Ahmet Varol / Yeni Akit
İsveç’in çirkin savaşı sürüyor
İsveç’in İslam’a, Müslümanlara ve İslam’ın kutsal değerlerine yönelik çirkin savaşı sürüyor. Bunun düşünce özgürlüğü olarak yutturulmaya çalışılması tamamen saçmadır. İnsanların kutsal değerlerine ve kitaplarına hakaretin “düşünce özgürlüğü” olarak tanımlanması en başta düşünceye ve düşünen insana hakaret sayılır. Çünkü düşünme yetisine sahip bir insan asla böyle bir çirkinliğe tevessül etmez. Düşünen insan düşüncelerini çirkin hakaret yöntemiyle değil başkalarının değerlendirmelerine açarak ortaya koyar.
İnsanların kutsal değerlerine ve kitaplarına hakaret ve iğrenç bir şekilde saldırıda bulunulması bir savaştır. Hem de çok çirkin, insan haysiyetine ve insanlığın ortak değerlerine tümüyle aykırı bir savaş.
Bu çirkin savaş İsveç’te hüküm süren zihniyetin bir savaşıdır. Belli şahıslar da bu savaşta maşa olarak kullanılıyor. Onların eylemlerini rahatça gerçekleştirebilmeleri ve kimsenin kendilerine engel olamaması için etraflarında polislerden duvarlar oluşturulması da bunu çok açık bir şekilde gözler önüne seriyor.
İsveç’in sürdürdüğü bu savaş aynı zamanda NATO’ya girebilme konusunda Türkiye’nin engelleri kaldırmasını sağlama amaçlı bazı tavır değişikliklerinin gerçekçi ve inandırıcı olmadığını göstermiştir. Biz bu hususa NATO Zirvesi’yle ilgili yazımızda da temas etmiş, İsveç’in verdiği sözlerin bir inandırıcılığının ve kesinliğinin olmadığını dile getirmiştik.
İsveç, İslam’a karşı savaşında sadece bir konum değişikliği yapmıştır. Daha önce Kur’an-ı Kerim’e yönelik çirkin saldırılarda mekan olarak Türkiye’nin diplomatik temsilciliklerinin veya Türkiye vatandaşlarının yoğun olduğu camilerin önleri tercih ediliyordu. Son saldırı için ise Irak Büyükelçiliği’nin önü tercih edildi. Bu değişiklik bile, İslam’a ve Kur’an-ı Kerim’e yönelik savaşın belli bir merkezden yönlendirildiğini ve resmi mekanizma tarafından desteklendiğini açığa çıkarmaya yeter. Çünkü siyasi ve stratejik dengelerin gözetildiğini, Kur’an-ı Kerim’e yönelik savaşın arka planda hakim sistemin siyasi hesaplarını ve stratejik tavırlarını dikkate aldığını gösteriyor.
Ancak unutmamak gerekir ki mekan olarak neresi seçilirse seçilsin bu savaşın hedefinde doğrudan İslam’ın ve tüm Müslümanların kutsal değerleri yer almaktadır. Savaş İslam’a ve Müslümanlara karşı yürütülmektedir. Dolayısıyla bu savaş karşısında tüm Müslümanların ortak bir tavrının olması gerekir.
İsveç’in Bağdat’taki büyükelçilik binasının yakılmasını her ne kadar onaylamasak da, bu konuda Kur’an-ı Kerim’in yakılmasına izin verenlere, “Siz dünya nüfusunun dörtte birini oluşturan bir kitlenin en kutsal kitaplarını yakarken, bu kitaba ve bir ülkenin üzerinde ‘Allahu Ekber’ yazısı bulunan bayrağına kirli ve pis ayaklarınızla dokunurken bunu düşünce özgürlüğü olarak değerlendiriyorsunuz da sizin büyükelçiliğinizin yakılmasına neden itiraz ediyorsunuz?” diye sorma hakkımız var. Eğer sizin fiili saldırınız düşünce özgürlüğü olursa başkasının benzer saldırısını da düşünce özgürlüğü olarak kabul etmeniz gerekir. Ama bize göre düşünce özgürlüğü düşüncede olur. Fiili saldırı, çirkin hakaret ve provokasyon düşünce özgürlüğü değildir. Eğer olsaydı büyükelçiliğin yakılmasının da buna dahil edilmesi gerekirdi.
Irak hükümetinin İsveç büyükelçisini tardetme kararı çok yerinde ve isabetlidir. Aslında böyle bir işlemin sadece Irak’a mahsus olmaması gerekir. Çünkü saldırı sadece Irak’a ve bu ülkenin halkına yönelik değildir. Tüm Müslüman halklar ve ülkeler hedef alınmıştır. Dolayısıyla İslam ülkelerinin hepsinin aynı tavrı göstermeleri ve İsveç büyükelçilerini tardetmeleri, onunla diplomatik ilişkileri kesmeleri ve Müslümanların kutsal değerlerine yönelik benzer saldırılara resmen izin vermeyeceğine dair kesin bir taahhütte bulununcaya kadar da ilişkilerini askıya almaları, aynı zamanda ekonomik ambargo uygulamaları gerekir. Çünkü dünyanın keyfine ve refahına tapınan bu tür zihniyetlere karşı onların bu dünyada keyiflerini kaçıracak tavırlar ve kararlar etkili olacaktır.