Kavramlaştırma ve sembolleştirmeler en az siyasal, askeri veya iktisadi hayata dair icra edilen pratikler kadar değerli ve de belirleyicidir. Bu bağlamda Afrin’den başlayıp imkânlar elverdikçe genişleyip derinleştirilmesi planlanan askeri harekâta Zeytin Dalı adının verilmesi son derece önemli ve isabetlidir. Çünkü bu bir niyet izharı olduğu gibi takip edilecek yol ve usulü, varılmak istenen hedefi de tayin ve ilan etmektir aynı zamanda. Ne var ki yer yer niyeti kirletecek, takip edilecek yol ve usulü karmaşıklaştırarak hedefi zehirleyecek kimi söylemlerin oluşturduğu risklerle nasıl mücadele edileceği de gecikmeksizin hesaplanmalıdır.
Zeytin Dalı operasyonunun başladığı ikinci günde Hürriyet’e bir mülakat veren Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ hedefin “Kürt koridorunun Akdeniz’e uzanma ihtimalini kırmak” olduğunu beyan ediyordu. Klasik Kemalist-ulusalcı söylemin teyit ve tezahüründen başka bir şey değildi elbette bu tanım. Ancak aynı gün Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan bu tanım ve hedefi şu cümlelerle açıkça reddetti: “Türkiye Afrin'de Kürtlere karşı değil. Olay Kürt koridoru meselesi de değildir, oradaki terör örgütlerine karşı mücadele etmektedir. Böyle bir yazıyı yazan da az buçuk mürekkep yalamış ve hele hele zamanında askerin içinde de görev almış birileriyse bu bizi ciddi manada üzer.” Belki atlanmıştır ama bu sözün doğrudan muhatabı Başbuğ ve medyada, akademide, siyasette öne çıkan kimi ulusalcı isimlerse de bir yönüyle MHP lideri Devlet Bahçeli’nin milliyetçi ajitasyonda ölçüsü iyice kaçmış beyanlarıydı bir yönüyle de.
Elma’nın Rengi, İdeolojinin Hedefi
Zaman ilerledikçe taban ve teşkilatlarda erime sıkıntısı yaşayan MHP’nin hassaten dış politikada sert, agresif ve ütopik söylem ve hedeflerle hareket etmesi bir nebze anlaşılabilir bir durumdur. Ancak bu agresif ve ütopik söylemlerin medya ve siyaset yapıcılar üzerinde niyet, rota ve hedef açısından belirleyici bir hal alması hiç anlaşılabilir bir şey olmasa gerek. Kimi politik hedeflerde paralel hareket etmek veya ortak çalışmakla ideolojik olarak benzeşmek, yer yer ideolojik öykünme ve komplekslerle hareket etmek birbirinden çok faklıdır.
Mesela bu bağlamda MHP lideri Bahçeli’nin kurduğu şu gibi cümlelerin derhal kınanıp reddedilmesi gerekir: “Ya Afrin yıkılsın ya teröristle yakılsın!” Oysa daha baştan hem Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Yıldırım hem de MGK Bildirisi böyle bir dili ve yöntemi kesinlikle reddederek Zeytin Dalı operasyonunun ilerleyeceğini deklare etmekteydi. Peki ama bu yakmalı, yıkmalı, boğazına çökmeli üsluba dönüp de nasihat kabilinden olsun bir şeyler söylemek gerekmez mi? Gerekir ama şimdilerde politik ittifakı ideolojik benzeşmeyle karıştıran ve bu süreci iktidarın maslahatı adına yürütmek üzere durumdan vazife çıkaran medya organları ve yazarları bu ölçüsüz söylemleri hayranlıkla paylaşma telaşesine düşmüş durumdalar.
Afrin’e geçmeye hazırlanan askeri birliklerden birinde görevli bir askerin “istikamet neresi?” sorusuna verdiği ‘Kızılelma’ cevabı sanki içerilerde, çok derinlerde saklı milliyetçi duyguların şahlanışı için bir vesile olarak değerlendirildi. Türk’ün gücü, gururu, kudreti kadar Türk’ün müesses nizamı gibi ulusalcı kimliğin damarlarda dolaşan asil kan misali göstergeleri bir anda ortalığı kaplayıverdi. Tarihe ve coğrafyaya şan verme yolunda önümüzde açılmış bir Turan rüyasına gibi anlamlar yükleniverdi Afrin’e. Bu kadar hızlı ve köklü dönüşümler esasen hiç de hayra alamet olamaz ama bu duygusal-ideolojik iklimin de bir analizini yapmak gerek.
