İsrail'in Lübnan ve Gazze'de artan kayıpları bu savaşın kazanılamaz olduğunun kanıtıdır

“İsrail'in yaptıklarının sonuçlarına dayanma ve bunun için acı çekme yeteneği”, “Filistinlilerin bir katliamdan diğerine kendini toparlama, nesilden nesile devam etme ve yine de teslim olmama yeteneğinden” çok daha azdır.

David Hearst'in www.middleeasteye.net yayınlanan yazısını Barış Hoyraz çevirdi:

Artık 6 Ekim'e geri dönülemeyeceğini anlamak için aylarca daha savaşmak gerekebilir.

Gazze ve Güney Lübnan'a yönelik ateşkes planlarına yeniden ilgi duyulmasının ve her barış girişimi sırasında Filistinli mültecilerin katledilmesinin basit bir nedeni var: Bunun İsrail'in Hamas ve Hizbullah liderlerine yönelik suikast kampanyasıyla ya da İran'da katı roket yakıtı üretimini sınırlamaya yönelik son girişimiyle hiçbir alakası yoktur.

İsrail ve Washington'da, her bir direniş grubunun “yara aldığı ve hırpalandığı” ve “İran'ın kanatlarının kırıldığı” yönündeki mevcut algıyı çevreleyen bol miktarda kendini avutma ve çarpıtma malzemesi var.

Bunun nedeni İsrail ordusunun yüksek komuta kademesinin gözlerinin önünde duruyor: Ekim ayı, geçen yılın Aralık ayından bu yana ordu için en kanlı ay oldu. İsrail güçleri hem kuzey Gazze'de hem de güney Lübnan'da düzenli olarak kayıplar veriyor.

Son rakamlara göre -ki bu rakamlar her gün değişiyor- bir ay içinde 62 asker çatışmalarda, 15 sivil ve iki polis de füze saldırıları ve İsrail içindeki saldırılarda öldürüldü.

İsrail Ordu Rehabilitasyon Birimi, bugüne kadar 12,000'den fazla yaralı askerle ilgilendi ve bu sayı her ay yaklaşık 1,000 kişi artıyor. Pek çok kişi bu rakamların hastanelerde tedavi edilen gerçek sayıdan daha az gösterildiğine inanıyor.

Buna muhalefetin önde gelen isimlerinden Yair Lapid de dahil. Lapid, Kanal 12'ye şunları söyledi: “Gerçekleri ne kadarını kabul edeceğimizin de bir sınırı olmalı.”

Hizbullah'tan yapılan son açıklamaya göre, Lübnanlı direniş hareketi 1 Ekim'den bu yana 90 İsrailli asker ve subayı öldürdü, 750'sini yaraladı ve 38 Merkava tankını imha etti.

Sık sık geri çekilme

En azından İsrail ordusunun Gazze'nin kuzeyini ve Lübnan'ın güneyini savaşçılardan ve sivillerden temizleme harekatı şiddetli bir direnişle karşılaşıyor ve bir yıl sonra da savaşın en ağır çatışmaları şu anda oluyor.

Hamas ve Hizbullah'ın siyasi ve askeri liderlerinin öldürülmesinden bu yana savaşma kabiliyetlerini kaybettikleri düşüncesi bir kenara bırakıldı.

Gazze'nin kuzeyindeki Jabalia mülteci kampı Hamas savaşçılarından temizlenemediği gibi, Jabalia ve Beit Hanoun'daki nüfus da “Generallerin Planı”nda öngörüldüğü üzere, Filistinlilerin aç bırakılarak güneye taşınması sağlanamadı.

Ordunun kendi rakamlarına göre, geçen hafta üç gün boyunca Netzarim koridorundan 12 ila 29 kişi geçti. Kuzey Gazze'deki nüfus hareketi, ordunun arzu ettiği gibi kuzeyden güneye doğru değil, batıya doğru yani kuzeydeki Gazze Şehrine doğru olmuştur.

