıl yapılacaktı? Elbette İslâm’ın en güzel ve en doğru temsilini de kendileri yerine getiriyordu. Hal böyle olunca, başka herkes yanlış ve sapkındı. Hele de İslâm dünyasında silahla ve fiilî kavgayla düşman işgaline karşı kurtuluş mücadelesi verenler, “İslâm’ın dırahşan çehresini kirletiyor”du. Filistin meselesinde Yahudilerin tarafını tutmaya kadar varmıştı bu mantık.

5 “Neticeye giden her yol mubah” anlayışı

Seçilmiş, en doğru ve en üstün siz olduğunuzda, başkalarının hakkını yemeniz de zaman içinde mubah hale gelir elbette. Sonrasında soruları da çalarsınız, memuriyetiniz sırasında sizden olmayanlara zulüm de edersiniz, “işe yaramaz” gördüğünüz fakir-fukara çocukları yerine zenginlere ve elitlere oynamaya başlarsınız… Ondan sonra, istikametiniz kanlı suikastlara, darbe girişimlerine ve cinayetlere doğru devam eder.

***

15 Temmuz hain darbe kalkışmasını bugün yeniden düşünürken, şu noktayı vurgulamak durumundayız:

Herhangi bir yapıda, yukarıda sıralanan arızalar gün yüzüne çıkmaya başlarsa, alarm zilleri çalıyor demektir. Müslüman bir delikten iki kez sokulamayacağına göre, dinî hayatımızın tanziminde vazgeçilmez bir yeri olan cemaatlerin, Kur’ân ve Sünnet ölçüsünden milim bile sapmaması için hassasiyet göstermek mecburiyetindeyiz. Böyle olmadığında neler yaşanabileceğini, büyük bir bedel ödeyerek gördük çünkü.

Yorum Analiz Haberleri

Endonezya’da “Değiştirilmesi teklif dahi edilemeyen” madde: Filistin davası
"Mustafa Kemal'in askerleri"ne ne zaman dur diyeceğiz?
Gazze katliamı ve Hasbara’nın iflası
Medyadaki ahlaksızlığa neden göz yumuluyor?
Camiler Ermeni, Rum ve Yahudilere de satılmış