alireyhan72@gmail.com
ALİYA İzzetbegoviç’i biz müslümanlar için değerli, anlamlı ve anılır kılan unsurlar nelerdir? Dikkat ettiniz mi, bilmiyorum, bu sene tüm Müslüman grup/öbek ve çevreler ALİYA’yı yeni ve değerli bir hazineyi bulmanın/keşfetmiş olmanın sevinciyle andılar, anlattılar. Hatta resmi kurum ve kuruluşların belli bir kesimi de onu andı, anlattı ve gündemleştirdi. Türkiye’de ALİYA‘yı en iyi bilen/tanıyan Akif Emre, bir yazısında şunu yazar: "kahramanlarımızı içi boş övgülerle mahkûm etmek yerine, onlarla yüzleşerek, onları anlayarak, anlamlandırarak ve günümüz için örneklikler çıkararak analım" diyor. Çok yerinde bir tespit ve temenni.
Sormamız gereken bir başka soru da şu; gerçekten ALİYA ile ilgili bir abartı mı var; bir efsane(leştirme) mi yapılıyor/yaratılıyor; yoksa olması gereken, verilmesi gereken bir hakkaniyet mi söz konusu?
Bu değerli soruya Aliya’nın düşünce, inanç, eylem ve ödediği bedeller üzerinden doğru/ gerçekçi ve adil bir cevap verebileceğimize inanıyorum. Yaşamı, yaşadıkları, söylemleri, eylemleri, hayalleri ve sair kısacası tüm yaşamı en yalın ve en gerçekçi yanıyla önümüzde taptaze duruyor çünkü.
Doğrusu, bir kimseyi değerlendirirken adaletle, hakkaniyetle ve iyi niyetlerle değerlendirmek gerekir. Çoğu zaman sevgi veya nefretimiz bizi uç noktalara savurabiliyor. Aşırı övgü ya da aşırı sövgü arasında gidip geliyoruz. Ve çoğu zaman ‘’var olan’’ ile ‘’olmasını istediğimiz’’ şey ya da kişileri birbirine karıştırıyoruz. Ve zaman zaman, kişileri değerlendirirken fikirlerinden çok yaşantılarını, kişiliklerini masaya yatırıyoruz. İmar ve tamir yerine onu tahrip, tahriş ve tahkir ediyoruz. Ve neticede, hepimiz kaybediyoruz, kayboluyoruz sonra.
Önemli şahsiyetleri anarken /anlatırken tutarlı ve güçlü yanlarına değindiğimiz gibi, tutarsızlıklarına ve zaaflarına da değinmek gerekir kuşkusuz. Ama bu değerlendirmeyi yapan kişinin de gerçekten ehliyetli, bilgili, ele aldığı konu ve kişiye vakıf, adil ve iyi niyetli olması gerekir.
Şüphesiz, Aliya İzzetbegoviç de fani bir insan olarak hata, kusur, günah ve tutarsızlıklardan beri değildir. Ama benim bilgim, çapım, dilim ve kalbim, ehliyet ve iznim / icazetim, gerçekten sadece onun iyi, tutarlı ve doğru yanlarına değinecek kadardır. Rabbim ellerimizden tutsun, yüreklerimize el koysun, bizi doğrultsun ve bizi affetsin. Amin.
"Zambaklar en ıssız yerlerde açar / Ve vardır her vahşi çiçekte gurur
Bir mumun ardında bekleyen rüzgâr / Işıksız ruhumu sallar da durur
Zambaklar en ıssız yerlerde açar.’’
( Sezai KARAKOÇ / Mona Roza şiirinden)
Sezai Karakoç, 1950’li yılarda muhayyel / hayali sevgilisine seslenirken onu bir zambağa benzetir. O uzun şiirin en kaliteli mısralardan bir demettir bu kıta. Karakoç’tan ilhamla bu mısraları ALİYA için de söyleyebileceğimizi/kullanabileceğimizi düşünüyorum. Balkanlar gibi ıssız bir yerde doğmak/açmak; yalnızca Allah karşısında boyun eğdiren bir ‘gurur’ taşımak; O’ndan gayrısına baş eğmemek; o nuru ve onuru yıkmak/yakmak/yok etmek için tetikte olan Sırplar, Hırvatlar ve bilumum şeytanlar; korku ve umut arası gidip gelmeler…
Bu yüzden Aliya; zambaklar ülkesi Bosna’nın en güzel çiçeğidir. Rengi ve kokusu, onu hemen ele verir. Sadakat, cesaret, samimiyet, merhamet, adalet ve ahlak’a dair tüm renk tonlarını üzerinde asaletle, gururla ve özenle taşır.
