Ali Osman Aydın / Yeni Akit
Şehir alarm veriyor!
Bayram tatilinde İstanbul’un görüntüleri hayli düşündürücüydü. Şehrin kıyılarında, özellikle sur içinde adım atacak yer yoktu. Otobüs, metrobüs, vapur, metro durakları Hindistan izlenimi verecek kadar kalabalıktı. AVM’ler, kafeteryalar, lokantalar tıklım tıklım doluydu. İnanılmaz bir düzensizlik, karmaşa hatta kaos hakimdi şehre.
İnsan trafiğinden çok araç trafiği vardı. Bayramın ilk günü gece yarısı Avrupa yakasından Anadolu yakasına geçmem iki saati buldu.
Bu yoğunlukta, tatil masraflarının korkunç boyutlara ulaşmasının da payı olabilir. Çünkü İstanbul aynı zamanda Türkiye’nin en büyük dar gelirli nüfusunu barındırıyor. Bu nüfus içinde İstanbul doğumlu olup Sarayburnu’nu, Emirgan’ı, Çamlıca’yı görmemiş sayısız insan var. Bu insanlar için bayramlardaki ücretsiz ulaşım, bütün hengamesine rağmen, ailece bir yerleri görmek için bir fırsat…
****
Üzülerek şunu ifade etmek gerekir ki, İstanbul yaşanabilme vasfını tamamen kaybetti artık. İstanbul bir şehirden çok, bir toplama kampına dönüştü. İçinde sadece çalışma cezasına çarptırılmış işçileri barındıran devasa bir kamp!
İstanbul’un ajanslara yansıyan “mahşeri” görüntülerine bakarken, beklenen İstanbul depremi geldi aklıma. Bayram yoğunluğunu bile kaldıramayan, düzensizliğin kaosa dönüşmesine ramak kalmış bir şehirde deprem gibi bir yıkım olduğunda neler yaşanabilir? Ulaşım ağları çalışır mı mesela? Çalışsa bile bu kadar büyük bir nüfus bu ağlara yüklendiğinde sistem iflas etmez mi? Bu büyük nüfus, ulaşım sekteye uğradığında, gıdaya nasıl ulaşır? Şehir nereden tahliye edilir? Bir yığın can sıkıcı ve korkutucu soru!
İstanbul özelinde acil bir nüfus planlaması- denetimi gerekiyor. Bu şehir, bu kadar nüfusu kaldırmıyor! Şehir alarm veriyor. Hem de mimarisi, ulaşımı ve insanıyla! Bırakın deprem gibi büyük hadiseleri, ulaşımdaki bir saatlik bir aksama bile bütün şehri felç etme potansiyeline sahip. İstanbul, her çarkı kesintisiz çalışmak zorunda olan koca bir makine. Fakat görülüyor ki, bu makinenin bir çok çarkı artık işlevini kaybetmiş, kırıldı kırılacak! Yani mevcut durum sürdürülebilir değil.
****
Otobanlarıyla, otogarlarıyla, mesire alanlarıyla, sahilleriyle, tatil beldeleriyle bayram tatilindeki tıka basa dolu Türkiye fotoğrafına bakınca şunu anladım: Bizim insanımız kalabalıktan ne kadar şikayet ederse etsin, aslında kalabalıktan o kadar da rahatsız olmuyor. Aksine sıkış tıkış ortamlardan, izdihamdan, trafikten, gürültüden, karmaşadan hoşlanıyor.
Normal şartlarda insanlar tatil zamanı dinlenmek isterler. Bunun için de sessiz-sakin yerleri tercih ederler. Ama bizde genel olarak durum böyle değil… Biz de bir yer eğer kalabalıksa, orada adım atılacak yer yoksa çekici hale geliyor insanlar için. Sırf böyle olduğu için insanlar oraya akın ediyor.
Bu davranış kalıbı yalnız kalmaktan hoşlanmadığımız için oluşuyor herhalde. Yalnız kalmaktan hoşlanan birini hiçbir surette o tatil beldelerindeki sıkış tıkış ortamlara, Eminönü mahşerine sokamazsınız. Yalnız kalmaktan hoşlanan biri özellikle insan trafiğinin yoğun olduğu zamanlarda hiçbir yere kıpırdamaz.
Ama insanlar bile isteye gidip o insan seline karışıyorlar. O sele karışabilmek için para harcıyor, zahmete katlanıyor, yollara düşüyorlar. Buna da tatil, gezi, eğlence falan diyorlar… Gerçekten çok ilginç bir psikolojimiz var!