Ergün Yıldırım’ın Yeni Şafak gazetesinde yayımlanan yazısı (21 Mart 2021) şöyle:
İstanbul Sözleşmesi’nin feshi kültürel bağımsızlık ilanıdır
İstanbul Sözleşmesi Cumhurbaşkanı tarafından feshedildi. Çok hayırlı ve çok doğru bir adım atıldı. Bu iktidarın öncülüğünü yaptığı ve sonra ortaya çıkanları görünce de vazgeçtiği bir sözleşme. Bu bir erdemdir. Biz yaptık ve vazgeçmeyiz yerine, yaptığımız yanlış ve bundan da vazgeçeriz deniyor çünkü. Sözleşme, AB ile entegrasyon süreci döneminde muhafazakar olarak da toplum olarak da yediğimiz büyük bir goldü. Bunun sonuçlarını hep beraber gördük. Mesela MEB’de, bu sözleşmeye dayanarak toplumsal cinsiyet eşitliği projeleri uygulandı. Belediyelerde pratik edildi. Aile, kadın ve mahremiyet değerlerimizi altüst eden imgeler ve görüşler bombardımanına tutulduk.
Bir sözleşmeye dayanarak kadına şiddetin bütün faturası örflerimize, ailemizin dayandığı normlara ve namus değerlerimize kesildi. Avrupa’da sanki çok iyi bir aile, iyi çocuk yetiştirme ve büyük küçük ilişkisi var da onun ürettiği değerler ve normlar bize taşınıyor! En büyük yanılgı da bu. Kamyon ve füze ithal eder gibi değerleri de oradan ithal ederek gelişeceğimizi düşünüyoruz. Teknoloji ithali ile değerler ithali bir görülüyor. Çok iki farklı dünya bunlar. Birisi daha nesnel, ötekisi çok öznel. Aile de, kadın da, çocuk da bir teknoloji dünyası değil. Bunların varlığı, terbiyesi ve mutluluğu çok farklı ilkeler üzerinde neşv-ü nema bulur. Bundan dolayı tank ithal eder gibi kadın değerleri ithal edemeyiz!
İstanbul Sözleşmesi’nin feshi ile Türkiye bir tutum ortaya koydu. Değerlerinde de bağımsızlık! Şimdiye kadar teknolojik bağımsızlık için önemli hamlelerde bulunuldu. Milli teknoloji atılımları budur. Artık şimdi kültürde de bağımsız olmanın atılımları içindeyiz. Bu toplum aile sorunlarını çözecek, kadına şiddetle başa çıkacak ve çocuğunu terbiye edecek bir norm ve anlamlar dünyasına sahip olmak zorunda. Benliğini, anlamını ve değerini korumak budur. En büyük bağımlılık bu alanlarda yaşanır. Çünkü bu konularda Batı’yla süren bağımlılık ilişkisi onu köleci bir bilince sürükler. Türkler, Batı değerleriyle benliklerini inşa ettiklerinde bu uygarlığa köleleşirler. Aidiyet ve farklılıklarını kaybederler. Bundan dolayı Ziya Gökalp de Mehmet Akif de daha modernleşmenin başlangıcında “Batı’nın teknolojisini alalım ama ahlakını ve kültürünü almayalım” demiştir. Kim ne derse desin, bunlar çok önemli tespitler. Bugün geldiğimiz noktada bunu anlıyoruz.
Türkiye’nin milli tankı yapması ne kadar çok önemseniyorsa bundan daha fazla olan “milli ailesini” inşa etmesidir. Kendi aile ve kadın meselesine Batı’da üretilen hazır reçetelerle yaklaşamaz daha fazla. Hele ki asırlar içinde üretilen büyük haklar, adaplar, mesuliyetler konusunda o kadar çok ahlak, hukuk, fıkıh, siyasetname ve tasavvuf alanlarında yer alan müktesebatımız varken… Akademisyenler, aydınlar, hukukçular Batı’da hazır reçete alma tembelliğini ve bağımlılığını bırakacak artık. Kendi toplum müktesebatında düşünecek, araştıracak ve bu topluma uygun olan çözümleri yine bu toplumun realitesinde bulacak.
Kadına şiddet meselesi sadece değerlerden kaynaklanan ve yine değerlerle çözülecek bir mesele değil. İstanbul Sözleşmesi’nde vazedildiği gibi bunun tek sorumlu alanı olarak namusu, örfü ve geleneği ipe çekmenin manası yok. Kadına şiddet bugünün kentleşme ve kalkınma hızı, çalışma ve iş hayatının seyyaliyeti ve yoğunluğu gibi sosyolojik gerçekliklerden kaynaklanmaktadır. Ayrıca bu sorunu çözmeye yoğunlaşırken kadının paydaşı olduğu aile, koca, baba, ev ve evlat gibi alanları da düşünmek durumundayız. Bütün bunları elimizin tersiyle iterek ve kadını bunlardan soyutlayarak kadın şiddeti çözülmez. Çözülse bile bu çözme yaklaşımı, başka ciddi sorunlara yol açar. Nitekim İstanbul Sözleşmesi’nin kısa zamandaki uygulamalarında bunu gördük.
Elbette İstanbul Sözleşmesi tüm sorunlarımızın kaynağı değil. Onun feshi ile kadın şiddeti de sona ermeyecek aile sorunlarımız da bitmeyecek. Ama kadın şiddeti ve aile sorunlarımıza artık Avrupa’nın ürettiği çözümleri temel alarak hareket etmeyeceğimizi anlatması açısından büyük bir karar. Kadına şiddeti çözmenin hareket noktası örf ve adetler, namus anlayışı ile gelenekle savaşmaktan geçmediğinin farkına varılması açısından önemli. Bu toplumun müktesebatını, değerlerini ve kültürünü önemseyecek yeni bir yola girmenin başlangıcı olacağı için önemli. İktidarı destekleyen büyük muhafazakar ve milliyetçi toplumsal kesimlerin sosyolojisiyle bütünleştiği için önemli.