İsrail’in saldırısı, Arap toplumunu dönüşüme zorluyor

Aslında İsrail’in Gazze’ye yönelik gerçekleştirmiş olduğu savaşın boyutu, kullanılan silahların etkisi, yaşanan insanlık dramı Arap toplumundaki değişim ve dönüşümün fitilinin yakılmasını da beraberinde getirdi.

Gazze dramı sonrası Araplarca sık sık tekrarlanan, halk ile yönetimler arasındaki kopukluğu, Arap insanının mevcut yönetimlerine karşı duyduğu tepkiyi açık bir biçimde ortaya koyan bir fıkrayı hatırlatmakta fayda vardır. Şöyle ki “aynı uçakta yolculuk yapan ve halkları tarafından ne kadar çok sevildiğini anlatmak isteyen üç Arap liderinden ilki uçaktan halkıma bir torba pirinç atsam bana bir hafta dua ederler der. Liderlerden ikincisi bana bir ay boyunca dua ederler; öbürü ise benim halkım bana tam bir yıl boyunca dua eder diyerek altta kalmak istemez. Bu konuşmaya kulak misafiri olan pilot ise ben üçünüzü şu anda uçaktan atsam tüm Arap halkı bana bir ömür boyunca dua eder” demekten kendini alıkoyamaz.

Aslında İsrail’in Gazze’ye yönelik gerçekleştirmiş olduğu savaşın boyutu, kullanılan silahların etkisi, yaşanan insanlık dramı Arap toplumundaki değişim ve dönüşümün fitilinin yakılmasını da beraberinde getirmiştir.

Gelişmelerin özeti

Bu bakımdan yukarıdaki fıkra gibi Arap aleminin yaşadığı her krizden sonra artık kanıksanan söylemlerin bu kez sözde kalmayacağını gösteren gelişmeleri şu şekilde özetlemek mümkündür:

* İlk olarak Gazze’deki dram Arap yönetimlerini elinde tutan liderler sultasında yaşanan bölünme ve ihtilafları daha da su yüzüne çıkarmıştır. Nitekim kriz esnasında dört farklı zirve gerçekleşmesi sonrasında bu bölünmeler açık bir biçimde görülmüş ve halk nezdinde bu durum büyük rahatsızlıkları beraberinde getirmiştir. 

* Filistin sorunu Somali, Sudan, Irak, Lübnan gibi devletlerde yaşanan dramdan çok farklı özelliklere sahip olmasına rağmen Arap yönetimlerinin klasik politikalardan vazgeçmemek yönündeki yaklaşımlarının iflas ettiği ,  bazı önde gelen Avrupalı devletlerin tek kurtarıcı olarak görülmesi ve AB'nin dış politikadan sorumlu yetkilisi Javier Solana'nın İsrail nezdinde sınırların insani geçişlere açılması için baskı yapıldığı beyanına rağmen Mısır’ın tüm kriz boyunca Refah sınır kapısının kapalı tutmakta ısrar etmesinin neden olduğu çelişki karşısında artık tartışmasız bir biçimde görülmüştür.  

* İsrail tarafından 1948’den beri savaşlarda mağlup edilen, sürekli gururu kırılan, kurtuluş reçetesi olarak önüne sürekli olarak Batı merkezli çözümler sunulan Arap halkı özellikle Türkiye ve İran’ın çabalarından etkilenmiş ve mevcut yönetimleri sorgulamaya başlamıştır. 

* Arap halkı büyük umutlar bağladığı, geleceğini güvence altına alacak bir yapı olarak gördüğü ve tıpkı Avrupa Birliği gibi birleştirici bir rol üstleneceğini düşündüğü 60 yıldan fazladır görev yapan Arap Birliği Teşkilatı’na yönelik büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştır. Özellikle Filistin sorununun çözümüne ilişkin olarak Teşkilat’ın maddi destek vaadlerinden öte bir çözüm önerisi sunamaması bu hayal kırıklığında etkili olmuştur.

* Ve son olarak Arap aleminin içinde bulunduğu çıkmazın liderlerden değil yıllardan beri lider hâkimiyetini kabul eden halkın bizzat kendi tepkisizliğinden kaynaklandığı görüşü artık giderek kabul görmüş ve bu çerçevede Arap Birliği Teşkilatı’nın misyonunu tamamladığından hareketle feshedilerek yeni bir çatı altında birleşilmesi önerileri ön plana çıkmıştır.

Arap Birliği Teşkilatı

Aslında, Mısır Dışişleri Bakanı Ahmed Abul Gayt’ın Doha’da başarısızlığa uğrayan Arap Birliği Teşkilatı’nın olağanüstü toplantısını, Arap devletleri arasında yaşanan bölünmeyi daha da alevlendireceği gerekçesiyle sabote ettiklerini itiraf etmesiyle birlikte Arap aleminden gelen tepkiler çok daha  yüksek sesle dile getirilmeye başlanmış ve bu durum Abul Gayt’ın açıklamasının aksine parçalanmaları daha da şiddetlendirmiştir. Nitekim Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa’nın Arap dünyasının Gazze’den daha büyük bir bunalım ile karşı karşıya olduğu ve bu büyük krizin Araplar arasında derinleşen bölünme ve parçalanmaların ta kendisi olduğuna ilişkin son demeci yaşanan dramın gerçek boyutunu net bir biçimde ortaya koymaktadır.