BM ve ortakları tarafından yapılan en son tahminlere göre, İsrail'in son saldırısını başlattığı 5 Ekim'den bu yana 71,000'den fazla insan Kuzey Gazze vilayetinden Gazze Şehrine göç etti ve yaklaşık 100,000 kişi Kuzey Gazze'de kaldı.

Güney Lübnan'da İsrail ordusunun durumu daha da kötü durumdadır. İşgalin üzerinden üç hafta geçmesine rağmen İsrail Ordusu sınıra iki kilometreden fazla yaklaşamadı ve kayıpları çok artınca sık sık geri çekilmek zorunda kaldı.

Bu durum Hizbullah'ı Litani nehrine kadar geri püskürtme hedeflerinden çok uzaktır. Bunun yerine savaşçılar geri çekilerek İsrail güçlerini tuzağa çekiyor, tünellere giriyor ve onlara arkadan saldırıyor.

Hizbullah'a yakın bir kaynak Middle East Eye’a yaptığı açıklamada üst düzey liderlerine düzenlenen suikastın operasyonel savaş kapasiteleri üzerinde çok az olumsuz etkisi olduğunu ya da hiç etkisi olmadığını söyledi.

Kaynak, birimlerin merkezi komutadan doğrudan emir almaya gerek duymadan bağımsız olarak iletişim ve operasyonel koordinasyonu sürdürdüğünü söyledi.

Bu çatışmada her iki taraf da başarılarını azami düzeye çıkarıp, kayıplarını asgari düzeye indirse de, buna inanabilirim.

İsrail'in son teklifi

Askeri kayıpların yanı sıra bu ay İsrail'de 15 sivil ve iki polis de öldürüldü. Hizbullah ve Husiler roketleriyle yüz binlerce İsrailliyi sığınaklarına göndermekten geri durmuyor ve Hizbullah da kendi tahliye emirlerini yayınlıyor.

Hizbullah çevrelerine yakın bir medya kuruluşu olan Al Akbar, kaynaklarından birinin şu sözlerini aktardı: “İsrail, - savaş devam ettiği ve direnişin sahadaki durumu çok iyi olduğu sürece - koşullar dayatabilecek konumda değildir.”

Bu da bizi asıl meseleye getiriyor: Başbakan Benjamin Netanyahu nasıl oluyor da bir yıl sonra Filistinlilere ve Lübnanlılara şartlar dikte edebilecek bir konumda olduğunu düşünebiliyor?

Katar'da arabulucular arasında yapılan bir toplantıda, Hamas'a iletilen yeni bir teklif ortaya çıktı. Bu konudaki tüm kaynaklar İsrail kaynaklı olduğu için, bu son teklifin de İsrail kaynaklı olduğunu varsayabiliriz.

Teklife göre İsrail ilk aşamada 30 günlük bir ateşkes ve aralarında kadın ve yaşlıların da bulunduğu 11 ila 14 rehine karşılığında belirsiz sayıda tutuklunun serbest bırakılmasını sağlayacak, ikinci aşama için müzakereler devam edecek ancak Netzarim koridorundan ya da Refah'tan ordu güçleri çekilmeyecekti.

Bu, Lübnan'da ABD öncülüğünde yapılacak bir ateşkesle birleştirilecek ya da güçlendirilecektir. Yine bunun ana kaynağı İsrail medyası ve özellikle de Kanal 12'dir.

Hizbullah'a teklif edilen “anlaşma”, “asıl anlaşmanın” müzakere edileceği 60 günlük bir ateşkestir.

Ancak bu süre zarfında İsrail “herhangi bir yerden gelebilecek herhangi bir ihlal ya da saldırıya karşılık verme hakkını” saklı tutmaktadır. İsrail'in aklındaki “asıl anlaşma”, Hizbullah'ın güçlerini Litani nehrine geri çekmesi ve Lübnan ordusunun sınır bölgesini kontrol altına almasıdır.