‘’Öd ağacı yanmayıncaya kadar o güzel kokusu hissedilmezmiş, varlığı bilinmezmiş’’. Bosna savaşı öncesinde Aliya’yı tanıyan, keşfeden müslüman sayısı çok azdır.‘70 ve ‘80 Müslüman kuşağı ‘’Saray Bosna Davası’’nı ilgiyle takip etmiştir. Akif Emre, bir söyleşi esnasında bunu Aliya’ya aktardığını ve bunun karşısında Aliya’nın şaşkınlık, hayret ve sevinç yaşadığını, söyler.
‘’imrenilecek derecede bir okuma aşkı ve okumuşluğu vardır Aliya’nın’’, der, Boşnak bir akademisyen. Başka biri ise ‘’hayatının büyük bir bölümü içerde geçtiği için okumak ve yazmaktan gayri çaresi yoktu’, diyecekti onun için. Ve yine bir başka akademisyen ‘’okuduğu her şeyi bilmesi gerekmiyordu ama o, okuduğu her şeyi anlardı’’, diyor.
-Aliya’da, Fadlallah’ın ideal ve gerçeklik arasında kurduğu denge, Açe Sumatralı Tunku Hasan Di-Tiro’nun sorumluluk bilinci, Şeriati’nin filozofik zekası, Fanon’un batıyı hallaç pamuğuna çeviren dili, Nuri Pakdil’in şiirsel devrimciliği, Sezai Karakoç’un dirilişi, aydınlatıcı siyah prensimiz Malcolm X’in merhametli öfkesi, annesinin kuşandığı takvası ve arkadaşlarının basiret toplamını bulabilirsiniz.
Aliya, aziz İslam’ın izzetli evladı ve safkan, asil bir müslümandır. Tabiri caizse; Maderzat şairler gibi, anadan doğma bir İslamcıdır. İbadetlerine düşkün bir annenin evladıdır. Aliya dindarlığını ona borçludur. Dedeleri, babası kültürlü, zengin ve saygın adamlardır. Aliya’daki o özgüvenin kaynağı bu olsa gerek.
Kendisini hep İslam’a ait hissetmiştir. Komünizmin, faşizmin, nasyonal sosyalizmin Avrupa’yı kasıp kavurduğu bir dönemde ve üstelik batı felsefe ve eserlerinin hemen hepsini ‘’yalayıp yutması’’na karşın o, hep İslam’dan yana tercihini koymuştur.’Göller yöresinde bir ada/m’’dır, bu yüzden.
Çok genç yaşta (lise 2.sınıftan itibaren) İslami oluşumlarla temasa geçmiş, baskıcı yönetimin ağır baskı, tehdit, takip ve cezalandırmalarına maruz kalmıştır. Henüz 20 yaşında iken cezaevine girmiştir.‘’Doğu ve Batı arasında İslam’’ eserini 20 yaşında yazmıştır. Cezaevine girmeden hemen önce yani. El yazması nüshalarını evlerinin çatı katındaki kirişlerin arasında 20 yıla yakın zamanda saklar. O notları bulduğunda yarısı çürümüştür artık. Yeni eklemeler yapar ve o hapisteyken Kanada’da bir arkadaşı vasıtasıyla 1984’te yayımlanır ve yine hapisteyken kitabının birkaç yerini düzeltir.
O, dinini, kelimenin tam anlamıyla dişiyle, tırnağıyla bulan, anlayan derinleştiren bir adamdır. Atalarından devraldığı dini yeni baştan keşfetmiş ve onu hiçbir zaman yitirmemiş bir adamdır.
Vahyin mesajını hep ‘’sorumluluk’’ olarak almış ve algılamıştır. Ve hep Vahyi, güncele taşınması gereken canlı bir fikir olarak görmüştür. İslam Beyannamesi, bunun en canlı örneğidir.
