“İstediğim gibi olmazsanız sizi asarım” mesajı ve Şapka Kanunu

Şapka Kanunu ile beraber halkın giyim kuşamına da müdahil olan Kemalizm, halkı zorla da olsa batılı yapmaya oldukça kararlıydı. Bu uğurda Müslümanlar şehit verirken, Kemalizm kendi tarihini yazarak şehitleri hain ilan etti.

HAKSÖZ HABER

25 Kasım 1925 tarihinde mecliste kabul edilen 671 No'lu "Şapka İktisası Hakkında Kanun" ile TBMM üyeleri ve memurlarına başlık olarak şapka giyilmesi zorunluluğu getirildi ve Türkiye halkı da buna aykırı bir alışkanlığın devamından men edildi. Kanun, 28 Kasım 1925 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi.

Atatürk, 23 Ağustos 1925′te Kastamonu ve İnebolu’ya yaptığı seyahatlerde “şapkayı halka göstererek” kıyafet devriminin ilk işaretini vermiş, şapkayı medenileşmenin sembolü olarak sunmuştu. Medeni kıyafetin mütemmim cüzü olarak tanımlanan şapkayı takmak istemeyenler hain ilan edilerek, derdest edilmelerinin ardından idam edildi.

Mustafa Kemal, siyasetten sosyal hayata, kılık kıyafetten dine kadar her konuda pragmatizmini sergileyerek devrim söylemi ile kendisini meşru kılarken, bugünkü halefleri “helalleşme” adı altında sevgi pıtırcığı rolüne büründü.

Geçmişiyle hesaplaşamayan Kemalizm’in Türkiye’ye ne vaat edebileceği sorularının yanıtsız kaldığı her gün yeniden anlaşılıyor.

"Biz her nokta-i nazardan medeni insan olmalıyız. Fikrimiz, zihniyetimiz, tepeden tırnağa kadar medeni olacaktır. Medeni ve beynelmilel kıyafet milletimiz için layık bir kıyafettir onu giyeceğiz.” diyen Mustafa Kemal Atatürk karşı çıkanları asacağını söylememişti. Ancak kendisine karşı en ufak muhalifliğe karşı ne kadar şedid olabileceğini göstermişti.

İskilipli Atıf Hoca’nın kanuna karşı olduğu belirtilen söz konusu eseri, ilgili kanunun çıkmasından yaklaşık bir buçuk yıl önce yazılmış olmasına ve suçunun sabit görülmemesine rağmen Mustafa Kemal’e karşı söylemleri olması ve şapka takmayı reddetmesi idamına karar verilmesine neden oldu.

Ankara İstiklal Mahkemesinin önceden verilmiş kararı ile İslam âlimi İskilipli Mehmed Atıf Hoca 4 Şubat 1926 Perşembe günü sabaha karşı Eski Meclis binasının yakınındaki çarşıda asılarak idam edildi.

Böylece halka eğer benim istediğim gibi olmaz, davranmaz, giyinmez ve düşünmezseniz sizi asarım mesajı verildi.

İskilipli Atıf Hoca kimdir?

İskilip’in Tophane köyünde doğan Mehmet Atıf öksüz kalınca dedesi Hasan Kethüdâ tarafından büyütüldü.

İlk dinî bilgileri köyündeki hocalardan alırken, İskilip’te müderrislik yapan Hoca Abdullah Efendi’den bir süre ders okuduktan sonra ailesinin muhalefetine rağmen ilim tahsili amacıyla İstanbul’a gitti. Burada öğrenimine devam ederken bir yandan da geçimini sağlamaya çalıştı.

1902’de medrese tahsilini bitirdi ve aynı yıl açılan ruûs imtihanına girerek “İstanbul müderrisliği”ni kazandı; ertesi yıl Fâtih Camii’nde ders vermeye başladı.

Bu arada İstanbul Dârülfünunu İlâhiyat Fakültesi’nden 1905’te mezun olarak Kabataş Lisesi Arapça öğretmenliğine tayin edilen Âtıf Efendi, Meşîhat-ı İslâmiyye Dairesi’nde bulunan dersiâmların mağduriyetini giderme konusunda yaptığı çalışmalar üzerine şeyhülislâm tarafından Bodrum’a sürüldü; oradan da Kırım’a geçti.

Kırım’dan Varşova’ya kadar giden Âtıf Efendi, II. Meşrutiyet’in ilânından bir hafta önce İstanbul’a döndü. 1910’da medâris müfettişliğine getirildi. Bu arada Sebîlürreşad ve Beyânülhak’ta yazılar yazdı.

Donanma Cemiyeti yararına kaleme aldığı Nazar-ı Şerîatte Kuvve-i Berriyye ve Bahriyye’nin Ehemmiyet ve Vücûbu adlı eseri dolayısıyla takdirnâme aldı.

31 Mart Vak‘ası’nda bir hafta tutuklu kalan Mehmed Âtıf Efendi, Mahmud Şevket Paşa’nın öldürülmesi (1913) olayında dahli olduğu gerekçesiyle Sinop’a sürüldü.

Çorum, Boğazlıyan ve Sungurlu’da yaklaşık bir buçuk yıl kadar sürgün hayatı yaşadıktan sonra İstanbul’a döndü. Her iki olaydan sonra da resmî makamlar bir yanlışlığa kurban gittiğini, suçlu olmadığının anlaşıldığını ifade etti.

İstiklâl Savaşı’nda işgal güçlerine karşı mücadele verirken birçok talebe yetiştirdi. Batı eksenli görüş belirten birçok yazar ile münakaşalara girdi.

1924’te yazıp Maarif Vekâleti’nin ruhsatı ile bastırdığı Frenk Mukallidliği ve Şapka adlı risâlesi yüzünden şapka kanununa muhalefetten dolayı 7 Aralık 1925’te tutuklandı ve Ankara İstiklâl Mahkemesi tarafından Giresun’a sevkedildi.

Ankara İstiklâl Mahkemesi Of, Erzurum, Rize vb. yörelerdeki şapka kanununa aykırı hareketlerle ilgisi olup olmadığını araştırdı.

Söz konusu eserini, ilgili kanunun çıkmasından yaklaşık bir buçuk yıl önce yazmış olması ve suçunun sabit görülmemesi üzerine berat ettiyse de serbest bırakılmayarak İstanbul’a getirildi, oradan da tekrar Ankara’ya gönderildi.

1926 yılı başlarından itibaren Ankara İstiklâl Mahkemesi tarafından tutuklu olarak yargılandı. Savcı Necip Ali’nin (Küçüka) iddia makamı olarak istediği üç yıllık kürek cezasına karşılık mahkeme heyetince idama mahkûm edildi. 4 Şubat 1926’da Ankara’da eski meclis binası yakınlarındaki Karaoğlan Çarşısı’nda Babaeski müftüsü Ali Rızâ Efendi ile beraber idam edildi.

Yorum Analiz Haberleri

Meşru olanı savunursan karşılığını elbet görürsün!
Türkiye solu neden hala Esed rejimini savunuyor?
Sosyal medyada görünürlük çabası ve dijital nihilizm
İran aparatlarının komik antipropagandalarına vakit ayırmak bile coğrafya için zaman kaybı...
Nasıl ki ilk Müslümanlar tüm zorluklara rağmen direndiyse Gazzeliler de öyle direniyor!