Hizbullah bu teklifi daha ABD elçisi Amos Hochstein tarafından yapılmadan reddetmekte hiç tereddüt etmedi.

İsrail medyası, Hizbullah'ın sahada askeri inisiyatifi yeniden ele geçirmesinin ardından İsrail'in ya koşullarını en üst düzeye çıkardığını ya da savaşı durdurmaya hiç niyeti olmadığını ve Hochstein tarafından hazırlanan planın ayrıntılarını sızdırarak planı torpillemeye çalıştığını öne sürdü.

Kaynaklarımın bana söylediğine göre Hamas da resmi olarak onların “teklifine” aynı tepkiyi vermiş.

Her iki örgüt de eski liderleri olsa da olmasa da müzakere şartlarına sadık kalıyor: İsrail, askerlerini Gazze'den çekene kadar ateşkes ve esir değişimi olmayacak. Hizbullah da Gazze'de ateşkes sağlanana kadar sınır bölgesinden çekilmeyi düşünmek bir yana savaşmayı bile bırakmayacak.

Her iki örgüt de Netanyahu'nun savaşı durdurma konusunda ciddi olmadığını düşünüyor.

Ezici yanılsama

Haaretz'den Amos Harel'in haberine göre İsrail savunma çevrelerinde, Lübnan ve Gazze'deki savaşın kendisini tükettiğine ve devam etmesi halinde “elde edilenlerden daha fazlasını elde edemeyeceklerine” dair bir görüş birliği var.

Onlar da her iki bölgede uzun süre kalmanın büyük asker kayıpları riskini arttıracağını düşünüyor. Ateşkes ve Gazze'de hala tutulan tüm rehinelerin serbest bırakılması için anlaşmaya varılması gerektiği sonucuna varılıyor.

Netanyahu'nun daha geçen Aralık ayında danışmanı Ron Dermer'i planlamakla görevlendirdiği Hamas'ın askeri ve idari bir otorite olarak yok edilmesi, Gazze'nin kuzeyinde ve Lübnan'ın güneyinde askerden arındırılmış insansız bir bölge oluşturulması ve Filistinlilerin Mısır'a ve yurtdışına göç etmesi gibi İsrail'in savaş hedeflerinden çok uzak bir hedef bu.

İsrail ordu yetkilileri ateşkes talebinde bulunurken, İsrail'in tavizler vermek zorunda kalacağını kabul ediyorlar. Netanyahu liderliğindeki savaş kabinesinden daha pragmatik olsalar da, onlar da büyük bir yanılsama içerisindeler.

Harel'in ifadesiyle, “Hizbullah ve Hamas'a ve son zamanlarda İran'a verilen zararın yoğunluğu, bir çözüme ulaşmak için makul bir fırsat yaratıyor.”

Oysa durum bunun tam tersidir.

Gazze ve Lübnan'daki yıkımın büyüklüğü Hamas ve Hizbullah'ı, “halklarının 7 Ekim'den bu yana o kadar çok acı çektiğine ve artık geri dönüşü olmadığına” kabullendirmiştir.

Bu ateşkes görüşmelerine hazır olmadıkları anlamına gelmiyor. Ancak bu, önemli tavizler verme havasında olmadıkları anlamına geliyor.

Tarihten paralellikler

Tarihte, hala iyimserliğini koruyan İsrailli liderleri aydınlatması gereken iki paralellik var: İlki Filistin tarihinden geliyor. Filistinlilerin İsrail terör gruplarının eliyle maruz kaldığı pek çok katliamdan -ki buna şu anki ordusunu da dahil ediyorum- üç tanesi öne çıkmaktadır.

Tarihçi Benny Morris'e göre yetmiş altı yıl önce El-Dawayima köyünde yüzlerce kişinin öldürüldüğü bir katliam yaşandı.