Düşünme, okuma, yazma, gezip görme, araştırma ve bizzat sahada yaşadıklarında şunu net olarak görürüz: Tecdidin, kemale varmak isteğinin, var olanı yeniden anlamlandırmak isteğinin tezahürlerini açıkça görürüz. Hayat ile buluşan, tabiri caizse hayata bulaşan/ etkileyen, yaşama renk veren, hayatı kuşatan ‘’İslami bir bilincin’’ talebesi , taşıyıcısı ve yayıcısıdır Aliya. ‘’Anın vacibi’’ ne ise onu anlayan, hisseden, onu yaşayan ‘’Vaktin Çocuğudur’’.
Akif Emre Aliya için ‘’O, sadece Müslümanlara değil, insanlığa ve insanlığın temel sorunlarına dair düşünceler üretebilmiş bir fikir adamıdır. Ahlaki tutumu, topluma karşı duyduğu sorumluluk ve İslam bilinciyle sergilediği performans onu değerli kıldı.’’ diyor.
Doğu ve batı kültürüne çok vakıftır. Hegel’a, Kant’a, Weber’a, Emerson’a, Kafka’ya, Hobbes’a, Habermas’a, Goethe’ye, Bergson’a, Heidegger’e, İbsen’e, Nietzsche’ye, tüm Rus yazar ve entelektüellerine (ki, Akif Emre, onun Dostoyevski’nin tüm külliyatını kütüphanesinde gördüğünü söyler) hasılı kelam batının müktesebatına hakimdir. Okumuş, araştırmış, irdelemiş, anlamış, anlamlandırmış, zaaf ve kuvvetli yönlerine atıflar yapmıştır.
Aliya yine selef alim ve önderlere vakıftır. Mezhep imamlarına, İbni Teymiye’den Dehleviye, İbni Haldun’dan İbni Sina’ya, İbni Rüşt’ten İbni Bacce, Farabi’ye tüm Müslüman felsefecilerine; Afgani, Abduh, İkbal, Reşit Rıza, Şekip Arslan, El Benna. Mevdudi, Seyyit Kutup, Fazlurrahman, Malcolm X, M. Esed. Elmalılı gibi alimlere ve muhtemelen yolu Ali Şeriati ve Malik bin Nebi ile de kesişmiştir. Mevlana, Sadi Şirazi, Beydaba, Hafız, Attar, Molla Cami gibi şark klasik isimlerine de vakıftır. Bunların eserlerini okumuş, anlamış, yorumlamıştır.
Sorumluluktan asla geri durmamıştır. Barışta ve savaşta hep halkının yanında ve önderi olmuştur. Kuram ve eylemi, düşünce ve pratiği, iman ve ameli hep beraberdir. Savaşın o, güveni, eminliği, adaleti, ahlakı yakıp yok eden sahasında bile imanından, adaletinden, ahlakından, cesaretinden zerre kadar taviz vermemiştir.
Siyaseten bile olsa dürüstlüğünden taviz vermemiş, halkına asla yalan söylememiştir. Akif Emre’nin deyişiyle ‘’O yüzünde gölge olmayan bir liderdir.’ Tarih yazan/yapan kurucu bir liderdir.
O, halkına ‘babalık’ yaptığı için Bosnalının ‘’BABO’’sudur. Halkının tüm dertleriyle ilgilenen, derman arayan, iyi yöneten/yönlendiren ve her alanda hep önünde olan, elinden tutan, başını okşayan ve herkesin sığınabileceği emin/güvenli kalesidir. Bilgisi, bilinci, ilgisi ve alakası onu toplumunun imamı/önderi yapmıştır. O, çok yönlü bir lider ve özgürlük savaşçısıdır.‘’Düşünür, özgürlük savaşçısı ve devlet adamı olarak Aliya İzzetbegoviç Müslümanlar için yeni bir lider tipinin öncüsüdür.
Aliya, Eflatun’un ‘’bilge kral’’ teorisini hayatıyla doğrulamıştır: ‘‘Hükümdarlar filozof ya da filozoflar hükümdar olsaydı devletler ne bahtiyar olurdu.’’ diyor, Eflatun. Aliya bu yüz yılda ‘’bilge kral’’ sıfatını en çok hak eden düşünür ve devlet adamıdır. Ve ALİYA, bedeli peşin ödenmiş bir izzetin oğlu ve sahibidir.
Allah’ın rahmet ve bereketi onun üzerine olsun! Amin.