Zeytin’in Çizdiği İstikamet
Herkesin Kızılelma’ya farklı anlamlar yüklemesi mümkün olsa da milliyetçi-ulusalcı kimlik açısından tarifi ve hedefi hiç muğlak değildir, aksine gayet nettir. Bahçeli’nin Milliyetçi hareket adına yaptığı tanım doğal olarak şöyleydi: “Kızılelma ülküdür, aleme nizam iradesinin tezahürüdür, Türk milletinin cihana hakimiyet mefkuresi ve sembolüdür. Tanrı Türkü Korusun ve Yüceltsin.” Tamam bir iki yerde İ’lay-ı Kelimetullah haykırışları, Allah’ın izni ve rahmetine sığınış sadaları da duyuluyor ama ideolojinin merkezinde Türklük gurur ve şuuru yer alıyor.
Üstelik Kızılelma vurgusu Ömer Seyfettin’den değil Ziya Gökalp’ten örneklenip ideolojik bir formasyon olarak takdim ediliyor. Oysa Gökalp sadece geleneksel Osmanlı siyasal-edebi metinlerinden değil erken dönem Ömer Seyfettin’in dahi çizdiği çerçeveyi terk ederek saf Türk yurdu/Turan bağlamında yeniden anlamlandırmaktaydı. Lakin bu ayrıntılarla hatta farklı dönemlerde yazılan siyasal-edebi metinlerle kim adam gibi okuyup ilgilenecekti. Popüler hatta oportünist kaygılarla hareket etmekte olan dolmuşa binmek için yarışa girmek daha tatmin edici görülüyordu kimilerince.
Oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan, Zeytin Dalı’nın sebebini ve hedefini izah ederken çok sade, hukuki ve ahlaki bir çerçeve çiziyordu: “Zeytin bizim inancımızda kutsaldır. Zeytin Dalı adını verirken kucaklayalım, özgürlük adımı atalım istedik. Türkiye sadece kendi sınırlarını korumakla kalmıyor aynı zamanda insanlığın onurunu da kurtarıyor.” Kiminle savaşıldığına dair yapılan tanımlamada yer alan “Afrin'de biz aynı zamanda tüm insanlığın düşmanı bir zihniyetle mücadele ediyoruz” vurgusu ahlaki ve İslami sorumluluklardan arındırılmış salt bir beka ve güvenlik kaygısına teslim olunamayacağının resmi sayılmalıdır. Evet Erdoğan da bir yerde “Bizim bir Kızılelmamız var, o hedefe doğru gidiyoruz” cümlesi kuruyor ama içeriğini milliyetçi-ulusalcı ve dolayısıyla ayrıştırıcı-çatıştırıcı kurgularla doldurmadan.
Zeytin Dalı’nın asli ve öncelikli hedefi sadece Türkiye için değil Suriye ve Irak halkı için de bir tehdit olan PKK/PYD’yi tasfiye etmektir. Fakat bununla beraber Afrin’den başlamak üzere erişilebilen tüm beldeleri yaşanabilir hale getirmek ve Türkiye’ye sığınmak mecburiyetinde kalmış 3.5 milyon Suriyeli kardeşimizin kendi öz yurtlarına dönüşünü sağlamaktır.
Türk’ün gücü ve gururu, Arap’ın korkaklığı ve sefaleti, Kürt’ün ihaneti ve düşmanlığı etrafında oluşturulan milliyetçi-ulusalcı siyasetlere karşı Zeytin’in, Zeytin Dağı’nın, Zeytin Dalı’nın müjdelediği adalet ve merhamet kuşağı etrafında kenetlenmek gerekiyor. Ulusalcı-milliyetçi söylem ve siyasetler despotizmi ve onu var eden emperyalizmi güçlendirirken Müslüman toplumları birbirine düşmanlaştırıp kırdırmaktadır. Duygusuyla, ideolojisiyle, kadro ve teşkilatıyla bu müfsit çarkın kırılmasından başka bir kurtuluş yolu gözükmüyor.
Âlemlerin Rabbi Allah tarafından sadece Türklere değil bütün bir insanlığa lütfedilen elma’yı lezzetli kılan kızıl, yeşil veya sarı rengi değil kardeşçe duygularla, gönülden paylaşılıp paylaşılmadığıdır çünkü. Boşuna ‘yarım elma gönül alma’ dememiş atalarımız.
Yeni Akit