Altmış sekiz yıl önce Kafr Qasim'deki tarlalardan dönen 47 Filistinli sokağa çıkma yasağını ihlal ettikleri iddiasıyla vurularak öldürüldü; bu hafta ise en az 93 Filistinli, yüzlerce yerinden edilmiş insanın barındığı Beit Lahia'daki evlerinde öldürüldü.

Bu tür acıların Filistinlilerin kendi devletlerine yönelik arayışlarını körüklediğini söylemek yanlış olmaz. Yaşanan katliamların hiçbirisi “kendi topraklarını özgürleştirme mücadelesini” durduramadı.

Fransız ordusunun Cezayir'de yaşadığı deneyim daha da önemlidir. Devrim 1 Kasım 1954'te, 70 yıl önce Cuma günü, yani Azizler Günü ya da asıl ismiyle La Toussaint'te başladı. Toussaint Rouge olarak bilinmeye başlandı.

Bundan tam bir yıl sonra, isyancılar 120 Fransız askerini öldüren bir saldırı başlattı. Fransızlar buna 12,000 kişinin hayatına mal olan bir harekatla vahşice karşılık verdi. Verdikleri cevabın acımasızlığı Fransa'nın metropollerindeki ve dünyadaki kamuoyunu ötekileştirdi. Yıllar sonra Fransızların tamamen geri çekilmesine yol açtı.

İsrail ordu yetkilileri, Fransız sömürgeci seleflerinin Cezayir'de yaptığı hatanın aynısını şu anda yapıyor. Her iki devlet de, ezici bir intikamın direnişi ezip geçeceğini düşünüyor(du).

6 Ekim'e geri dönmek yok

İsrailli ordu yetkilileri, suikastlar ve ölümcül bombalamalar konusundaki “baş döndürücü başarılarından” dolayı kendilerini kutlarken, bugün kendilerini Hamas saldırısından bir gün önce, 6 Ekim 2023'te hissettikleri kadar güvende mi yoksa 8 Ekim'de hissettikleri kadar güvensiz mi hissettiklerini kendilerine sormalıdırlar.

Bırakın caydırıcılığı, kendi güvenliklerini bile sağlayamadılar. Elde ettikleri tek şey, sonuçları bu savaş bittikten uzun süre sonra bile yankılanacak olan bir dizi “savaş suçu” oldu.

Ama nihayetinde İsrail savunma teşkilatı, savaş ne kadar uzun sürerse kendileri için o kadar kötü olacağı sonucuna varmakta haklı. Burada bir dengesizlik söz konusu.

İsrail'in düşmanlarına karşı askeri avantajı muazzam. Erişim alanı bölgesel. Arap ve İran dünyasının herhangi bir yerindeki evleri istediği zaman bombalayabilir.

Ancak “İsrail'in yaptıklarının sonuçlarına dayanma ve bunun için acı çekme yeteneği”, “Filistinlilerin bir katliamdan diğerine kendini toparlama, nesilden nesile devam etme ve yine de teslim olmama yeteneğinden” çok daha azdır.

Nehirden denize tek bir Yahudi devleti dayatma projesinin nihai zayıflığı demografide olduğu kadar coğrafyada da yatmaktadır. Bu deney dünyanın uzak bir köşesinde gerçekleşmiyor.

Müslüman ve Arap dünyasının kalbinde gerçekleşiyor ve bu nedenle başarılı olması mümkün değil. Barış, nüfusun çoğunluğunu oluşturan Filistinlilerin hapsedildiği hücreleri yeniden düzenleyerek yeniden inşa edilemez.

Artık 6 Ekim'e geri dönülemeyeceğini anlamak için aylarca daha savaşmak gerekebilir.

Çeviri Haberleri

Gazze'de bir şehidin doğum günü kutlanıyor
İsrail, Batı Şeria'da gözaltına aldığı Filistinlilerin alınlarına sayı yazıyor
Amsterdam'daki saldırının Yahudilikle ve antisemitizmle alakası yok!
Trump'ın gelişi Filistin meselesinde neyi değiştirecek?
Trump neyi başararak seçimleri kazandı?