Arap halkına göre bölgede sıkça tekrarlanan ‘uzlaşmama hususunda uzlaşma’ sözünün Gazze’de yaşanan maddi ve manevi yıkım karşısında bir kenara bırakılmasının zamanı gelmiştir.  Filistin sorunu konusunda 1978’den beri devam eden çözüm arayışlarının her zaman İsrail lehine sonuçlanmasının ve otuz yıldan beri harcanan emeklerin boşa gitmesinin en önemli sorumlusu liderlerin kendi kişisel husumetleri, iktidar hırsı ve çekememezliklerinden kaynaklandığına, mevcut  barış hamlelerinin yüzeysel, suni ve göz boyamaktan öte bir anlamı olmadığına ilişkin Arap halkları nezdinde hasıl olan bir kanaatle birlikte tabanın tavandan şikâyetçi olduğu, tahammül sınırının çoktan aşıldığı, başka yenilgi ve hezimetlerin istenmediği bir noktaya gelinmiştir.

Ulemanın bakışı

Bu çerçevede İslam aleminde bir çok eseriyle ün yapan uluslararası İslam alimlerinin federasyon başkanı Yusuf el Kardavi’nin Allah’a değil koltuklara tapan liderlerden bahsederek zor durumda olan Filistinli kardeşlerine değil ellerini İsrail yöneticilerine uzatanlar bunun hesabını verecekleri, savaşın karşı tarafında yer alan İsrail Devlet Başkanı Shimon Perez’in ise ‘bazı Arap liderlerinin Hamas’a karşı ortak politika geliştirdikleri’ hususunda beyanlarda bulunmaları, Arap halkının tepkisinin arkasında yatan nedenleri açık bir biçimde ortaya koymuş ve yaşanan parçalanmaların ne derece acı olduğunu göstermiş bulunmaktadır. Bu bakımdan Şii ulemasının önde gelen ismi Lübnanlı Mohammed Hüseyin Fadlallah’ın da belirttiği üzere Gazze savaşını Arapların bulundukları durum ile ilgili ciddi bir değerlendirme yapmak ve bundan gerekli dersleri almak hususunda önemli bir silkelenme fırsatı olarak değerlendirmesi şarttır.

Nitekim yalnızca Gazze sorununda değil, Kudüs’ün tamamen Yahudileştirilmesi planlarına, şehri bölen güvenlik duvarı inşasına, Mescid-i Aksa çevresinde sürdürülen kazılara, Filistin topraklarındaki Yahudi yerleşimlerinin artırılmasına ilişkin İsrail politikalarına karşı Arap yönetimleri harekete geçmediği taktirde Gazze ile başlayan öfke daha da alevlendirecektir. Bu açıdan Batı’dan destek bekleyen birçok lider çok önemli bir çıkmazın ortasında kalmış ve kendi vatandaşını tatmin edecek alternatif arayışlara girmek zorunluluğunu görmek zorundadır.

Sonuç itibarıyla İsrail-Gazze savaşı ile birlikte bu dramın özellikle insani hukuksal ve etik yönlerinin ilk muhatabı olacağı kesin olan Arap liderlerinin bu durumun siyasi güvenlik ekonomik ve stratejik boyutlarını uzun bir süre için taşıyacakları gözlemlenmiştir. Nitekim bütün bu gelişmelerin farkında olan ve günümüze kadar pragmatizmi öne sürerek özellikle Batı gözünde ılımlı bir izlenim elde etmeyi önemli gören Arap liderlerin bu yaklaşımları artık sekteye uğramıştır. İsrail’in Gazze’de tüm insani değerleri bir kenara bırakarak gerçekleştirdiği katliam, Arap yönetimlerini izlemekte oldukları politikaları revize etmeye zorlamıştır. Bununla birlikte  sadece Gazze gibi meselelerde değil, aynı zamanda yönetimlerin izlemiş olduğu tüm politikalara karşı sessiz kalmaya zorlanan, siyasal, sosyal, hukuksal sorunlardan dışlanan, talepleri görmezden gelinen Arap halkının öfkesi artık şiddetini artıran dalgalara dönüşmekte olup bu dalgalar önümüzdeki dönemde çok daha tatmin edici alternatif politikalara hız verilmediği taktirde hükümetleri temelinden sarsacak gelişmelerin habercisi olacaktır.

Prof. Dr. Samir Salha: Kocaeli Üniversitesi öğretim üyesi

RADİKAL